Koronavirüs konuşuyor: Ey insanoğlu önce evreni, evrimi ve kendini tanı

Koronavirus Öne Çıkanlar
Koronavirüs konuşuyor:  Ey insanoğlu önce evreni, evrimi ve kendini tanı

“Varlık sonsuzdur: çünkü yasalar evreni süsleyen canlı hazineleri korur”

 Goethe

Birkaç aydır sizlere büyük üzüntüler verdiğim için çok üzgünüm. İnanın amacım kimseyi öldürmek değil. Şu anda hem benim hem insanların kafası çok karışık, büyük bir yanlış anlama içindeyiz. Ben canlı bile değilim. Canlılar ile cansızlar arasında bir yerdeyim. Benim dahil olduğum virüs ailesi mikropların en küçüğü. Bir hayvan hücresi 5-30 mikron büyüklüğünde, bakteri denilen minicanlılar 3-5 mikron iken benim büyüklüğüm sadece 0.003-0,5 mikron. Neslimi devam ettirmekten başka bir amacım yok ve bunun için de maalesef tam donanımlı hücrelere ihtiyacım var. Kendimi kopyalamaktan başka bilgim ve amacım yok zaten. Kimseye dost veya düşman değilim. Kimseden de korkmuyorum diyecektim ama şu fazla ses çıkarmayan gerçek bilim insanlarının korkulu rüyam olduğunu belirtmeliyim.


Çevre ve insan

Dünyamız 4,5 milyar yıl önce oluştu. Bundan 1-1,5 milyar yıl sonra deniz dibindeki sıcak “kaplıcalar” da oluşan maddeler (herhâlde sıkıntıdan bıkmış olacaklar) birleşip bir dizi molekül oluşturdular ve derken kendini kopyalayabilen RNA ve DNA diye bilinen kalıtım moleküllerini icat ettiler ama benim gibi virüslerin çoğalması güdük kaldı; soyumuzu sürdürebilmemiz için mutlaka bir başka hücreye gereksinimimiz var. Halbulki “canlı” dediğimiz öbür mikroplar, kendi başlarına üreyebilecek tüm gereçlere sahipler. Örneğin bakteriler, mayalar; bunların çoğu besin buldukça kendi başlarına (diğer canlıların üstünde ve içinde) ürüyebiliyorlar. Onun için benim gibi bir “yarı-canlıdan” neden bu denli korkulduğunu anlamakta güçlük çekiyorum. İnsanlarla aramızda büyük bir anlaşmazlık var; sorunu bir an çözmemizde büyük yarar var. Yoksa, benim uzaktan akrabalarım olan grip virüslerinin yaptığı gibi milyonlarca insan ölmeye devam edecek. Gerçi kendini “akıllı” sanan ve doğadan üstün gören insan türü, doğayı hızla kirletip birçok varlığın ölümüne yol açıyor, kendi sonunu hazırlıyor ama ben gene de dayanılmaz acıların nedeni olmak istemiyorum.

Gerçekten canlı olan diğer mikropları kıskanmıyor değilim. Baksanıza, o mikroplar dünyayı idare ediyorlar. Bunu ilk kez dile getiren bilim adamı (Gould) epey hücuma uğradı ama doğru söylüyordu. Bakınız, mikroplar yaşamın temeli; onlar olmasa hiçbir bitki, omurgalı, omurgasız hayvanlar var olamaz, hayatta kalamazdı. Sizin insanların vücudunu ele alalım. Bir insanın vücudundaki tüm hücre sayısı kabaca 110 trilyon civarında. Ama her insan vücudu kendi hücrelerinin en az iki katından fazla mikrop taşır. Bilimciler bu gerçeği daha yeni öğrendi. Sizin anlayacağınız her insan vücudu bir karmaşık hücre topluluğundan ibaret. Deriniz, eliniz, ağzınız, kadınların döl yolu, hele hele bağırsaklarınız tam bir mikrop yuvası. İşin tuhafı bu mikrop örtüsü (microbiota) olmasa canlı ve sağlıklı kalmanız olası değil. Ah şu bilim adamları, kör inançların mışıl mışıl uyuttuğu insanları neden uyandırırlar ki… Aslında ben bir tek bilimcilerden korkarım. Hele şu mikrop kuramını ortaya atıp kanıtlayan Pasteur ve Koch gibi bilimciler yok mu?

