Orhan Bursalı, Cumhuriyet’ teki 1 Mayıs 2017 yazısında, referandumdaki ‘Hayır’ sonucunu, Türk ‘SOL’nun değil, çoğulcu demokrasinin başarısı olarak yorumladıktan sonra, şehirleşme ve ekonomiyi gündeme getirdi.
Doğan Kuban’ın Liberal Kapitalizm’in parlak görünmeyen geleceği eleştirisi, Bursalı’nın sunuşuyla yakından ilişkili. Bu iki görüş arasında, yazıma bir yer açmaya çalışıyorum. Umarım zorlayıcı olmaz.
Kentleşme ve Türk Toplumu
Kültür tarihinde iki kentleşme devrimi yaşandı. Birincisi, on bin yol önce başlayan Tarım Devrimi artı ürün verince; ikincisi, 1750’de başlayan Sanayi Devrimi, tarımcı köylüleri sanayi kentlerine çekmesiyle. Tarımsal verimin artışı iç göçe destek oldu. Ortadoğu’da Nil ve Fırat üzerinde sulamalı tarıma geçen kentler; Endüstri Devrimi’nde ise, denize açılarak dünyayı keşfeden Batı, ortak kültürleriyle dünyaya egemen oldular.
Birinci kent devriminde Türkler Orta Asya’da göçebeydi; İkinci sanayi/ kent devriminde ise Lale Devri yöneticileri, İslamı kabul etmiş bir Macar’ın öncülüğünde, ilk devlet matbaasını kurmaya çabalıyordu. Cumhuriyet kurulduğunda tek kentimiz İstanbul’un buğdayı yurtdışından gelirdi. Büyük Kentlerimiz nüfusu 20-30 bini geçmeyen belde ve kasabalardı. Nüfusu 2000‘i aşan belediyelerin kent sayılmasıyla, 1927’de sayımında yüzde 24 kentleşme oranı, 1945’ te yüzde 29 oldu. (DİE, 1990).
Okul yıllarımın geçtiği yerleşmeler, tarım beldeleri idi. Bırakın endüstriyi çoğunda elektrik yoktu. Jeneratör patpatını 1936’da Siirt Halkevinde duymuştum. 1960 Anayasası ile kurulan DPT, ‘Kentleşen ülkeler gelişiyor; kentleşirsek daha hızlı kalkınırız’ varsayımıyla, iç göçü destekleyince, Tekeli-İleri’nin ‘gecekondulu ve dolmuşlu’ adını verdiği hızlı bir kentleşme yaşadık (1990’da yüzde 60). Dış göç kapısı aralanmasaydı, durum daha da kötü olabilirdi. Arabesk İstanbul bu sürecin ürünüdür. Sanayileşmeden kentleştik, ama kentlileşemedik. ‘Sosyal bilincin ekonomik gelişmenin önüne geçmesi’nden yakınan yöneticiler, ulusal ekonomiyi koruyacaklarına, liberal kapitalizme teslim oldular.
Referandumda yaşadığımız sorunların özünde bu çelişki vardır. Kentlilerimiz, parlamenter demokrasi istiyor; ama bu kez de, Parlamenter demokrasiyi besleyen liberal kapitalizm çıkmazda.
Hangi sürdürülebilirlik?
‘Ekonomik Büyüme mi Yaşam mı?’ Tüketim toplumu yanılgısını savunan sözcüler, ‘Hızla artan dünya nüfusunu beslemek ve Dünya barışı için eko-büyümeyi sürdürmek zorundayız’ diyor.
Öte yanda, HABİTAT, Yeşiller, bilim çevreleri ve akademiler, ekonomik büyümenin yaşam küreyi tüketerek çevre sorunlarına yol açtığını savunuyor. Bu iki karşıt görüşün uzlaşacağı ‘Yeni Dünya Düzeni’ bulunmuş değil. Bu sorun parlamenter demokrasiyi de olumsuz etkiliyor. Oylamada, büyük kentlerimizin öne çıkışını özgürlükçü demokrasinin zaferi gibi görüyoruz, ama demokrasinin geleceği güvende değil. Küresel sermaye, basın özgürlüğüne egemen.
Claire Berlinski, Türk demokrasisinin durumunu inceleyen makalesinde, bu düzeni savunan yayınların son oylamadan sonra nasıl çark ettiğini sergiliyor.*
Büyük kentlerimiz gecikmiş kentleşme ve sanayileşme sürecinde ‘parlamenter demokrasi‘ düzeyine geldi; ama demokrasinin yakın geleceği belirsiz. Küreselleşen Dünya’nın refah toplumu sakinleri, ‘Her şey olabilir! Post-gerçekçi yeni demokrasiye de evet!’ diyor. Biz Türkler demokrasi derken, küresel sermaye demokrasiye paydos diyebilir.
Bozkurt Güvenç
*Claire Berlinski, “Demokrasi Nasıl Ölür? Suçlular!’ The American Interest, 24 Nisan 2017, makalesinde: 2010-12 arasında görüş ve yorum değiştiren FP, NYT, FT ve WSJ’ den örnekler veriyor.
Bozkurt Güvenç'in anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 59. sayısında yayınlanmıştır.