Yazı dizimizin sonuna geldik. En son yazı Lozan’a ilişkindi. Lozan ile ülkenin bağımsızlığı sağlanmış ve ülkenin tapusu kurtarıcılarının eline geçmişti Artık yeni bir döneme girilmişti. Yeni dönemin adı Cumhuriyet idi.
Cumhuriyet fikrinin Mustafa Kemal’in zihninde oldukça erken bir dönemde, muhtemelen Suriye görevi sonrası Selanik’te henüz kolağası iken tasarımladığını ileri sürmek eşyanın tabiatına uygun olur.
Bazı anılardan yola çıkıldığında ve kendi ifadelerine bakıldığında imparatorluğun yaşamayacağının bilincinde olduğunu ve gelecek tasarımı üzerine kafa yorduğunu anlıyoruz.
Bunda, birçok etkeni dikkate aldığı açıktır. Milliyetçiliğin yükselmesi, egemenliğin kullanımına ilişkin yaklaşık bir yüz yıldır devam eden arayışlar, Tanzimat ve Meşrutiyet deneyimleri, geri kalmışlığa çözüm arayışları, hürriyetçi yaklaşımları sıralanabilir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası yürütülen Milli Mücadele’nin İstanbul’daki Saray’a rağmen yürütülmüş olması ve başarıya ulaşması Mustafa Kemal’e aradığı fırsatı sunmuştur.
Yeni yönetsel yapı kurma zorunluluğu
Saltanatın 1 Kasım 1922’de kaldırılması kararı, Ankara’da Meclis’in bir başkanı olması ve bu başkanın devlet başkanı sıfatından yoksunluğu devlet başkanlığı konusunda yeni bir yönetsel yapı kurma zorunluluğunu ortaya koymuştur.
Bu durum Mustafa Kemal’e cumhuriyeti kurma olanağı sunmuştur. O da cumhuriyeti yeni yönetim biçimi olarak benimsemiş, Meclis’te de benimsenmesini sağlamıştır.
Cumhuriyet bir devlet yönetim şeklidir. Egemenliğin kullanılması kavramı çerçevesinde anlam kazanır.
İki soruya yanıt bulabilirsek hem cumhuriyeti hem de değerini anlayabiliriz.
Birincisi, yüz yıllardır padişahlık/sultanlık gibi monarşiye dayalı bir sistemle yönetilen bir yapıda cumhuriyet nasıl mümkün olmuştur?
İkincisi, cumhuriyetin kuruluş amacı nedir?
Kısaca yanıt arayalım.
İlk soruya şu cevabı vermek yanlış olmaz:
19. yüzyıl boyunca yaşanan gelişmeler olmasa, yani 1800’lerin başında III. Selim’in niyetlendiği ve giriştiği, II. Mahmut’un sürdürdüğü, Tanzimat ve Meşrutiyet deneyimlerinin sağladığı sosyal, siyasi, ekonomik birikim olmasa cumhuriyet 1923’te kurulamazdı. Bu çıkarım da yeterli değildir. Şunu da eklemek lazımdır: Eğer Mustafa Kemal’in kafa yorduğu gelecek tasarımı ve onun Milli Mücadele başarısı olmasaydı, yüz yıllık birikime rağmen cumhuriyet kurulamazdı.
Yüz yıllık zemin ve liderin Milli Mücadele başarısı cumhuriyetin oturduğu nesnel zemine işaret ederken; Mustafa Kemal’in devrimci, dönüştürücü özelliğiyle de öznel koşulların önemini sergilemektedir.
İkinci sorunun yanıtı esasen çağdaşlaşma çerçevesinde aranmalıdır.
Sorunun yanıtını haftaya anlatmaya çalışacağım.
Cumhuriyet ve devrimler üzerine - 2
Cumhuriyette monarşi yerini halk egemenliğine, Osmanlı kimliği yerini Türk kimliğine bırakmıştır. Bu kimlik siyasi bir kimliktir zira vatandaşı ırk ve din ayrımı gözetmeksizin hukuk önünde eşit kılmıştır.
3 Mart 1924 yasaları Cumhuriyet’in olmazsa olmazlarıdır. Be yasalar sayesinde din-devlet ilişkileri, asker-siyaset ilişkileri farklı bir zemine oturtulmuştur. Yarı şeri hukuk yerini laik hukuka bırakmış, eğitim ve üretim süreçleri yeniden şekillendirilmiştir. 1926’da yürürlüğe giren Medeni Kanun kadın-erkek eşitliğinin bütün boyutlarıyla sağlanabilmesi için maddi zemin yaratmıştır. Kurumsallaşma her alanı kapsamış, çağın gereklerine göre yapılandırılmıştır.
Sonuçta cumhuriyet çağdaşlığa giden yoldur. Ülkenin bağımsızlığını, halkın egemenliğini, ki doğduğu dönemin koşulları dikkate alındığında büyük bir demokrasi adımıdır; ve bireyin özgürlüğü ile eşitliğini kalıcı kılma arayışının kendisidir. Bağımsızlık kapitülasyonların kaldırılmasıyla sağlanmış; çok partili yaşama geçişle egemenliğin halka geçmesinde ileri adım atılmış; laik eğitim ve hukuk düzeyiyle bireyin özgürlüğü ve eşitliğinin önü açılmıştır.
Cumhuriyet rejiminin toprak reformunu gerçekleştirememesi, Köy Enstitülerini yaşatamaması, darbelerin öncesindeki ve sonrasındaki gelişmeler yüzünden giderek asli niteliklerinden uzaklaşmasına yol açmıştır.
Cumhuriyet kuvvetler birliği ilkesi etrafında şekillendirilmiştir. 1960 Anayasası ile kuvvetler ayrılığına yönelim sağlanmıştır. 1980 Anayasası ve özellikle 2017 halk oylaması sonrasında yapılan anayasa değişikliğiyle kuvvetler ayrılığı vasfı kaybolmuştur. Son dönem adımları cumhuriyetin gerçek demokrasiyi egemen kılmayı amaçlayan özelliğini güdükleştirmiş ve sandık demokrasisine indirgemiştir.
Toplumsal görev, cumhuriyetin yaratmak istediği ancak gerçekleştiremediği demokrasi boyutunu yani gerçek kuvvetler ayrılığını da içeren hukuk devletini yeniden inşa etmektir.
Bu görevi ancak cumhuriyeti ve kazanımlarını benimseyenlerin örgütlü çalışması sağlayabilir. Tabii ancak millî iradenin oluştuğu egemenliğin merkezini Meclis’e egemen olarak ve kurucu atanın Medenî Bilgiler’de (s. 32) tanımladığı tarzda hareket etmeyi rehber edinmeliyiz:
“Cumhuriyet’te, Meclis, Reisicumhur (cumhurbaşkanı) ve hükûmet, halkın hürriyetini, emniyetini ve rahatını düşünmek ve temine çalışmaktan başka bir şey yapamazlar.”
Cumhuriyeti ve devrimleri yaşatmak aslî görevdir.
Ahmet Yavuz
Not: HBT’de aralıklı olarak yaklaşık dört yıldır sürdürdüğümüz Mustafa Kemal ile Anadolu’da yaptığımız yolculuğun sonuna geldik. Elbette yeni yazılar ile zaman zaman okurlara ulaşacağım.