Isınan dünyanın kaybolan türleri

Gezegenimiz Öne Çıkanlar
Isınan dünyanın kaybolan türleri

Gezegenin oluşumundan bu yana gerçekleşen beş büyük kitlesel yok oluş dalgasının sonucunda, var olan türlerin %95’inin yok olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu yok oluşlarda göktaşı yağmuru, volkanik patlama ve doğal iklim değişiklikleri gibi insan dışı faktörlerin etkili olduğunu görüyoruz. Son iki yüzyılda ise biyolojik çeşitliliğin karşısında yeni bir tehlike beliriyor: İnsan! Türlerin yok oluş hızı, endüstriyelleşmeyle birlikte -geçmişe oranla- 100 ile 1000 kat arasında artmış durumda. Özellikle son 50 yılda etkilerini gözle görünür bir şekilde artıran insan kaynaklı iklim değişikliği, doğal yaşamı fazlasıyla tehdit ediyor.

Biyolojik Çeşitlilik Merkezi (Center for Biological Diversity), tükenme baskısı altında olan bitki ve hayvanların %99’unun, bu canlıların habitat kaybına neden olan insan aktiviteleri yüzünden risk altında olduğunu ve bu şekilde devam edersek yaklaşık 20 bin türün yakın bir gelecekte yok olabileceğini savunuyor. Bugün birçok tür, insan kaynaklı olumsuz etkilere karşı direnç gösteriyor.

Ancak bazıları o kadar da şanslı değil. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) Siyah gergedan (Diceros bicornis longipes), Pirene keçisi (Capta pyrenica pyrenaica), Karayip keşiş foku (Monachus tropicalis) ve Javan kaplanı (Panthera tigris ssp. sondaica) gibi türlerin soyunun, insan kaynaklı faaliyetler sebebiyle tükendiğini ifade ediyor. Tehdit devam ediyor. Kuzey beyaz gergedanı (Ceratotherium simum cottoni) türünün son erkek temsilcisi olan Sudan isimli gergedanın Mart ayında yaşamını yitirmesi üzerine uzmanlar, bu türden geriye yalnızca iki dişi kaldığını ve türün geleceğinin Sudan’dan alınan spermlere bağlı olduğunu açıkladı.


Öncelikli bölgeler belirlendi

Kuzey beyaz gergedanlar, iklim değişikliği sebebiyle yok olma tehdidi altında olan türlerin ne ilki ne de sonuncusu. Konuyla ilgili olarak James Cook Üniversitesi (Avustralya), East Anglia Üniversitesi (Britanya) ve Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) ortaklığında bir çalışma yapıldı. Söz konusu çalışmada iklim değişikliğine bağlı olarak yaşanan ısınmanın türler üzerinde yarattığı baskı incelendi. Amazonlardan Himalayalara kadar tehlike altındaki 80 bin türün bulunduğu 35 ‘öncelikli bölge’ üzerine odaklanılan çalışmada Amazonlar, Güney Afrika’daki Miombo Ormanları ve Güney Batı Avustralya bölgeleri iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgeler olarak belirlendi.

Araştırmacılardan East Anglia Üniversitesi Profesörü Rachel Warren, üzerinde çalıştıkları 80 bin türün yarısının, 4,5 derecelik küresel ısınma artışına bağlı olarak yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ancak küresel ısınma 2 derece barajında tutulabilirse bu oranın %25’in altına düşürülebileceğini ifade etti. The Guardian gazetesine konuşan Tropik Çevre ve Sürdürülebilirlik Bilimi Merkezi (TESS) Direktörü William Laurance ise çalışmanın sunduğu verilerin bitki türleri açısından da pek iç açıcı olmadığını, söz konusu sıcaklık artışının 1,5 derece altında tutulmazsa özellikle Guyana ve Amazonlardaki bitki türlerinin geleceğinin endişe verici olduğunu söyledi.

