Türkiye’nin ve dünyanın geleceği bilim ve teknoloji

Doğan Kuban
Türkiye’nin ve dünyanın geleceği bilim ve teknoloji

Günümüzde bilim ve onun yaratacağı teknolojinin temel görevi insanlığın gelecek perspektifini karartan öngörüleri ortadan kaldıracak teknik potansiyeli yaratmaktır.

Çağdaş yaşamın aşını pişiren kazan bilim, dağıtan kepçe de teknolojidir. Bilimin insan yaşamının ruhsal dengesini bozduğu bağlamında Husserl’in fenomenolojisinden bu yana ileri sürülen kanımca içeriksiz görüşler, saf bilimsel düşüncenin eleştirisinden çok, bilimin doğası hakkında Batılının hoşuna giden entelektüel tartışmalardır.

Bunların arasında Hegel’in felsefesi de var. Orada ‘evrensel ruh’ nesnelleşerek Prusya kralı tarafından temsil edilir. Onun için Schopenhauer Hegel’e şarlatan demiştir. Avrupalı filozoflar Hıristiyanlığın doğasına mitos damgası vurduktan sonra, onun yerine geçecek evrensel şemalar yarattılar. Kuşkusuz genelde bu megalomani felsefi düşüncenin değerini düşürmüyor. Ama kendini Tanrı sanan diktatörler yetiştirdi.


Ünlü filozofların çalışmalarında her zaman aydınlatıcı düşünceler vardır. Fakat felsefe herhangi bir olgunun akli yorumuna kalkıştığı zaman, onun doğasını değiştiren tanımlar getirebilir.

Bilim, felsefe değildir

Bilim insanın doğayı anlamak için gösterdiği bir çabadır. Bu çabanın sonucu, gözlenebilir. Hatta sayıya vurulabilir. Bilimin içeriği ve doğası insan yaşamına etkili olduğu zaman anlaşılır. İnsan yaşamının bazı boyutlarını da değiştirebilir.

Filozof bu noktada toplum ve insanın yaşamından bilimin doğasına ilişkin sonuçlar çıkarmağa kalkarsa, bilimle toplum yaşamını karıştırabilir. Bilimsel buluşlara dayalı teknoloji sade bir araçtır. Onun insanın isteklerine uygun olarak gerçekleşmesi, bilimselin doğasını açıklamaz.

Bu paragrafın metaforik başlangıcı, çağdaş insanın davranışlarını biraz açıklar. Telefon ve televizyon hastaları kullandıkları araçların arkasındaki bilimsel mekanizmayı bilmezler.

Herkese Bilim Teknoloji dergisi, bilimle teknolojinin çağdaş yaşamdaki önemlerini vurgularken, ikisi arasındaki niteliksel farkı da okuyuculara anlatmağa çalışacaktır. Amaç 21. yüzyılda kurtuluşun, tüketimin aracı olan teknoloji yolu ile değil, bilimsel düşünce egemenliği sonucu olacağını topluma anlatmaktır. Bu bir fal gibi, politik ve kültürel yalanlarla bezeli bir hayali imge değil, bilimin sağladığı bilgilerle geleceğe hazırlanmaktır.

Bu bağlamda bilim adamlarının olduğu kadar onların öngörülerini topluma duyurma görevini yüklenenlerin sorumluluğu, yeryüzün insanlığın sonunu getirecek doğal değişmeler ve onlarla eşzamanlı toplumsal bilinçlenme bağlamında insanların aydınlanmasıdır.

Adi yalan ve bilimin sorunu

Neokapitalizm’in en adi davranışı, para uğruna ölümcül tehlikeleri bile insanlardan saklamak için uydurduğu yalanlardır. Bunlar insanı alçaltan ve kabul edilemeyecek ahlaksız davranışlardır. Namuslu insanlar gelişmelerin nesnel yorumunu diğer insanlara doğru olarak yansıtmak zorundadır. Namuslu bilim adamı gibi, namuslu yazar da yarın başımıza taş yağacaksa, günlük güneşlik olacak diyemez.

Teknoloji, insanı hayvandan ayıran alet yapma gösterisidir.

Bilimsel doğa gözleminin analizine dayalı akılsal etkinlik, teknoloji ile sonlanır, ve aklın yaratıcılığı sayesinde kendini yeniler. Buna da ‘innovation’ diyoruz. Sanayiciler bu sözcüğü çok severler. Kapitalist tüketim mekanizmasının sihirli sözcüklerinden biridir. Fakat bilimle ilgisi sınırlıdır.

Bilimin sorunu, buzdolabı ya da cep telefonunun yeni marifetleri değil, insanın CO2 artışı ya da susuzluk karşısında ne yapacağıdır! Kutuptaki buzların erimesi, hava sıcaklığının artması, en son model arabadan daha önemlidir. Derginin sorunu da insanları bu önem farkından haberdar etmektir.

Bilim adamları insanlığın önündeki tehditlerden kurtulabileceğine inanıyorlar. Onun için toplumların da bu potansiyelin farkında olmaları ve onun gereklerini yerine getirecek bilgiye ve bilince sahip olmaları çağdaş yaşamın temel sorunudur.

Neyi başaramadık?