Dünyada milyonlarca çeşit virüs var ama sadece 5000 kadarı iyi tanınıyor. İnsanoğlu vücudunda taşıdığı bakteri, maya vb minicanlı sayısını ve çeşidini daha yeni yeni keşfediyor. Henüz birlikte yaşadığı virüslerden pek haberi yok. Benim virüs ailesinin insan yaşamına katkısı nedir henüz bilinmiyor. Aslında virüslerin kökeni de bilinmiyor. Kimisi, hücreler arasında kalıtsal bilgi taşıyan, “plasmid” denilen çember DNA parçalarından ibaret olabilir. Diğerleri bakterilerden köken almış olabilir. Ama önemli olan şu: virüsler hücreler arasında yatay bilgi taşıyabilirler, ki bu da kalıtsal bilgiyi artırmaya yarar. Başka bir deyişle biz virüsler, doğada henüz cinsel üreme icat edilmemişken bu işi becerdik, yani, kalıtımda çeşitliliğe (genetic diversity) yol açtık. Bu da evrimi hızlandırdı. Şimdi daha çarpıcı bir geçeğe parmak basalım; insanların vücutlarında taşıdığı, virüsler dahil tüm minicanlılara ait DNA miktarı, insanın kendi öz DNA’sının en az 100 katıdır. Bu kadar mikrop DNA’sı yani “kalıtım bilgisi” ne işe yarıyor bilmiyorsunuz, birkaç kişi dışında araştırmıyorsunuz, işiniz gücünüz bizi suçlamak…

Yeni hastalık tanımı

Başlangıçta amacımın kimseyi öldürmek olmadığını söylemiştim. Benim amacım üremek, üremek için konağa ihtiyacım var, ben neden konağı öldüreyim? Bunu biraz açayım. Siz insanlar çocukluğumuzdan beri “mikrop” deyince hastalık?  “Düşman “diye büyütüldünüz. Bu yarı-doğru olgudur. Şimdi en azından bilimciler biliyor ki mikropların yüzde 99,99 hastalık yapmıyor, aksine dünyaya hayat veriyor. Yani sizi hasta eden ve öldüren mikrop adedi devede kulak. Dünyadaki tüm madde döngüsünü mikroplar idare ediyor. O halde neden hasta edici (pathogen) mikroplar var? Gelin hastalık tanımını yeniden yapalım. Amerikalı yazar Dr. Lewis Thomas bunu sizin için 2000’li yıllarda yaptı. Ona göre dünyada kimse kimsenin düşmanı veya bir dostu değildir. Herkes yaşamak ve üremek için çaba veriyor.

Yaşam evrilerek oluştu. Onu sürdürmenin birkaç katı koşulu var: İş birliği, Değişim, Yarış, Seçilim.  Evrimin de ilk kuralı sınırlı iş birliğidir. Herkesin bir yaşam alanı vardır ve tüm canlılar bu alana saygılı olmak zorundadır. (Yoksa, yarış ve sonra kavga başlar). Kısacası, herkes kendi ve komşusunun SINIR’ını bilecek.  Bu açıdan bakınca “hastalık” bir sınır aşma olayıdır. Birinin aç gözlülüğüdür. Birinin “hep bana hep bana” demesidir. Peki, özellikle insanlarda sık görülen bu açgözlülük nasıl denetlenebilir?  İşte bunun için tüm canlılarda bir sınırları “denetleme” (savunma/koruma) sistemi vardır. Buna bağışıklık sistemi diyorlar.

