Emory Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Noëlle McAfee kendi üniversitesinde öğrencilerinin protestolarına destek olduğu için ters kelepçe ile göz altına alındı. Diğer öğretim üyelerinin polis tarafından yerlerde sürüklendiğine, kemiklerinin kırıldığına dair videoları dehşetle izledik.
Üniversite fikrinin temelinde aramak, araştırmak yatar. Bunun yapılabilmesi için soru sormak gerekir, hoşa gitmeyen aykırı fikirleri tartışmanın serbest olması gerekir. Medyayı, karar organlarını ele geçirmiş, “hakikat” üzerinde tekel kurmuş bir iktidar olabilir. Eğer üniversite özerk ve özgürse, orada bu hegemonyaya meydan okuyacak, “hayır hakikat öyle değil” diyecek öğrenciler, akademisyenler çıkar. Seslerini duyuracak güçleri olmayabilir; sonuçta medya, yayın yasakları, trol orduları, iktidar gücünün elindedir. Ancak gençliğin saflığı, iktidara başkaldırma dürtüsü, değişime yol açabilir.
Boğaziçi Üniversitesi ya da ODTÜ’den değil, Amerika’dan, Columbia Üniversitesi’nden, Emory Üniversitesi’nden bahsediyorum. 2001’de Boğaziçi Üniversitesine atanan kayyum rektörü istifaya davet eden mektubu imzalayan uluslararası akademik camiadan öğretim üyelerinden, Emory Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Noëlle McAfee kendi üniversitesinde öğrencilerinin protestolarına destek olduğu için ters kelepçe ile gözaltına alındı. Diğer öğretim üyelerinin polis tarafından yerlerde sürüklendiğine, kemiklerinin kırıldığına dair videoları dehşetle izledik. Ne oldu da özgürlüklerin beşiği ABD üniversiteleri bu hale düştü?
Hakikat tekeli ellerinde
Dünyanın gözü önünde Gazze’de daracık bir toprak parçasına sıkışmış iki milyon insanı yok etmek, toprağından sürmek için akıl almaz bir güç uygulanıyor. Bunu bizler böyle görüyoruz ama ABD’de hakikat tekeli iktidarın elinde; onların medyası, hâkim sınıfları bunu meşru bir savaş olarak yansıtıyor.
Ancak üniversite gençliği, aylardır gösteriler düzenliyor, hakikatin öyle olmadığını haykırıyor, ülkelerinin bu savaş suçuna ortak olmamasını talep ediyor. “Hakikat” tekelini tehdit eden aykırı sesler, iktidarı rahatsız ediyor; rektörleri çağırıp, öğrencileri susturmalarını küstah bir dille emrediyorlar.
Ocak ayında Amerikan Kongresindeki sorgulamalarında, öğrenci protestolarını engellemenin anayasal bir hak olan ifade özgürlüğüne ters olacağını söyleyen Harvard ve Pennsylvania Üniversitesi rektörleri bir hafta geçmeden istifaya zorlandılar. Mesajı alan diğer rektörler, görevden alınmamak için, ifade özgürlüğünü bir tarafa bırakıp, öğrencileri ve akademisyenleri acımasızca döverek gösterileri bastırmak üzere polisleri kampüse çağırıyor, bununla kalmayıp protestocu öğrencileri yurtlarından çıkarıyor, üniversiteden atıyorlar. Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri olarak üç yılı aşkın süredir sürdürdüğümüz protestolarla ABD’deki olayların bu kadar benzer olmasına yine de hayret ediyoruz. İfade özgürlüğünün bir toplum için niçin vazgeçilmez olduğuna bundan daha çarpıcı bir örnek bulunamazdı. Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri olarak, Amerikan Üniversiteleri ile dayanışma için bir mektup yayınladık.
Açıklamamızda, özetle şöyle dedik:
“Bizler Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri olarak, kampüslerimizde silahlı kolluk kuvvetlerinin varlığına ve şiddet içermeyen protestoların acımasızca bastırılmasına yabancı değiliz. Boğaziçi öğrencileri ve öğretim üyeleri üç yılı aşkın bir süredir üniversiteye yapılan cebrî müdahaleye karşı direniyor. Bu süreçte, tepeden inme atanmış yöneticiler eliyle akademik özgürlükler baltalandı, birçok barışçıl protesto güç kullanılarak bastırıldı, öğrenciler hapsedildi, birçoğu kötü muamele görerek disiplin cezalarına çarptırıldı, öğretim üyeleri ve idari personel işten çıkarıldı, kovuşturuldu veya sürgün edildi. Biz yaşadıklarımızı, dünya genelinde akademik özgürlükleri hedef alan kapsamlı bir şiddet ‘siyasetinin’ parçası olarak görüyoruz. Siyasal iktidarların Gazze’de işlenen savaş suçlarına karşı uluslararası kamuoyunda oluşan haklı tepkiler nedeniyle düşünce özgürlüğüne getirdikleri yasakların akademik özgürlükleri de tehdit eder derecede genişlediğini görmekten derin endişe duyuyoruz. Bu kaygılarla, başta Türkiye, ABD ve Almanya olmak üzere tüm dünyada üniversite yöneticilerini, polis güçlerini kampüslerden çekmeye, kurumsal özerklik, ortak yönetişim ve akademik karar alma süreçlerinde şeffaflık ilkelerine saygı göstermeye ve kampüslerinde ifade özgürlüğünü koruma konusundaki temel sorumluluklarını üstlenmeye çağırıyoruz.”
Lale Akarun
*Bu yazı, HBT Dergi 422. sayıda yayınlanmıştır.