Günümüzde bilim ve onun yaratacağı teknolojinin temel görevi insanlığın gelecek perspektifini karartan öngörüleri ortadan kaldıracak teknik potansiyeli yaratmaktır. Bu evrensel simge olması gereken bir insanlık jestidir. İnsanlık dini bir zamanlar bir kurtuluş simgesi olarak gördü. Fakat akıl ve bilgiyi bir kurtuluş simgesi olarak görmeyi hala öğrenemedi.

Dünyanın önündeki tükeniş senaryolarını sayısal yöntemlerle anlatan bilim adamları çoğalıyor. Bu konuda devletler katında anlaşmalar da var. ‘Hurricane’lar Amerika gibi bir ülkede her yıl yüzlerce can alıyor. Bu küresel felaketler yanında elektronik araçların performanslarının artmasını daha çok önem vermek gülünçtür. Toplumların sistematik olarak, kendi bilinçsiz ve bencil hemcinsleri tarafından nasıl aldatıldığını açıklar.

Bütün dünyada bilim ve teknolojinin sürekli gelişmesine karşın, dünyanın 1/7 sinin açlık sınırının altında yaşaması, artan sanayi üretimi ve tüketime karşın toplumların adam başına düşen gelirlerinin ortalamasının artmaması hatta düşmesi, ekonomik krizler, savaşlar, cinayetler bilimsel gelişmenin sağladığı teknoloji ile dünyanın refahı arasında bir denge kurulmadığını kanıtlar.

Son 10 yılın muhasebesi

Türkiye, Cumhuriyet’ten sonra dünya savaşlarına katılmayarak, son on yıla gelene kadar en az karışık olan ve en az kan kaybeden ülkeydi. Bugün dünyanın en borçlu, en kırılgan, eğitimi düzeyi en düşük ülkeleri arasında. Uluslararası bilimsel başarımı az. Sanayi ikincil alanlarda. Silahtan makineye, televizyondan telefona dışarıya mahkum. Tarımda ve enerjide dışarıya bağımlı. Toplumsal okuma düzeyi çok düşük. Bunlara paralel bir bilim ve teknoloji standardı var. Patronlar inşaatçı, işçiler köylü. Betonarme Türk gökdeleni dikiyorlar. Demokrasisi rafta. Uluslararası saygınlığı bunlarla orantılı.

Toplumun bu durumun farkında olduğu söylenemez. Gerçi bu vurdumduymazlık, Chomsky’nin de yazdığı gibi, Birleşik Amerika’da da var. 20. yüzyılda 200 milyondan fazla insanın cephelerde ve yurtlarında öldüğünü anımsayan insanlar gününü gün etmeğe çalışıyor.

Osmanlı köylülerinin yüzlerce yıl bir lokma ekmek ve hırka ile yaşadıkları uzun ortaçağdan sonra kentlere yığılmış yarı köylü toplumun ‘Buna da şükür!’ demesinde şaşılacak bir şey yok.

Ne var ki Amerika, Almanya, İngiltere, İskandinavya gibi ülkelerde, yani Türkiye’den çok daha zengin, sanayileşmiş, okumuş, dünya uygarlık ölçütlerinin üst sıralarında olan toplumların vurdumduymazlıkları ile Afganistan, Irak, Mısır ve Türkiye gibi ülkelerin vurdumduymazlıkları arasında, görenle kör arasındaki fark kadar bir açık var.

Onlar geleceklerinden umutsuz değiller. Çünkü bilim ve teknolojide üst üretim düzeyindeler, ve toplumsal bilinçleri açık. Geleceklerinin daha iyi olacağına bu birikimlerine dayanarak inanıyorlar. Türkiye’de bu şans yok. İyimserlik sadece cehaletten kaynaklanıyor. Kent köyden iyi.

Ne dünyanın geleceğini biliyorlar. Ne Türkiye’nin potansiyelini biliyorlar. Ne de soru soracak bilgileri var.

Bütün bu gözlemlerin özeti

İnsanı tehdit eden doğal ve ciddi tehlikeler şiddetlerini arttırıyor. Görece dünya nüfusunun onda ikisini oluşturan ve çoğunluğu gelişmiş ülkelerde yaşayan insanlar, durumun ağırlığını daha az hissediyor. Fakat daha eğitimli oldukları için daha duyarlılar. Bu ülkelerde geleceğe ilişkin yetersiz de olsa, bilimsel araştırmalar var, ve bazı önlemler alınıyor.

Daha kötü koşullarda yaşayanlar daha çok sıkıntı çekiyorlar. Fakat cahil oldukları ve politik propaganda ile kandırıldıkları için daha az tepki gösteriyorlar. Köyden gelen yeni kentlilerimiz henüz büyük kent ve sanayi vizyonu şokunu atlatamadılar. Köye göre hallerinden memnunlar. Ne var ki dünya cahil toplumların aydınlanmasını beklemiyor. Onlara hazır sömürge olarak bakıyor. Ve sopa ile sürüye sokuyor. Örnek İslam ülkeleri.

Gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerin bilimsel düşünce ve teknoloji üretiminin dışında kaldık. Bunlar parti, başkan hatta ekonomik sorunlardan önce geliyor. Örnek Kurtuluş Savaşı’dır. Aydınlar kendilerine toprak ağası ile çağdaş insan arasında bir rol seçmeliler.

Doğan Kuban

Doğan Kuban