Anadolu’daki canlılar da tehlike altında

Çalışmada odaklanılan 35 bölgeden ikisi, Türkiye’deki biyoçeşitliliği de doğrudan etkiliyor; birisi Rusya’nın güneyinden başlayıp Doğu Anadolu topraklarının yarısını kaplayan Büyük Karadeniz Havzası, diğeri ise Akdeniz bölgesinin tamamı. Raporda Akdeniz bölgesindeki 2 derecelik ısınmanın, bölgede yaşayan türlerin yaklaşık olarak %30’unu stres altına sokacağı ifade ediliyor.

Genel bir bilgi vermek gerekirse Türkiye’deki biyoçeşitlilik, bulunduğu biyocoğrafik bölgenin değişkenlik gösteren iklim ve coğrafik özellikleri sayesinde zenginlik gösteriyor. Avrupa-Sibirya, İran-Turan ve Akdeniz biyocoğrafik bölgelerinde yer alan Türkiye, 9600’dan fazla bitki, 450’den fazla kuş, 350’den fazla balık, 150’den fazla memeli ve 100’ün üzerinde sürüngen-amfibi türünden oluşan zengin bir flora ve faunaya ev sahipliği yapıyor.

Ancak iklim değişikliği, avlanma ve doğal yaşam alanı tahribatı gibi insan kaynaklı faktörler, endemik türler de dahil olmak üzere birçok canlıyı yok olma tehdidiyle karşı karşıya bırakıyor. Özellikle bu coğrafyada yuva edinen deniz kaplumbağası (Caretta caretta), Anadolu yaban koyunu (Ovis gmelinii anatolica), saz kedisi (Felis chaus), ceylan (Gazella subgutturosa), kelaynak (Geronticus eremita), orfoz (Epinephelus marginatus), huş tavuğu (Tetrao mlokosiewiczi), toy (Otis tarda) ve turna (Grus grus) gibi canlılar bu baskıyı yakından hissediyor.

Başka bir dünya yok

Balta değmemiş ormanlardan beton yığınlarına çevirdiğimiz şehirlere kadar yaşadığımız gezegenin sınırlarını zorlayıp biyoçeşitliliği stres altına sokan bir hastalıkla karşı karşıyayız. Endüstriyel tarım sistemi, yenilenemez enerji kaynaklarının kullanımı, betonlaştırma ve doğal yaşam alanı tahribatlarının neden olduğu hastalık, altıncı büyük yok oluş dalgasını da beraberinde getiriyor.

İnsan kaynaklı iklim değişikliği adı verilen bu hastalık, gezegenin atmosferindeki karbondioksit ve metan gibi gazlardan oluşan bir çeşit ‘battaniye’ etkisinden kaynaklanıyor. Bu etki, ısıyı atmosferde hapsederek yaşadığımız gezegenin ısınmasına ve ekosistemin sağlık göstergesi olan zengin biyoçeşitliliğin baskı altına girmesine neden oluyor. Bir başka deyişle, freni boşalmışçasına yokuş aşağı giden iklim değişikliği yüzünden tüm ekosistemi, nesilleri tükenme tehdidi altında olan kuzey beyaz gergedanlarıyla aynı kaderi paylaşmaya mahkûm ediyoruz.

Bunda hepimizin payı var. Çünkü ekolojik ayak izimiz gün geçtikçe artıyor. Öyle ki, bu ayak izi 1960’lı yıllardan bu yana hızını ikiye katlayarak gezegenimizin kaldırabileceği kapasitenin üstüne çıkmış durumda. Ekolojik ayak izimizi düşürmeden bu şekilde devam edersek 2030 yılına kadar ‘bir Dünya’ya daha’ ihtiyaç duyacağız. Kötü haberse yaşayabileceğimiz başka bir Dünya’nın daha olmaması. Türlerin yarısını tehdit eden bu ısınmaya dur demek için ekolojik ayak izimizi düşürmemiz gerekiyor. Sağlıklı bir gezegen için bireysel ve devlet nezdinde atılabilecek çok basit ve temiz adımlar var. Bu adımları atmak için çok da geç kalmış sayılmayız. Fakat yarın çok geç olacak.

Batuhan Sarıcan / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 113. sayısında yayınlanmıştır.