Dijitalin (ikinci) keşfi

Tanol Türkoğlu
Dijitalin (ikinci) keşfi

Dünya sanki dijital ile yeni tanışıyor! En popüler uygulamaların başında çok kişiyle video konferansı yapmak geliyor. Tabii buna “konferans” demek de iş dünyasından gelen bir alışkanlık. Yapılan şey konferans değil, bildiğin muhabbet. Bazı uygulamalar dört kişiden fazlasına izin vermezken, bazıları sınırsız katılım ama sınırlı bağlantı imkânı sağlıyor. Bazılarında ise herhangi bir sınır yok: Kır iki lafın belini!

Eskiden çat-kapı misafirlik denilen bir şey vardı. Evlerde telefon olmadığından, kimse dostuna-akrabasına misafirliğe gitmeden önce “rezervasyon” yapmazdı. O nedenle “misafir umduğunu değil bulduğu yer” idi. Telefonun yaygınlaşmasıyla kültürel bir değişim gözlendi. Artık habersiz misafirliğe gidilmez oldu. Şimdi dijitalin keşfi ile yeni bir “baskın misafirlik” dönemi başladı. Video konferans uygulamalarını telefonuna-tabletine indiren arkadaşlar-dostlar, önceden haber vermeden zırt-pırt görüntülü muhabbete davet etmeye başladı birbirini.

Videolu görüşme ofislerin vazgeçilmezi olan “toplantı” olgusuna yeni bir bakış getiriyor. Ancak bazıları bundan pek memnun kalmayacak gibi. Çünkü video-konferans uygulamaları, toplantıya katılan her bir kişinin yüzünü ekranda gösterdiğinden, toplantı masasının en ölü noktasını seçerek uyuklayanlara dijitalde benzer bir fırsat vermiyor. Elbette zaman içinde bunu da aşmanın yolları bulunacaktır. İlk akla gelen örnek “kameram bozuk” veya “internet hattım yavaş” diyerek toplantılara görüntüsüz- sesli katılmak.


Rota dijital olunca bu örnekler çoğaltılabilir. Temel soru artık şu: “Bu işi yapmak için fiziksel olarak bir araya gelmemiz gerekiyor mu?” Alışveriş yapmak için, muhabbet için, çalışmak için, eğitim için, üretmek için, fatura ödemek için, ... biraraya gelmemiz gerekiyor mu?

İlginçtir, dijitalleşme yeni değil; yirmi beş senedir hayatımızın içinde. Ancak hiç bu kadar geniş bir kitleye dokunmamıştı. Düne kadar dünya nüfusunun ancak yarısı internete girebiliyordu. Internetten mutfak alışverişi veya banka işlemleri yapmak bir zaruret haline gelmemişti. Belli ki bunlar değişecek. O arada ucuz komplo teorisyenleri tümdengelim yaparak tüm bu salgın işinin zaten bu nedenle çıkarıldığını iddia ediyor. Peki o zaman neden dijitalleşmenin ağababası ABD bu salgından en büyük zararı görüyor diye sorduğunuzdaysa iş “dünyayı yöneten derin güçlere” bağlanıyor. Düşünsenize ABD’nin teknoloji ihracatını dörde, beşe, ona katlayacak bir plan yapıyorsunuz. Ama bunu hayata geçirmek için bir yanda dünya ekonomisinin felç olması diğer yanda ise onbinlerce insanın ölmesi gerekiyor. Ve siz buna ekonomik fizibilitesi olan bir proje diyorsunuz öyle mi?

“Medyum”larımız daha üç ay önce, Wuhan’da salgın haberi çıktıktan sonra, yılbaşı şenlikleri kapsamında televizyona çıkıp 2020 yılında dünyanın büyük bir değişime uğrayacağını söylediler. Ancak ne hikmetse kimsenin ağzından salgın ya da virüs diye bir kelime çıkmadı. Gelecek konusunda tahminde bulunmak kolay. Zor olan o tahminlerin “tutması”. Simpsons çizgi film yapımcılarına sordular; Trump’ın seçileceğini nasıl bildiniz diye. O kadar çok attık ki bazıları tuttu mealinde cevap verdiler. Kim neye sebebiyet vermiş bir kenara bırakın da şu sorunun cevabını arayalım: Türkiye bu global krizi fırsata nasıl çevirebilir (mi)?

Tanol Türkoğlu / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 210. sayısında yayınlanmıştır.

Tanol Türkoglu