Yaşamı daha anlamlı kılmanın 4 yolu

Öne Çıkanlar Yaşam Bilimleri

Araştırmalar anlam ile mutluluğun birbirlerine ters düşebileceklerini de ortaya koyuyor. Yaşamları en anlamlı olan kişilerin “vericiler” oldukları, ancak en mutlu kişilerin “alıcılar” oldukları görülüyor.

“Yaşamın anlamı” can alıcı bir önem taşıdığı herkes tarafından kabul edilen, ancak kimsenin gerçekte tam olarak tanımlayamadığı bir kavram. Dahası, kimse anlamlı bir yaşama nasıl erişilebileceği konusunda da kesin bir bilgiye sahip değil.

Yazar ve ruhbilimci Emily Esfahani Smith’in The Power of Meaning: Crafting a Life That Matters (Anlamın Gücü: Yaşamı Anlamlı Kılma Sanatı) başlıklı kitabı bu konuyla ilgili bilimsel araştırmalardan yola çıkarak kafamıza takılan birçok soruya açıklık getiriyor.


Araştırmalar insanların mutsuz olduklarından değil, yaşamlarında bir anlamdan yoksun oldukları için intihar ettiklerini ortaya koyuyor. Öyle ki, yaşamın “hazzın iyi, acının kötü” olduğunu savunan Epikürcü düşüncenin çok ötesinde bir kavram olduğu söylenebilir.

Araştırmalar anlam ile mutluluğun birbirlerine ters düşebileceklerini de ortaya koyuyor. Yaşamları en anlamlı olan kişilerin “vericiler” oldukları, ancak en mutlu kişilerin “alıcılar” oldukları görülüyor.

Bunun en çarpıcı örneğini anababalık oluşturuyor. Bebeğin kirli bezlerini değiştirmek kimseyi mutlu etmiyor. Çocuk yetiştirmek çuvalla para döktürmeyi gerektiriyor ve çocuklara yapılan yatırımın hiç bir getirisi olmuyor. Çocukların anababaları daha mutlu kılmadıkları araştırmalarla da gözler önüne seriliyor. Avrupa ve Amerika’dan elde edilen istatistiksel veriler anababaların genelde çocuksuz bireylerden çok daha mutsuz olduklarına, yaşamları, evlilikleri ve ruhsal sağlıkları bağlamında doyum düzeylerinin çok daha düşük olduğuna işaret ediyor. Kuşkusuz, bu durum insanların bir koşu gidip kendilerini kısırlaştırmaları gerektiği anlamına gelmiyor.

Yaşam yalnızca mutluluktan ibaret değil

Emily’nin de kitabında belirttiği gibi, araştırmalar çocukların insanların yaşamlarına inanılmaz bir anlam kattığını da ortaya koyuyor. Çocuğun dünyaya gelmesini izleyen yaklaşık bir yıl boyunca geceleri uykusuz kalmak insanı mutlu etmiyor. Ancak görüldüğü kadarıyla, yaşam yalnızca mutluluktan ibaret değil. Anababalık, vermenin en uç biçimini oluşturuyor ve vericiler de anlamlı bir yaşam sürdürüyorlar.

Öyleyse, yaşamı daha anlamlı kılmak için mutsuz olmak mı gerekiyor? Neyse ki, hayır.

Salt mutluluğa odaklı bir yaşam anlık müthiş bir haz duygusu uyandıran-ardından mide ağrısı, pişmanlık ve diş çürükleri gibi sorunların yaşandığı- koskoca bir dondurma külahını andırır. Anlamlı bir yaşam da insanlarda güzel duygular uyandırır, ancak bu biraz daha zaman alır.

Araştırmacılar 10 gün boyunca bir grup öğrenciden yaşamlarını anlamlı kılacak birtakım eylemlerde bulunmalarını istediler. Denekler insanlara yardımcı oldular, derslerine çok çalıştılar, arkadaşlarıyla hoşça vakit geçirip onlara moral verdiler. Aynı araştırma kapsamında bir başka gruptan da kendilerini mutlu edecek edimlerde bulunmaları istendi. Bu kişiler uyudular, video oyunları oynadılar, tatlılar yediler (Bir olasılıkla başka şeyler de yaptılar, ama bilindiği kadarıyla kimse ne gebe kaldı, ne de karaciğer yetmezliğine uğradı.)

Araştırmanın sonunda, tam da beklenildiği gibi, ilkin “mutlu olmaları istenen” grubun daha mutlu, “yaşamlarını anlamlı kılmaları istenen” grubun da yaşamlarını daha anlamlı kıldıkları görüldü. Ne var ki, üç ay sonra işler değişti. İkinci grubun mutluluk duyguları hızla yok olurken, anlam peşinde koşan grubun üyeleri kendilerini çok daha “değerli” ve “yaratıcı” bulduklarını ve “benliklerini aşan bir şeyin parçası oldukları” duygusuna kapıldıklarını belirttiler. Dahası, bu kişilerin olumsuz duygularında da bir azalmaya tanık olundu. Görünüşe bakılırsa, anlam peşinde koşmak gerçekte ruhsal sağlığı körükleyici bir etki yaratmaktaydı.

