Çiçek aşısı ve öyküsü

Öne Çıkanlar Sağlık

Bugün için tarihsel bir olgu olan çiçek hastalığından bahsedelim. Birçok hastalık gibi, çiçek hastalığı da tarihi değiştirmiş hastalıklardan biridir. Kraliçe II. Elizabeth, İngiliz tahtına çiçek hastalığı sayesinde oturdu. Çünkü Kraliçe II. Mary, 1694’te çiçek hastalığından öldü. Kraliçenin tek yasal varisi olan oğlu da 1700 yılında aynı hastalıktan ölünce taht boş kaldı. Elizabeth’in dedesi George, Hannover’den getirilip tahta oturtuldu. Sonraki nesle geçişle, en sonunda torun Elizabeth tahta oturdu. Antik dönemde Tanrı’nın gazabı ve günahkâr kullarına gönderdiği bir ceza olarak kabul edilen veba, kızıl, kızamık, çiçek gibi salgın hastalıklar, kıtlık ve kuraklık gibi felaketler, tarih boyunca milyonlarca kişinin ölümüne neden olmuş, yenilmez sanılan orduları durdurmuş, sosyal ilişkileri, davranışları biçimlendirmiştir.

Salgın hastalıklardan çiçek hastalığı “variola”, Çin’de M.Ö. 1122 yılında tanımlanmıştır. Hindistan’da eski Sanskrit metinlerinde de bu hastalıktan söz edilir. Mısır firavunu V. Ramses’in (Ölüm - M.Ö. 1156) mumyalanmış kafatasında hastalığın izlerine rastlandı.

Büyük İslam tabiplerinden biri olan el-Razi’nin en ünlü eserlerinden biri, çiçek hastalığı ve kızamığa dair olan “Kitab-ül-cüderi ve’l-hasbah” adlı kitapçığıdır. Bu ünlü eserinde çiçek hastalığı ile kızamık arasında ayırıcı tanıyı anlatır.


Çiçek hastalığı, Avrupa’da ilk kez 10. yüzyıldan önce muhtemelen nezle gibi küçük bir rahatsızlık gibi kendini göstermiş, 16. ve 17. yüzyıllarda ölümlere yol açmış, 17. yüzyılın sonunda yeniden ortaya çıkmış ve Avrupa’da hem çocuk ve hem de erişkin insan ölümlerine neden olmuştur.

Çiçek hastalığı, insanda ve evcil hayvanlarda “Poxviridae” familyasından virüslerin yol açtığı bir dizi bulaşıcı hastalığın ortak adıdır. İnsanda hastalığın ilk belirtisi olan ateşten iki gün sonra deride belirmeye başlayan kabarcıklar, irin toplama ve patlama evrelerinin ardından kuruyarak döküntülere yol açar. Bu döküntüler deride “çiçek bozuğu” adı verilen belirgin nedbe/iz bırakır ve özellikle yüzde çoğalarak yayılabilir.

Son dönemlere kadar, Çiçek hastalığı, hemen hemen her yerde görülen bir hastalıktı ve koşullara göre %5 ile %20 arasında değişen önemli bir ölüm oranı arz etmekteydi.

Çiçek aşısının kıtalararası seyahati

Hastalığa karşı yapılan çiçek aşısı çok eski zamanlardan beri Hindistan ve Çin’de uygulanmaktaydı. İnokülasyon çok eski bir Doğu uygulamasıydı, bu yöntemde canlı organizmanın neden olduğu infeksiyon materyali, hayvanlara, bilerek ya da kaza ile bulaştırılıyordu. Çinliler bu uygulamayı çiçek hastalığı materyalini toz haline getirip enfiye gibi buruna çekerek hayata geçiriyordu.

Osmanlı hekimi Emanuel Timonius diğer Asyalı kavimlerde uygulandığı şekliye Kafkaslar üzerinden 1673-74 yıllarında İstanbul’da yayılmaya başladığını ileri sürer. Ancak, Osmanlı’da çiçek aşısının daha eski tarihlerde uygulandığı Menafiü’l-etfal (İstanbul, 1846) adlı risaleden bilinmektedir. Bu risalede çiçek aşısını bilen bir adamın İstanbul’a gelerek 5-6 çocuğa aşı yaptığından söz edilmektedir.

