Türk toplumu zamanın ve dünyanın neresinde?

Öne Çıkanlar Toplum
Türk toplumu zamanın ve dünyanın neresinde?

İnsanoğlu eski çağlardan beri, kendisini sorgulamıştır. Diğer canlılardan farkını belirten kimi tanımlar da bulmuştur. İnsan, konuşan hayvandır. İnsan, sosyal hayvandır. İnsan, alet yapan hayvandır, gibi.

Bu tanımlardan en güzeli, Louis Bolk tarafından yapılmıştır: İnsan eksik doğan bir canlıdır. Bu eksikliğini eğitimle tamamlar. Yani zengin içgüdülerle doğan pek çok hayvan, kısa sürede hayata atılıp yetişkin haline gelebilir. Ataları gibi aynı yuva, aynı hareketler, aynı besinlerle hayatını tamamlar.

Oysa insan, onlardan farklıdır. İnsanın birikimi ve çevresiyle ilişkisi kendisine özgüdür. Kısaca insan kişilik ve davranışları, doğum öncesi ve sonrası özelliklerinin bir sentezidir. Prenatal (doğum öncesi, genetik miras) ve postnatal (doğum sonrası çevre faktörleri) özelliklerinin bileşimi, insanı oluşturur. Doğum öncesi için buradan söyleyecek çok şey yok. Ama doğum sonrası çevre, sosyalizasyon (kültürleşme) ve özellikle de örgün eğitim, insanı şekillendirme açısından çok önemlidir.


Bebek: Toplumsal barbar  

Antropologlara göre doğan her bebek, toplumsal bir barbardır. İnsan potansiyeliyle doğan bebeğin yetişkin bir insan olması, uzun bir eğitim çabasına bağlıdır. Bu anlamda eğitim, toplumsal kuşaklar için bir ara kayışıdır. Yani eğitim, toplumları yeniden üretme çabasıdır. Eğitim, yeniden üretmeyi bireyler üzerinden gerçekleştirirken, bir taraftan da yenilikleri (çeşitli keşif, değişik kültür ögelerini, vb.) yeni kuşaklara aktarır. Yani eğitim, bir yandan güncelde yaşayabilecek kültür ögelerini gençlere aktarırken, diğer yandan yaşanan zamanın yeniliklerini gençlere kazandırır.

Böylece kurum olarak eğitim, toplumu sürdürmek ve yenilemekle yükümlüdür. Bu anlamda gençlere ne öğretilecek, kim öğretecek, ne süre öğretilecek, nerede öğretilecek vb. gibi sorular önem kazanır. Sonuçta, her toplum kendi politikasına ve koşullarına göre bir eğitim sistemi oluşturur. Bu sisteme önemli etkiler yapan küreselleşme olgusu da, daha başlangıçta hesaba katılması gerekli bir faktör olmuştur. Kısaca eğitim olayının küresel dünyadaki önemi yadsınamaz bir gerçektir. Çünkü eğitim tartışmasız biçimde birey ve toplumun niteliğini belirlemektedir.

Şimdi gelelim Türkiye’nin dünyadaki yerine:

Dünyadaki yerimiz

Spor şampiyonalarından bilgi yarışmalarına kadar maalesef küresel sıralamada yerimiz, çok da parlak değil. Geleneksel olarak bu toplumdan filozof yetişmez, sanat destek görmez, bilim insanı horlanır. Ama kamu politikalarını neden düzeltemiyoruz?

  • Yargıyı, uluslararası ilişkileri, eğitimi, göçü, yönetim biçimini vb. neden yerli yerine oturtamıyoruz?
  • Neden insani gelişmişlik düzeyimizden, PISA'daki sonunculuklardan, yoksulluktan, sahtekârlıktan şikâyetçi değiliz?
  • Neden herkes politikayla ilgili?
  • Bütün gazete, radyo ve televizyon kanalları sürekli siyaset ve spor yayını yapıyor da, eğitim programları neden gece 02:30’da yayınlanıyor?