Anababalık son derece zorlu bir iş olabilir. Ancak çocuk sahibi olmak yaşama ciddi bir anlam da katıyor. Tavşan ile kaplumbağa masalından yola çıkacak olursak, bu bağlamda anlam kaplumbağayı, mutluluk da tavşanı simgeliyor. Yarışı kimin kazandığını bir anımsayın. İşte, burada da aynı durum söz konusu. Öyle ki, uzun erimde anlam mutluluktan daha ağır basıyor.

Anlam nasıl kazandırılabilir?

Peki, yaşama nasıl anlam kazandırabiliriz? Emily’nin kitabında araştırmalarda yaşamı anlamlı kılabilecek dört unsurun sürekli karşımıza çıktığına dikkat çekiliyor:

1-Ait olma

İntihara yol açan unsurun mutsuzluk değil, anlamdan yoksunluk olduğunu anımsayın. Toplumbilimin babası sayılan Emile Durkheim intiharla ilgili toplumsal istatistikleri incelediğinde, sayıların nüfus özelliklerine göre çok dağınık bir görünüm sergilediğine tanık olmuş ve buna bir anlam verememişti. Örneğin, savaşın ortasındaki bir ülkede yaşamak gerçekte intihar eğilimini azaltmaktaydı. Eğitimli olmak intiharlarda bir artışa yol açmaktaydı. Yahudiler daha eğitimli olmalarına karşın, bu kişilerin yaşamlarına kıyma olasılıkları daha düşüktü. Peki, bunun ardında yatan tam olarak neydi?

Olay ait olma ile ilintiliydi. Savaş korkunç bir şeydir, ama insanların düşmana karşı birlik olmalarını sağlar. Eğitim genelde okula gitmek uğruna aileden ve dostlardan ayrı kalmak, ya da güzel bir işi kaçırmak anlamına gelir. Yahudiler daha eğitimliydiler, ama genellikle bireyler arasındaki bağların güçlü olduğu topluluklarda yaşıyorlardı.

İnsanların yaşamlarına anlam katmalarının en hızlı yolu bağlı oldukları topluluklardaki bireyleri çok daha sıklıkla görmeleridir. Bir topluluğa bağlı değilseniz, katılmayı deneyin, ya da yeni bir topluluk oluşturun. Ortak bir çıkarda birleşen insanları düzenli olarak biraraya getirmek, cep telefonunda mesajlaşmak denli kolay bir iş.

Tamam, bir yere ait olmak gerekli. Ancak yaşam bir yere ait olmakla kalmıyor. O zaman ne yapmalı?

2-Amaç

Amaç sözcüğü kesinlikle göz korkutucu bir sözcük. Sakin olun-kansere çözüm bulmak için çabalamak zorunda değilsiniz. Amaç, ne yaptığınızdan çok, yaptıklarınızı nasıl gördüğünüzle  ilgili bir kavram. Emily kitabında hoş bir öyküye yer veriyor. 1962 yılında Başkan Kennedy NASA’yı ziyareti sırasında temizlik görevlilerinden biriyle karşılaşır ve ona ne iş yaptığını sorar. Temizlik görevlisi, “Aya insan gönderilmesine yardımcı oluyorum,” diye yanıtlar. Ona “çöpleri boşaltıyorum” demez. İşte amaç budur. Gelişimsel ruhbilim uzmanı William Dawson amaç için iki unsura gerek olduğunu söylüyor. Öncelikle, amaç kararlı ve uzun erimde ulaşılan bir hedeftir. İnsanların onları devinime geçirecek ve edimlerini onun çevresinde düzenleyebilecekleri bir şeye gereksinimleri vardır. İkincisi, amaç dünyaya bir katkıda bulunmakla ilgilidir. Sizin dışınızda birilerinin yaşamlarında bir farklılık yaratır.

Wharton Üniversitesi uzmanlarından Adam Grant  500 farklı meslekten 200 milyonu aşkın kişi üzerinde yaptığı bir araştırmada en çok hangi mesleklerin anlamlı olduklarını belirlemeye çalıştı. En üst sıralarda yer alan cerrahlar, din adamları, eğitmenlerin işleri hep başkalarına yardımcı olmakla ilintiliydi. Bu durumda iş yaşamınızdaki rolünüzü nasıl daha anlamlı kılabilirsiniz?Üstlendiğiniz rolü daha anlamlı kılabilecek hedef nedir? Bu rol başkalarının yaşamlarını nasıl daha iyiye götürebilir?

Artık bir yerlere ait olduğunuz duygusuna sahipsiniz ve yaptıklarınızın bir amacı var. Gelgelelim, bu ikisi yine de yaşamınızın derin bir “anlamı” olduğunu söylemeye yeterli değil.

3-Öykücülük

Beyninizin öykülere bağlı olarak işlediğini unutmayın. Öyküler dünyayı anlamlandırmamıza olanak tanırlar. Ayırdında olsun ya da olmasın, her insanın yaşamla ilgili olarak kendisine anlattığı bir öyküsü vardır. Bu öykülerde anlatıcılar sıkıntılardan kurtuluşa doğru yol alırlar- olumsuz bir deneyimin ardından bunun doğurduğu olumlu bir olguyu yaşarlar ve bu yüzden de çektikleri acılar yaşamlarına bir anlam kazandırır.

