"Siyaset, iktidarda değil, itibarda kalma sanatıdır." İsmet İnönü (1960’lar)
Geçen hafta "Üç bilimsel devrim"i yazarken farkına vardım. İkiye bölünmüş ve kutuplaşmış bir Türkiye’nin sorunlarından yakınıyoruz; oysa belki de, çok kutuplu bir Türkiye’de yaşıyoruz. Bu hafta ise "Üç Türkiye"den söz açmak istiyorum:
- Devrimci ve karşı devrimci bir Devrimler Türkiyesi
- Asker veya sivil darbe yapan bir Darbeler Türkiyesi
- Türk ve Türkiye modeli bir Demokrasiler Türkiyesi
Birbirinden bağımsız olmayan bu üçlünün güncel ve öncel sorunlarımızı anlamaya daha elverişli olduğunu sanıyorum. WSJ yazarı Roger Cohen’in "Liberal demokrasi ölüyor mu?" konulu denemesi (Cumhuriyet 17 Nisan), liberal demokrasinin, devrimler ve darbelerle yıprandığını getiriyordu gündeme. Dikkatle okunduğunda, yazarın liberal demokrasiyi, uygarlık tarihinde "kısa ömürlü bir mola" diye nitelemesi, cumhuriyet ve demokrasi karşıtı devrimcilere, sivil darbecilere, polemik ustası bazı yöneticilere rahat bir nefes aldırmış olabilirdi. Oysa demokrasi bitmiş miydi?
Belki de yazının aslını okumadan görüş açıklayan iki aydınımız, liberal demokrasiye duydukları güveni dile getirdiler. CHP’liler Anıtkabir’e 19 Mayıs yürüyüşü yaparken, anayasayı tanımayan, demokrasi karşıtı bir saray darbesi sürüyor... diyordum ki tasarladığım üçlü birden altüst oldu.
Nobel madalyasını Anıtkabir Müzesi'ne vermek üzere gelen Prof. Aziz Sancar, ziyaret ettiği kurumlardaki söyleşilerde özetle şu gözlemini dile getiriyor: "Herkes siyaset yapıyor, siyaset konuşuyor. Bilim de yapın, bilime de değer verin.” Haklı ama felsefe n’olacak?
Eğitim sorunları üzerinde düşünen sosyolog Ziya Gökalp (1915), "Bizde felsefe ve filozof yok, çünkü bilim yok; bilim yaptığımızda felsefe de olacaktır" diyordu. İstanbul Üniversitesi’nde felsefe dersleri veren Prof. Reichenbach, bilim felsefesi yapmak için bilim öğrencileri arıyordu. Reichenbach’ın derslerini çeviren Prof. Nusret Hızır dışında fazla gönüllü bulamadı. Almanya’dan geldi, ABD’ye gitti.
40’lı yıllarda, Mehmet Emin Yurdakul bilimi yeniden gündeme taşımış, aynı sonuca varmıştı: "Bilim yapılmıyor ki filozof olsun." Prof. Aziz Sancar, bilim yaptığı için bir eğitim ve tarih filozofu gibi konuşuyor. Usulca ama etkili. Felsefeye yön veren Einstein ile Russell da bilimden gelip ulaştılar o yüceliklere.
Bilim yapmadan tarih de olmuyor. Genelleyen ve özelleyen tarihleri nasıl ayırt edeceğiz? Nereye koyacağız ülkemizin tarihini? Siyaset yapanlar ekranlarda konuşuyorlar: "Bunalımların sorumlusu askerin siyasete müdahale etmesidir. Atatürk, orduya yönetme değil, koruma görevi vermişti. Darbe olmasaydı böyle olmazdı; öyle olmasaydı şöyle olurdu, vb."
Düz mantıkla sorulabilir: Ordu hangi demokrasiye neden müdahale etti? 27 Mayıs kötüydü de 12 Eylül iyi mi oldu? Ya da tersi! Ne var ki bilim, tarih ve felsefe, sorgulanamayan, irdelenemeyecek kahve sohbetleriyle ilgilenmiyor.
Sosyalbilimlerde "neden-sonuç ilişkisi” aramaya yıllar önce son verildi (Rescher 1970). Afrikalı mühendis Cilliers (1998), Neden-Sonuç ilişkisini açıkladı: "Her neden bir sonuç; her sonuç bir nedendir!" Ekranda benzer kurgularla herkesi yargılayarak nereye vardık? Bilgi olmadan; fikir, bilim, tarih, felsefe ve sanat ancak bu kadar oluyor. Bizler, darbe, devrim, demokrasi derken, bilim gene geldi, ülke gündemine. Bu son olsun bari!
"Kanunla kültür olmaz. Demokrasi, halkın yalnız isteklerini yapmak değil, istemesi gerekenleri de kazandırmaktır." Cevat Memduh Altar (1990’lar)
Bozkurt Güvenç