Türkiye Cumhuriyeti, yıkılan bir Osmanlı Devleti üzerine, çağdaş ve bağımsız bir devlet olarak kuruldu. Büyük aşamalar kaydetti. Ama ivmeyi neden kaybettik? Kalkınma yarışına birlikte başladığımız ülkeler neden bizi katladı?

Bakınız, ülke gündemimizde neler var: Döviz, borsa, Fetö, terör, Işid, görüntülü basın kahramanlarının aşkları, bürokrasinin yeniden oluşturulması, vb. Mevcut sorunlarla, bunlara karşı tavır alış veya ilgilenilen konular o kadar farklı ki! Bu durumu açıklamak mümkün değil.

Hayatı basitleştirmişiz. Siyasi sorunları film oyuncularına, ekonomik sorunları futbolculara analiz ettiriyoruz. Herkes durmadan konuşuyor. Hem de hiç bilmediği konularda en çok konuşuyor. Toplumda vatandaşlık bilinci ve güven kalmadığı için katılacak grup, örgüt, parti arayışı yaygın. Basın kamuoyuna tarafsız bilgi vermekten çoktan vazgeçmiş.

Aklıma geliveren şu sorunlara kaç kişi cevap verebilir durumda, ya da bu soruları düşünüyor?

  • Eğitimle, öğretim aynı şey mi?
  • Diplomalı insanlar neden bağımsız birey olamıyor?
  • Türkiye, Fıkıh’tan modern hukuka neden geçmiştir?
  • Işid’le ilgili ahkâm kesenler, bu işlerin 19. yy.’da tezgâhlandığının farkında mı? Albert Dike’nin mektuplarını (1880) okudular mı? (Bkz. Işık Evren Türk)
  • İslam dünyası neden ateşin içinde?
  • Zaman ve varoluş ne zaman başladı?

Sorumlu biziz

Kısaca, 21. yüzyılda yaşayıp da, neolitik dönemin zihniyetini sürdürmeyi istemek büyük bir çelişkidir. Cumhuriyet döneminde bu asil millet büyük başarılar yakalamıştır. Toplumun bir ucunda Nobel alanlar, gurur duyulacak akademik ve sanatsal ürün ortaya koyanlar pek çoktur. Maalesef, öbür ucunda bilim ve çağdaşlıkla kavga edenler de pek çoktur.

Bunun yegâne sebebi, eğitim sürecini gerektiği şekilde kurgulayamamış olmamızdır. Bunun açıklaması, önce Milli Eğitim Bakanlarından sonra onların parti/hükümetlerinden sorulmalıdır. Hala Cumhuriyet değerlerini paylaşamaz durumda isek bu önce, bizim sorunumuzdur. Üst akıl, emperyalist baskı, sömürü ekonomisi gibi yuvarlak kavramlarla etrafı suçlamanın hiçbir yararı yoktur. Küreselleşme sonucu vatandaşlık kavramı, sadece ülkenin değil dünyanın aktif bir üyesi olmak şeklinde anlamını geliştirmiştir.

Sonuç olarak, yeterince eğitilmemiş insanların bu küre üzerinde yaşayabilmeleri ciddi şekilde sorgulanmakta ve zorlaşmaktadır. Lütfen eğitimi siyasi ve istatistiki bir amaç olmaktan çıkartarak, konunun uzmanlarınca oluşturacak bir sistem olmasına izin verelim. Nüfusun tamamına çağdaş ve laik bir eğitim imkânı sunalım ve onların dünyayı doğru okumalarına engel olmayalım.

Unutmayalım ki, kutsal kitabımız, oku diye başlar ve içeriğinin en az onda biri öğren, sorgula, anla, hiç mi merak etmedin vb. ifadelerden oluşur.

Prof. Dr. Halil İbrahim Ülker / Atılım Üniversitesi, İşletme Fakültesi