Yaşamlarında anlamdan yoksun olanlar genellikle “kirli bir öykü” anlatırlar. Bu öykülerde acılar herhangi bir gelişmeye neden olmazlar. Kötülüklerden hiç bir iyilik gelmez. Siz de bunlardan mısınız?

Eğer öyle ise, kişinin içsel öyküsünü değiştirebileceğini bilmek sizi rahatlatabilir. Kişi öyküsünün hangi sahneleri içereceğine ve sonunun ne olacağına karar verebilir.

Teksas Üniversitesi toplumsal ruhbilim uzmanlarından Prof. James Pennebaker’in araştırması 4 gün boyunca yalnızca 20 dakikayı öykünüzü yazmaya ayırmanın yaşamınızda çarpıcı bir gelişme sağlayabileceğini ortaya koyuyor. Bu süreç kişinin kaygılarının, üzüntülerinin ve yürek sızılarının üstesinden gelmesine yardımcı oluyor. Sorunlarını yazıya döken kişilerin kendilerini çok daha mutlu hissettikleri, daha rahat uyudukları ve akademik yaşamlarında daha başarılı oldukları görülüyor. Kısacası, dünyayı değiştiremeseniz bile, öykünüzü değiştirmek elinizde.

Dostlar, amaç ve öykülerden söz ettik. Ancak yaşamı anlamlı kılan asıl içgüdüsel unsur nedir?

4-Kendinizi aşın

İşte size insanın gözünü korkutan bir başka sözcük daha. Ama kaygı duymanıza gerek yok. Çünkü aşkınlık kaldıramayacağınız yükte bir ağırlığı kaldırmanızı, ya da içinden çıkılması güç bir matematik işlemini çözmenizi gerektirmiyor.

Yaşam insana kimi zaman son derece sıradan ve önemsiz gelebilir. Düşüncelerinizi- işiniz ya da gönül ilişkiniz gibi- birkaç konuya, ya da tek bir konuya odaklamış olabilirsiniz. Derken gözünüzde büyüttüğünüz bu balon patlar. İşinizden atılırsınız, ya da sevgiliniz sizi terk eder. Yaşamla tek bağınız artık yok olup gitmiştir. Bu kesinlikle yıkıcı bir durumdur. Orada bir yığın olanaklar ve olasılıklarla dolu koskoca bir dünya vardır, ama kişi o anda bunlarla ilgilenecek durumda değildir. Her şey ona anlamsız gelir.

Gelgelelim, kişide yaşamın ne denli büyük ve büyüleyici olduğu duygusunu yaratabilecek deneyimler vardır. Bunun gizi, etkisi son derece büyük olan minicik bir sözcükte saklı: dehşet.

Uzay adamları dünyaya uzaktan bakmanın bu tür yaşamı değiştirici aşkın duygular yarattığını söyleseler de, biraz daha yaşama geçirilebilir bir seçeneğe odaklanmak çok daha yerinde olur.

Doğaya çıkın. Araştırmacılar bir grup denekten 60 metre yüksekliğindeki ağaçlara uzun uzun bakmalarını, bir başka gruptan da yüksek yapılara bakmalarını istediler. Ardından yapılan deneylerde ağaçlara bakanların yapılara bakanlardan çok daha yardımsever davrandıklarına, korkuyla karışık bir şaşkınlığa kapılan kişilerin kendilerini  daha az önemsediklerine ve bu duygunun da bir olasılıkla onları daha cömert kıldığına tanık olundu. Daha önceleri, birçoğumuz gibi, kendilerini dünyanın merkezi sanan kişilerin bu kibirli tavırlarından vazgeçtikleri ve kendi dünyalarının dışına çıkarak başkalarıyla bağlantı kurdukları ve düşüncelerini onlara odakladıkları da görüldü.

Öyle ki, yaşamınızı anlamlı kılmak için uzay aracına gerek yok. Büyük Kanyon’a, ya da Peri Bacalarına bir yolculuk da işe yarayabilir.

Sonuç

Toparlayacak olursak, yaşamınızı daha anlamlı kılmak için:

-Bir topluluğa ait olun: Öğle yemeğini dostlarınızla birlikte yiyin

-İşinize bir amaç katın: Çöpleri boşaltmayın, Ay’a ayak basacak birine yardımcı olun

-Öykünüzü ustalıkla işleyin: Sonunu kurtuluşla getirin ve yaşamınızın kahramanı olun

-Kendinizi aşın: Doğa alabildiğine büyük, oysa sorunlarınız ufacıktır.

Yaşam güç olabilir, ama güçlüklerin- mutluluğunuza gölge düşürse bile- yaşamı anlamlı kılmada temel bir rol oynadığını ve uzun erimde de asıl bunun önemli olduğunu asla unutmayın.

Derleyen: Rita Urgan

Kaynak


*Bu yazı HBT'nin 54. sayısında yayınlanmıştır.