Korku esaretinde birey, siyaset ve toplum

Toplum
Korku esaretinde birey, siyaset ve toplum

Yaşadığımız terör ve bunalım zamanlarında, beyindeki korku merkezi ile daha tutucu eğilimler ve tercihler arasında ilişki güçleniyor, korkunun etki alanı genişliyor, fantezilerimizle büyüyerek dogmalar haline geliyor. Ve ikincil temel davranış: Korkular ‘güvenlik’ çözümlerini öne çıkarıyor.

Nasıl bir toplum olduk ve nereye sürükleniyoruz? Terörün ve yarattığı korkunun nasıl bir mekanizmayı çalıştırdığı üzerine, Psikiyatri profesörü, Koç Ünivresitesi öğretim üyesi Dr. Kemal Kuşçu ile konuştuk.

Bugünlerde yaşadığımız gerilimin kaynakları: Toplumsal olarak güven hissinin oluşturulması. Olaylara şeffaf yaklaşım, bilgi akışının sağlanması, bireylerin kendi yaşantılarını her hangi bir önyargı ile karşılaşmadan ifade edebilecekleri, farklılıkları barındıran çoğulcu bir işleyiş… Bu ilkeler seyreldikçe korku da dahil olmak üzere toplumu dara sokan bir çok konuyu ele alamaz ve işleyemez hale geliyoruz.


Korku nasıl ortaya çıkıyor?

Charles Darwin canlıların duygu işleme süreçlerini ve duygu ifadelerini evrimsel becerilerinin bir parçası olarak değerlendirmişti. Korkuyu da, bu sürecin en işlevsel duygu dağarcığı olarak ele almıştı.

Korku doğada çelimsiz ve kendini fiziksel olarak korumaktan aciz insanın bir tür sigortası gibi işlev görüyor, onu engelliyor, sınırlıyor ve tehditlerden koruyor.

Bu, olağan bir gündelik hayatın içinde, kendi sınırları içerisinde neredeyse ılımlı ve iyimser bir değerlendirme olarak görülebilir. Ancak tehdidin arttığı dönemlerde, korku öncelikle keşif ve bilinmeyeni anlamayı baskılayarak öne çıkıyor. Korkunun muhatabı bilinmeyenin olası tehdidi oluyor. Korku bunu azaltmaya veya insan için çekilebilir kılmaya gayret ediyor. Bu nedenle en kullanışlı baskılama insanın keşif isteği olmakta.

İkincil olarak baskılanan ise, insanın uzun zamandır zihinsel olarak geliştirilmiş baş etme mekanizmalarını bastırılmasıdır. Örneğin rasyonel fikir yürütme ve bunu destekleyen tüm beceri dağarcıkları korkunun gölgesinde kaybolur.

Korkunun etkisi burada da kalmaz. Bu baskılama öyle bir noktaya ulaşır ki, kişi bir süre sonra korkusunu anlamak ve keşfetmek isteğini de yitirir. Korku neredeyse dokunulmazlık kazanmış, başıboş bir hale bürünür. Böylesine çıplaklaştığı hali ile korku bir baş etme işlevinden çok, bir tür çaresizlik ve hareketsizlik işlevi görmeye başlar.

Korku davranışlarımızı nasıl etkiliyor?

Korkuların en temel sonuçlarından biri davranışsal düzeyde tedirginlik ve bunun sonucunda kaçınma davranışına neden olmaları. Bu durum bizlerin yeni ve farklı olan şeylere ilgimizin azalmasına neden oluyor. Daha biteviye ve kendi sınırları dışına çıkmayan tercihler yapmaya başlıyoruz.

Hem kısa hem de uzun vadede hayatımızdaki renklerin solmasına neden oluyor. Yapılan çalışmalar beyindeki korku merkezi ile daha tutucu eğilimler ve tercihler arasında ilişki gösteriyor. Bu oluşan durum korkuların azalmasından ziyade giderek hacimlerinin genişlemesine ve oluşan zihinsel fantezilerimiz sonucunda daha da işlenmesi güç dogmalar haline gelmelerine neden oluyor.

İkincil temel davranış ise korkuların ‘güvenlik’ çözümlerini öne çıkarması. Güvenlik arayışı insan için uzun ve karmaşık bir yolculuktur. Zihinsel olarak oluşturduğumuz daha işlevsel çözümlerimizi bir yana bırakılıp, hacim olarak artmış korkularımızı teskin etmeye yönelik eylemlerimizin öne çıkmasına neden oluşur. Ancak tüm bu arayış yaşanan güçlüğün azalmasına değil daha da kesif çelişkilerin oluşmasına neden olabiliyor .

Terör küreselleşti ve çok yakınımıza kadar geldi. Bu beraberinde ciddi bir toplumsal korkuyu da getiriyor. Sürekli endişe içinde olmak kararlarımızı nasıl etkiliyor?

