Ulusal onurumuz ve kişisel kusurum!

Bozkurt Güvenç
Ulusal onurumuz ve kişisel kusurum!

Yarın 6 Mayıs, ilk baharın tam yarısı, Hıdrellez Bayramı. Kırdaki oyunlarda söylenen bir oyun tekerlemesini anımsıyorum: ‘Yarın bayram/ Üç kaşık ayran/ Sana da yeter bana da!’ Çoktandır kutlanmadığım için belki de doğru hatırlamıyorum. Artık bayramları ve sevinçlerimizi paylaşmadığımız için, geriye, Referandum tartışmaları gibi acılı yanılgılar kalıyor.

Ulusal Onurum

Halk oylamasına sunulan Yeni Anayasa tasarısını okuduğumda önce pek ciddiye almamıştım. Çağdışı bir geriye dönüş ve tarihi bir yanılgı ve utanç belgesi TBMM’den geçebilir miydi? Belge, Anayasa Komisyonu’ndan özüne ilişmeyen bir iki değişiklikle kamuya duyurulmadan hızla geçirildi. Genel Kuruldaki tartışmalar da, metin önceden saptanmış bir program uyarınca, aynen kabul gördü ve onay için Cumhurbaşkanlığı’na sunuldu.


Anayasal inceleme süresini son gününe kadar kullanan Sayın Cumhurbaşkanı da tasarıyı onaylayınca, tasarı yasalaştı. Bütün umutlar, iki ay sonraki halkoylamasına kalmıştı. Evet/Hayır kampanyaları artan bir gerilim sürecinde içinde sonuçlandı. Yöneticilerin gayri resmi açıklamasına göre Yeni Anayasa yasalaştı. Anayasa olayı bitti-bitmedi tartışmaları bir süre daha devam edebilir ama, nasıl sonuçlanacağını kimse bilemiyor. İçerde ya da dışarda kimler tasarlamışsa, böyle çağdışı bir anayasanın kamuoyuna sunulmasını bile ulusal onurumuza bir saygısızlık olarak görüyordum. Toplumca yoksul, eğitimde gecikmiş, demokraside gelişmemiş olabiliriz ama, doğrusu bu kadar geri olmadığımızı savunuyordum. Sürecin bir yerde duracağından son derece umutlu ve emindim. Oysa fena halde yanıldım.

Kişisel Kusurum

Yanılmakla kalmadım, okuyucuları ve izleyenleri de yanılttım. Yanılgıyı unuttuğum için kendimi bağışlamıyorum. Oysa, çağımızın tarihçi filozofu Bertrand. Russell, J. J. Rousseau değerlendirmesinde yanılmış olabileceğini kabul etmişti. Savaş sonrasında ülkemizde uzun yıllar çalışan İngiliz gazeteci de, Türkler kitabında şu uyarıyı yapar: ‘Bütün nesnel veriler, bir sonucun kesin olduğunu gösterse de, Türkiye’de beklenenin tam aksi gerçekleşebiliyor.’

Yanılmak, yazarlığın şanındandır, neden olmasın? Önce tasarıyı ciddiye almamakla; sonra Anayasa komisyonundan geçmeyeceğini söylemekle; ardından Meclis Genel Kurulundan döneceğini beklemekle; Cumhurbaşkanı tarafından gerçekleşmemek üzere tasarlandığını yazmak; onaylanmayacağını ummakla; karşı kampanyalardan sonra da, halkoylamasından döneceğine inanmakla... ‘Yanılma hakkı!’ ama, doğrusu bu kadar üst üste yanılmaktan, ülkemi yeterince tanımamış olmaktan mahcubum. Bu kadar yanılgı, dilimizde caiz görülen hata sınırlarını aşıyor ve yanıltmaya giriyor. Sorun, insanların inandıklarını gerçek sanmasından kaynaklanıyor olabilir. (Bkz. Rita Urgan’nn çevirisi HBT, sayı 56: 5-6.)

Sürecin bitmediğini ve yanlış hesapların er geç bir yerlerden döneceğini savunmak, bu sonucun demokrasiye veya üçüncü Cumhuriyete bir geçiş olduğu inancımı sürdürüyorum. Ama bu inanç, yanılgımın sorumluluğunu azaltmıyor. Parlamenter demokrasiyi savunanları, toplumun geçirdiği köklü değişimleri izlememekle eleştirenler belki haklı olabilir. Ne var ki, ulusal varlık sorunumuz, haklı ya da haksız olmak değil, sorunlara doğru çözümleri bulmaktır. Sanımca çözüm, yurttaşlarımızın dünya görüşünde ya da kültürel kişiliğinde. Bu kişilik, anayasayla değil, kırk yıldır ısrarla uygulanan eğitim politikalarıyla iki kuşakta yaratıldı. Düzeltilmesi için milli eğitim politikamızın değiştirilmesi, ötekileştirmeyen, demokratik ve laik bir politika gerekli.

Milli politika da bugünden yarına kesin çözüm değildir. Sabırlı olmak, milli kültürü, dili ve kimliği okul öncesi çağda yoğuran kadınların temel eğitiminden başlamak zorunlu görünüyor.

Bozkurt Güvenç

*Bozkurt Güvenç'in anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 58. sayısında yayınlanmıştır.

Bozkurt Güvenç