18. yüzyıl başlarında Edirne’de de yapılan bu aşıya telkîh-i cederî (çiçek aşısı), çiçeklendirme, variolation ve inoculation adları verilmiştir: Hafif şiddette çiçek hastalığı çıkaranlardan alınan cerahat, çiçek çıkarmayanların derilerine çizilir. Bu çok daha eski tarihlerden itibaren yapılagelen bir uygulamadır. Türkiye’de materyal, derideki bir çizik vasıtasıyla vücuda sokulmaktaydı, aşı yapılacak kişinin derisinde oluşturulan çizikler üzerine sürülürdü.

Lady Montagu ve Osmanlı çiçek aşısı

Lady Mary Wortley Montagu’nun (1689-1762) İngiltere büyükelçisinin karısı olarak İstanbul’da bulunduğu sırada öğrenmiş olduğu teknik yukarıda anlatılan şekildi. O da aşının etkinliğine kanaat getirerek, çiçek hastalığı geçirmemiş olan çocuklarını bu şekilde aşılatmıştı ve çocuklar hastalığı hafif şekilde geçirmişti.

Lady Montagu, bütün Britanya İmparatorluğu’nu değil ama o an için Kraliyet Ailesi’nin nefes almasını sağlayacak bir formülle İngiltere’ye dönmüştü. Lady, eşinin sefaret görevi sırasında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tabiplerin çiçek hastalığına çare bulduğunu keşfetmişti. Önce arkadaşı Sara’ya bir mektupla dönemin ölümcül hastalığı ‘çiçek’ten ölenleri sormuş, uzun süren yazışmalardan sonra, çaresinin Osmanlı’da bulunduğunu yazmıştı.

Osmanlı’nın 18. yüzyılda çiçek hastalığına karşı uyguladığı aşılama yöntemi, eşinin görevi sırasında Edirne seyahatine çıkan İngiltere elçisinin eşi Mary Montagu’nun ilgisini çekmesi üzerine önce İngiltere’ye oradan Avrupa’ya yayıldı. Aşının içinde “kurutulmuş irin” vardı. Bu inaktive edilmiş bir hücre kültürüydü. Montagu, bu püstüllerden (içi irin dolu sulu deri döküntüleri) elde edilen maddenin, aşılanacak çocuklara bulaştırıldığını gözlemledi. Çocuklarda 8-9 gün sonra ateşlenme olduğunu ve sonradan iyileştiklerini gözledi. Dünya tıp tarihine aşı ile ilgili ilk kayıtlardan birini de bu mektupla Lady Montagu düşmüş oldu.

Aşıcı ebeler

Lady Montagu, Edirne’den Sarah Chiswell adlı bir dostuna yazdığı 1 Nisan 1717 tarihli mektubunda gerçek sonuçlarını asla tahmin edemeyeceği bir bilgiyi İngiltere’ye yollayacaktı: “Eylül ayında, büyük sıcaklar geçince aile reisleri ailelerinde çiçek hastalığına tutulmuş kimse olup olmadığını öğreniyor ve birkaç aile bir araya toplanıyor. Sayıları 15-16’yı bulan topluluk aşıcı kocakarılardan birini çağırıyor. Kadın, ceviz kabuğuna doldurulmuş çiçek hastalığı yapan maddeyi getiriyor ve aşısını hangi damardan açılmasını isterlerse o damarı bir iğneyle açtıktan ve iğnenin ucu kadar aşıyı buraya akıttıktan sonra yarayı bağlıyor ve üzerini de bir ceviz kabuğuyla pansuman ediyor. Bütün bu işlemler sırasında en küçük bir acı hissedilmiyor.” Lady Mary, 1717 yılında Osmanlı topraklarındayken buradaki halkın çiçek hastalığından ölen kişilerin vücudundan alınan sıvıları sağlıklı kişilerin deri altına enjekte ettiğini de görmüştü. Edirne’deki sarayda çiçek hastalığına karşı aşı yapıldığına şahit olan Montagu, İngiltere’yi bu hastalıktan kurtaran formülü de götüren isimdir.  Hastalığı geçiren insanların kollarından sıvı alınıp güneşte kurutulduğunu, kuruyan sıvının da sulandırılarak iğneyle cildin çizilip üzerine damlatıldığını anlattığı mektupla.