Tahmin edilemez bir tehdit kaynağının varlığı ve endişe halinin tetiklediği en temel durum insan hayatında ‘sürekliliklerin’ kaybı şeklinde gelişiyor. Bizim güven hissimizi oluşturan en temel unsur, gündelik hayatımızda oluşturduğumuz sürekliliklerdir. Bu basit, çoğu zaman farketmediğimiz biteviye etkileşimler bize şu temel mesajı veriyor : ‘Hayat benim kontrolümde ve planlarımın dümeni benim elimde’.

Terörün yarattığı şiddet ortamı bu mesajın bozulmasına, zedelenmesine ve yok olmasına neden oluyor.

Gündelik sürekliliklerin ortadan kalkmasının çok temel zihinsel sonuçları olabilir. Gündelik huzursuzluklarımız altında yatan böyle bir etkidir. Sürekliliklerin ve gelecek algısının kaybı, gündelik kuralların seyrelmesi sonucun doğurur. Böyle zamanlarda hızla ele alınabilecek çatışmalar büyüyebilir. Her küçük sorun içinden çıkılmaz bir problem haline gelebilir. Bundan en fazla zarar gören ilişkilerimiz oluyor. Giderek farklılıklarımız konusunda daha sert tepkiler üretiyoruz.

Siyasetçiler toplumsal korkuyu nasıl kullanıyor?

Siyasetçiler başta olmak üzere, toplumumuzdaki farklı taraflar ‘duygu’ dağarcıklarımızın şekillenmesinde aktif rol oynamak istiyorlar. Bir süredir imaj oluşturucular ve stratejistler muhataplarına, insanın duygusal dünyasını hedef olarak gösterdiler.

Öneri basitti: ‘İnsanları harekete geçirmek için duygularını yönetin.’ Bu nedenle ürünlerin içeriğinden ziyade kabaca oluşturduğu duygunun öne çıkarıldığını söylemeliyim. Reklamlar artık ürün anlatmıyor, bir duyguyu işliyor.

Bana sorarsanız bu durum son yıllarda yaşadığımız zihinsel zorlanmalarımızın temelini oluşturuyor. Bizler için oluşturulan olumlu veya olumsuz duygular ile davranışlarımız eşleştiriliyor. Bizim için tarif edilmiş duygu dağarcıklarının hayatımızdaki karşılıklarını bulamayınca büyük bir boşluk duygusu yaşıyoruz.

Ben açıkcası bu durumun her zaman tahmin edildiği gibi basit denklemler içinde gelişmediğini düşünüyorum. Yaratmak istediğiniz duygu size fırsatlar oluşturabileceği gibi yeni ve tahmin edilmez sorunlar da yaratabilir.

Siyaset bilimci değilim, ancak siyaset gibi toplumu en geniş ölçüde etkileyen bir etkinlikte benzeri eğilimlerin olabileceğini tahmin ediyorum. Farkederek veya etmeyerek siyasetin içindekiler korkuyu taraftarlarını bir araya getirmek için kullanıyor olabilirler.

Günümüzde yabancı düşmanlığı, toplumsal ayrışma benzeri süreçlerin büyük bir bölümü gündelik korkularımız üzerine inşa ediliyor.

Türkiye’de şu anda en baskın korkuları sıralayacak olsanız ne dersiniz?

Bizim kültürümüzde otorite her zaman korkuyu davranış düzenlemesinde bir araç olarak kullanmıştır. Daha ilk adımlarımızdan itibaren gelişimimiz korkular üzerine kurulmaz mı? Korkutarak öğretmek veya davranış eğitimi vermek bizim için çok tanıdık. Bu nedenle korkular bizim hayatımızın önemli bir parçası.

Maalesef ülkemizdeki dağılımı konusunda elimde bir veri yok. Olan veriler de, daha çok klinik başvurular üzerine kurulmuş çalışmalardan kaynaklanıyor. Ancak değişmeyen korku ve endişe kaynağı, ülkemizde ‘gelecek üzerinedir.

Gelecek korkusu kişi, sınıf ve politik grup gözetmeksizin hayatımız yönetiyor. Harcama, yaşama pratiklerimizin tümü bu korku üzerine kurulu. Bunun devamındaki en temel korkularımız ise güvenlik kaybı ve zarar görmek. Kişilerarası ilişkilerde şüphe ve güvensizlik hissi hayatımızı yoğun bir şekilde etkiliyor.

Bu alan toplumsal üretimimizi de kısıtlıyor. Kendimizi kolay açmıyoruz, fikrimizi kolay beyan etmiyoruz. Ve bunun sonucu olarak olaylara bakışımız dar kalıplar üzerinde inşa edebiliyoruz.