Tek hücreliden çok hücreliye kadar tüm canlılarda böyle bir denetim (bağışıklık) sistemi var olmak zorunda, çünkü bilerek bilmeyerek sınır aşmaları her zaman olacaktır. Aslında ben, SARS virüs ailesinden biri olarak yarasa gibi hayvanlarda hiçbir sınırı aşmadan, sıkıntı yapmadan birlikte yaşamanın yolunu buldum, biz hayatımızdan memnunuz. Ama bazı insanlar beni vücutlarına aldılar. Ne yapacağımı bilmiyorum. Biz, yarasanın bağışıklık sistemiyle gayet uyumlu bir şekilde yaşıyorduk. Hala aramızda bir sınır sorunu yok. Ama insanların vücutlarına bilmeyerek girdikten sonra durum birden değişti. İnsan bağışıklık hücreleri bizi daha önce hiç görmedikleri için, yabancı ve tehlikeli düşman olarak gördü. Korku ve tepki o denli yüksek oldu ki insan bağışıklık ordusunun aşırı tepkisi yüzünden ortalık kan revan içinde. İnsanların akciğerlerinde oluşan yangı (inflammation) yüzünden ciğerlere sıvı doluyor, insanlar havasızlıktan ölüyorlar. Bu arada ben de ölüyorum tabii. Halbuki niyetim bu değildi. Şimdilik herkes kaybediyor. Bu sınır kavgası ne kadar sürecek bilmiyorum.

İnsanoğlu ile istemeyerek girdiğimiz bu sınır kavgası hem biz virüsler hem de insanların bağışıklık sistemleri biraz değişip birbirimize alışıncaya dek sürecek.. Ama bu arada bilim adamı yetiştirmeyen veya onları dinlemeyen ülkelerin insanları maalesef bir hiç uğruna ölecek. Ta ki insanlar, TV ve diğer toplu iletişim alanında, bilir bilmez konuşanları, kör inançları, komplo savlarını değil de Singapur’un, Almanya’nın yaptığı gibi gerçek uzman bilimcilere kulak verinceye kadar.

Bu arada kulağınıza fısıldayayım. İnsanoğlu korona virüslerinin varlığından 20 senedir haberdar. Biz insan epitel hücrelerine bağlanmayı yıllar önce öğrenmiştik. Kimi bilimciler bunun farkına vardılar ama onları okuyan/dinleyen kim. Bu arada istemeden karıştığım bu SINIR kavgasında belki milyonlarca insan ölecek. Onların bağışıklığı, bazılarının yaptığı gibi, daha doğru/uygun yanıt vermesini öğreninceye kadar, ya da ben kimi tavırlarımı değiştirinceye kadar kavga sürecek.

Evrim

Biz korona virüs ailesinin (SARS, MERS, EBOLA) işi bir gün bitecek ama evrim bitmeyecek. Çünkü yaşam bilgisini kuşaktan kuşağa taşıyan DNA molekülleri düşük bir hızda değişime uğramaya devam edecek. Bu değişimler (mutasyon) evrimin motorudur. O olmadan ne virüsler ne bakteriler ne de memeli türleri evrilebilirdi. Yaşam nedir anlamak istiyorsanız dünyaya evrim ışığının altında bakmak zorundasınız.  Bu arada öğrendim ki, tüm dünyada evrime inanmayan ülkeler içinde iki ülke başı çekiyormuş (Türkiye, Amerika).  Bu iki ülkede halkın sadece yüzde 10’u evrime inanıyor. Baltık ülkelerinde ise halkın 80-90’ı dünyaya evrim ışığıyla bakıyor. Hangi ülkeler benim istemeyerek girdiğim bu ölümcül karmaşadan daha çabuk kurtulacak dersiniz?

E.Prof.Dr. Şefik Şanal Alkan / [email protected]

 

Kaynakça

Alkan ŞŞ. Bağışıklığı Anlamak, Nobel Tıp, 2019

Coyne, JA. Why evolution is true, 2009

Gould SJ. Planet of the bacteria, The Washington Post, 1996

Lewis G: The lives of a cell, 1974

Lovelock J. GAIA. A new look at life on earth, 1979

Schrödinger E. Yaşam Nedir, Zihin ve Madde, 2014