5. gün. Beş gündür iliklerimize kadar hissediyoruz, çaresizliği, acıyı, dondurucu soğuğu... Orada, o afet bölgesinde fiziken olmasak da hissediyoruz. “Yavrumu istiyorum, dirisinden ümidimi kestim hiç olmazsa cesedini istiyorum” diyen annenin çığlıkları ile dağlanıyor yürekler... Enkaz altından her çıkarılan can ile bir “Oh” çekiliyor.
Televizyon kanallarına kilitleniyor, sosyal medyadaki yardım çağrılarını paylaşıyor, bölgeye gönderilecek kolileri hazırlıyor, maddi destekler yapıyoruz... Elimizden gelen bu şimdilik... Beş duyumuz gibi vicdanlarımız da yaralı. Çünkü biliyoruz ki zaman geçecek ve unutulacak, hepimiz unutacağız. Tıpkı 99 Gölcük depreminde, tıpkı Elazığ depreminde, tıpkı İzmir depreminde olduğu gibi... Çünkü insanları depremin değil sistemsizliğin öldürdüğünü hâlâ anlamıyoruz, anlamak istemiyoruz...
5. gün ve on binlerce insan daha enkaz altında. Evet yüzyılın en büyük felaketlerinden birini yaşıyor Türkiye, 10 ili birden yıkan art arda iki büyük deprem. Atom bombası atılmış gibi her yer. Yaklaşık 14 milyon insanın yaşadığı bir etki alanı söz konusu.
Ama iki gerçek, kapı gibi duruyor önümüzde:
1- Binalar yapılar özellikle deprem yönetmeliği sonrası yapılanlar, olması gerektiği gibi inşa edilmiş olsaydı;
2- AFAD siyaset güdümünden bağımsız, yeterince örgütlü ve hiç zaman kaybetmeden işe başlayabilseydi;
Bu kadar büyük yıkım ve bu kadar fazla can kaybı yaşanmayacaktı... Nokta.
Üzerinde “residence” yazılı devasa binalar yerle bir... Kimisi arkaya doğru devrilmiş kimi olduğu gibi kendi üzerine çökmüş... Oysa şatafatlı tanıtımlar ile açılışları yapılmıştı. İnsanlar onlarca para ödeyerek sırf depreme dayanıklı diye yeni binalar satın almıştı. Kamu binaları, hastaneler yerle bir, yollar, havalimanları çökük. Neden çürükse yıkılıp yeniden yapılmadı? Neden örneğin Jeoloji Mühendisleri Odası’nın “Burada (Hatay) havalimanı inşa edilemez” uyarıları dikkate alınmadı? Neden bilim insanlarının “Bu bölgede büyük ölçekli deprem bekleniyor” sözlerini kimse tınmadı?
Yıl 2023. Bundan 1908 yıl önce MS 115 yılında (13 Aralık) günümüz Antakya'sında yer alan antik Antioch kentinde 7.5 şiddetinde bir deprem olmuş ve kentin neredeyse tamamı yerle bir olmuştu. Deprem sırası ve sonrasında toplam 260 bin kişinin öldüğü kayıtları var. Aradan neredeyse 2 bin yıl geçmişken, bilim ve teknoloji de devasa gelişmeler sağlanmışken ve o bölgenin bir deprem bölgesi olduğu gerçeği biliniyorken neden bunları yaşıyoruz?
Bilimden uzaklaştıkça, kurallar ve denetimden kaçtıkça, liyakatsiz siyasi kadrolaşmalara sessiz kaldıkça bu ve benzeri afetlerde benzer sonuçların yaşanacağını öngöremiyor muyuz?
“Suçlu kim?” başlığını taşıyor bu yazı. Çünkü kimse masum değil. Çünkü toplumun damarlarında “adam sendecilik” var. Ve bu “adam sendecilik” 20 yıllık iktidar tarafından daha da beslenerek semirtilmiş durumda.
Bırakalım inşaat şirketlerini bir an bir kenara... Onarım mı yapacaksın, bir çıkma kat ya da odacık mi ekleyeceksin... Ver rüşvetini belediyeye yap. Nasılsa imar affı çıkar, sen de cezanı öder meşrulaştırırsın yapını... Dükkanı genişletmek mi lazım, kır bir iki kolonu sessizce, bitir işini...
Durum bu. Afetlerde en hayati konulardan biri de iletişim. Yıllardır reklam kampanyalarında çekim gücüne ve kapsama alanına vurgu yapan GSM operatörlerinin deprem bölgesindeki performansı de bu adam sendeciliğin bir sonucu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatı ile OHAL ilan edildi. Erdoğan OHAL ilanını “Türkiye’de bu süreci istismar eden, ticarette yolsuzluklara giden tüm tefecilere, fitne fesat gruplarına karşı OHAL ile müdahale etme imkânını devlete vermiş olacak. Bazı yerlerde maalesef marketlere yağmalama çalışmaları oluyor. Bu yağmalamalara da OHAL ile devlet Parlamento’dan yetkiyi alarak müdahale edecek” diye gerekçelendirdi. Devletin OHAL olmadan da yapması gereken bir müdahaleyi “OHAL” zırhına büründürmenin arkasındaki asıl neden “seçim” olabilir mi?
Sorular çok... Açık olan tek husus şu: Depremle yaşanan çöküş, var olanının su yüzüne çıkması aynı zamanda. Umarız alınması gereken asıl dersler alınır...
Özlem Yüzak
*Bu yazı 10.02.2023 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nden alınmıştır.