Korku toplumsal bir nitelik kazandığında bunun toplumsal maliyeti (ekonomik, siyasi ve tıbbi açılardan) ne olur?

Dinamikleri daha yavaşlamış bir toplumda, bu yavaşlamanın sonuçları ne oluyorsa onlar olacaktır. Tehdit hissi, geleceğe yönelik her türlü tasarımı ve dolayısıyla üretimi azaltacaktır. Yeniyi aramama ve olanı olabildiğince koruma ihtiyacı gelişimi yavaşlatır. Farklı olanın ifade bulamamasının sonucu bir toplum için her alanda çok keskin daralmadır.

Siyasi açıdan fikir verebilecek biri değilim, ancak karşılıklı önyargıların hızla yükseleceğini tahmin etmek zor değil. Korku, cepheleşmelerin artışını beraberinde getirecektir, ve tabii bu cephelerin karşılıklı temasını da aynı ölçüde azaltacaktır.

Tıbbi sonuçları ise ‘gündelik stres’ ve yaşam kalitesinin düşmesidir. Bunun sonucu yalnızca ruh sağlığında görülmez. Büyük bir ihtimalle tüm sağlık verilerine yansıyan stress-hastalık ilişkisinin bağlantıları daha ön plana çıkacaktır.

Böyle zamanlarda yalnızca sağlık bozulmayacaktır, bozulan da daha zor iyileşecektir. Hem hastalanma hem de iyileşme sadece biyolojik bir süreç değildir, sosyal etkileşimlerle yakın ilişkili gündemlerdir. Korku nun toplumsal nitelik kazanması görünmez dinamikleri aksatacaktır.

Korku ile baş etmenin yolları nedir? Bireysel ve toplumsal olarak ayrı ayrı değerlendirebilir misiniz?

Korku ile baş etmenin iki farklı düzeyde gerçekleşebilir: Korkularla bireysel olarak baş etmeye gayret edebiliriz. Bu durum bireysel veya klinik psikolojinin temel uğraşılarından biri. Korkuyu barındıran gündemlerin yoğunlaşmasıyla bu önerilere medyada daha da sık karşılaşıyoru. Bu önerilerin listesi, korku kaynaklarının sayısı arttıkça giderek uzuyor.

Ancak şunu ifade etmekte fayda var: Hayatınızın kontrolünü elinize alabilmemiz ve küçük gündelik eylemlerden başlayarak hayatımızda ‘sürekli’ olanı korumamız önemli.

Bir diğer düzey ise korkuyu ‘toplumsal düzeyde nasıl ele alacağımız’ konusu. Toplumsal olarak korkuyu işlemeye yönelik bir modelimiz maalesef yok. Bunu geçmişte, özellikle Marmara Depremi döneminde ele almaya gayret etmiştik, ancak sonuçta korku yine toplumsal bir deneyimden hızla klinik bir duruma evrildi. Bunun temel nedeni, bu ‘işleme’ biçiminin toplumsal bir uzlaşıya ihtiyaç göstermesiydi. Galiba esas olarak bunu ele almak bize zor geldi.

Neydi bu: Toplumsal olarak güven hissinin oluşturulması. Olaylara şeffaf yaklaşım, bilgi akışının sağlanması, bireylerin kendi yaşantılarını her hangi bir önyargı ile karşılaşmadan ifade edebilecekleri, farklılıkları barındıran çoğulcu bir işleyiş.

Bu temel prensipler seyreldikçe korku da dahil olmak üzere toplumu dara sokan bir çok konuyu ele alamaz ve işleyemez hale geliyoruz.

Bugünlerde yaşadığımız gerilimin kaynağını burada aramak gerekiyor.

Korkunun manipüle edilip siyasi yarar için kullanılması ve istismar edilmesi nasıl engellenebilir?

Toplumsal mekanizmaları işleterek. Toplumların, kendilerini zor zamanlarda nasıl koruyacakları konusunda çok geniş bellek dağarcıkları var. Korkuyu ehlileştiren en temel kayağımız, oluşturduğumuz birikimlerdir. Bu birikimler geçmişte yaşadığımız sorunlarla ilgili deneyimlerimizi ve oluşturduğumuz çözümleri barındırır. Temel nokta daha önce yaşadıklarımızdan ne öğrendiğimizi hatırlamak, öğrendiklerimiz üzerine yenilerini katmak.

Genel olarak insanlık, özelde de bizler korkularımız konusunda çok derin tecrübelere sahibiz. Çok uzun bir zamandır bu öğrendiklerimizden çıkarımlarımızı toplumsal politikalarımıza katmaya gayret ediyoruz. Bu birikime sahip çıkmamız gerekiyor.

*Bu söyleşi Aralık 2016'da HBT Dergi'de yayınlanmıştır.