İngiliz Dr. Edward Jenner (1749-1823) 8 yaşındaki bir çocuğa ilk çiçek aşısını yaparken. Tarih: 14 Mayıs 1796. Ressam: Ernest Board

Osmanlı'dan Batı'ya

Anne-babaların, hastalığı bir an önce atlatmaları isteğiyle çocuklarını hastalığa yakalanmış başka bir çocukla bir araya getirdikleri çiçek partileriyle arasındaki karşılaştırma sadece kısmen uygundur.

Bilim dünyası, çiçek hastalığına karşı aşı uygulamasını Emanuel Timonius (İstanbul) (1713) ve Pylarini (İzmir) isimli iki hekim ile o sıralarda Osmanlı başkentinde görevli bulunan İngiliz elçisinin eşi Lady Mary Worthley Montagu’nun yazdıklarından öğrendi. Lady de eşinin görevi bittiğinde, “inokülasyon” adı verilen yöntemle yapılan aşıların bilgisini ülkesi İngiltere’ye götürdü. Aşının ilk defa Osmanlı’dan Batı’ya geçişi de bu şekilde oldu. Aşı ile tedaviyi geliştirenlerin Türkler olduğunu kanıtlayan ilk belge işte bu hikaye ile kayıtlara geçer.

Ne var ki, Lady Montagu Londra’ya döndüğünde bir çiçek hastalığı salgını şehri kırıp geçirdi. Zar zor bir doktor buldu ve onu 3 yaşındaki kızına Türklerin yöntemiyle aşı yapmaya razı etti. Çocuğun hayatı kurtulurken diğer çocuklar onun kadar şanslı değildi. Aşının işe yaramakta olduğu anlaşıldı, ancak, İngilizler ve doktorları bu yöntemi yaptırmaya bir türlü cesaret edemedi.

Buna karşın, bazı İngiliz doktorlar çocuklara aşıyı yanlış zamanda uyguladı ve birkaç çocuk öldü. Bunun üzerine, çiçek aşısı aleyhine kampanya başladı. Papaz Edmund Massey, 8 Temmuz 1722 tarihinde gerçekleşen bir törende, çiçek aşısından “tehlikeli ve günahkâr uygulama”, “şeytani bir tatbik” diye bahsetti; aşı yapanları Tanrı’nın inayetini kesmekle ve günah ve ahlaksızlığı teşvik etmekle suçladı. Hatta Legard Sparham adlı bir cerrah “çiçek aşısının uygulanmasına karşı sebepler” adlı bir kitapçık yazdı ve çiçek yaralarına “zehir” akıtmanın saçma olduğunu savundu.

Bunun üzerine, Lady Montagu Türkiye’de gördüklerini ayrı bir kitap halinde bastırmak ihtiyacını hissetti. Ayrıca, torunu Louisa’nın anlattığına göre, İstanbul’dan o kadar büyük bilimsel cesaretle dönmüştü ki, Londra’da ev ev dolaşıp İngilizler'e Türkiye’de gördüklerini anlattı, hatta kızını da yanında götürüp defalarca İngiliz kadınların gözleri önünde aşılatarak aşının bir zararı olmadığını ispatlamak için çırpındı. Leydi Montagu ile İngiltere Büyükelçiliği hekimi bu yeniliği sonunda Londra’da tanıttılar.

Prof. Dr. Kadircan Keskinbora / Bahçeşehir Ü. Tıp Fakültesi