Virüsün kalbine oku nişanlayan kadın: İvet Bahar

Koronavirus Öne Çıkanlar
Virüsün kalbine oku nişanlayan kadın: İvet Bahar

Prof. Dr. İvet Bahar hesaplamalı biyolojinin öncülerinden. ABD’nin önemli laboratuvarlarından birinin başkanı. ABD Bilim Akademisine seçilen ilk Türk bilim kadınımız. O ve ekibi COVID-19 konusunda ciddi çalışmalar yürütüyorlar. “Yıl sonuna kadar en az bir aşı bulunur” diyen Bahar ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

COVID-19 sizin de gündeminizde. Neler yapıyorsunuz? Kısaca bahseder misiniz?

COVID-19 konusunda çok yönlü çalışmalar yapıyoruz. Bunlardan birincisi virüsün hücre zarından içeri girmesine engel olacak bir ilaç geliştirmek. Virüsün spike adını verdiğimiz proteini insanın hücre zarındaki Ace2 reseptörü ile etkileşime geçiyor ve biz bunu engellemek istiyoruz. Bu yüzden bir ‘hedef’ protein seçtik: Spike’in Ace2 proteinini ‘tanıması’ için yardımcı olan bir proteaza odaklandık. Şu anda o proteaza engel olacak ilaç tasarlamaktayız.


İkinci çalışmamız şöyle: bugüne kadar kullanılan, kullanımı onaylanan bütün ilaçlar hakkında cok kapsamlı veri bankaları var, hangi ilaç ne amaçla kullanılıyor, hangi proteinlerle etkilesiyor vs. O bilgilerin tümünü kullanarak, mevcut ilaçların SARS-CoV-2 virüsüne karşı ‘yeni amaçla kullanılması’ için yoğun analizler yapıyoruz. Bu konuda çalışan birçok başka laboratuvar ile bilgileri paylaşıyoruz, Aday ilaçları test etmek üzere klinik araştırmacı/uzmanlarla işbirliği halinde çalışıyoruz.

Üçüncü çalışmamız ise virüsteki genetik farklılaşmalar (mutasyonlar) ve onların etkileri yönünde. Özellikle son zamanlarda gerek New York gerekse ABD’nin kimi doğu eyaletlerinde COVID-19’a çocukların da yakalandığı ve sistemik (toksik şok diye bilinen) şiddetli reaksiyonlar gösterdikleri gözlemleniyor. Bazı mutasyonların bu semptomları tetikleyebileceği ve bağışıklık sisteminde aşırı uyarma/tepkilere yol açabileceği sonucuna vardık. İlk sonuçlarımızı yayınlanmak üzere gönderdik. UCLA ile ortaklaşa çalışmamız oradaki deneylerle devam ediyor.

Yeni bir ilacın ya da aşının bulunması ne kadar zaman alacak?

Sanırım yıl sonuna kadar çok etkin olmasa da en az bir aşı veya ilaç bulunacak, zaman içinde daha da geliştirilecek. Ancak daha önemlisi bu süreç zarfında kendimizi korumamız. Çok basit kurallar yeterli: hijyen, sosyal mesafe, ve maske kullanmak bunların başında. Uzakdoğu ülkelerinin başarısı (ilaç/aşı bulunmadığı halde hasta ve ölüm sayılarını düşük tutabilmeleri) bu önlemlerin dikkatli bir şekilde uygulanmasından kaynaklanıyor.

Koronavirüs mutasyon geçirdikçe daha tehlikeli hale mi geliyor? İnsanlık için sürekli bir tehdit olabilir mi? Nasıl bir yol izlenmeli?

SARS-CoV-2 (koronavirus 2) gerçekten çok sayıda mutasyon göstermeye başladı. Mutasyonların çok büyük kısmı ‘neutral’, yani herhangi bir bir etkisi olmuyor; diğerleri iyi veya kötü olabiliyor. Örneğin son zamanlarda görülen bir mutant çocuklarda toksik şok denen etkiyi yapıyor. Bir de kişiye göre farklı davranış gösteriyor. Genetik yapınız da çok önemli virüsün etkisinin nasıl olacağı konusunda. Genetik yapı derken doğuştan gelenler değil, zaman içinde genlerimizde olan değişiklikler de önemli. Örneğin yaşlanmadan dolayı olan değişiklikler.

Virüsün mutasyona uğraması doğal. Hatta ilaç bulununca ona direnç gösterecek şekilde de mutasyona uğrayabilir. Ama çok da karamsar olmayalım derim. Bizim yapmamız gereken elimizi/yüzümüzü sık sık sabunla temizleme, sosyal mesafeyi koruma, kapalı mekanlarda topluluk içinde isek maske takmak. Bunlar gerçekten çok etkin önlemler…

Pandemi sürecinin bilimsel araştırmalar ve yayınlar üzerinde de ilginç sonuçları oluyor. İşbirlikleri ve yayın paylaşımı çok arttı süreçler hızlandı. Bunun olumlu ve olumsuz etkileri nedir sizce?

Bunu genelde olumlu görüyorum. İşbirliği, farklı disiplinlerden araştırmacıların güçbirliği yapması, ortaya atılan konularda/çözümlerde çeşitlilik olması iyi bir şey. Doğru çözümü bulmanın yolu bu. Tabii bazen acele ile, yeteri kadar sınanmadan, sıkı bir hakem onayından geçmeden, bazı sonuçlar yayınlanıyor, zaman zaman birbiri çelişen sonuçlar görülüyor. Maalesef bazen kanıtlanmamış bilgiler halkı da yanıltabiliyor. O nedenle basın-yayına, yöneticilere iş düşüyor, yanlış/eksik bilgilerin yayılmaması için.

Bilim insanlarına gelince, biz çalışmaların yayınladığı dergilerin kalitesinden, yayın yapan laboratuvarların daha önceki çalışmalarından, rapor edilen sonuçların ne kadar geçerli olduğunu iyi-kötü tahmin edebiliyoruz; arada deneme-yanılma payı da olduğunu biliyoruz, her şeyi sorguluyoruz tabii.

Türkiye bir yandan çok iyi beyinler yetiştirirken öte yandan dünya çapında ses getiren bilimsel araştırmalarda ön plana çıkamıyor bir türlü. Sizce bunun nedenleri nedir ve nasıl aşılır?

Türkiye’de uluslararası düzeyde araştırma yapan çok kişi var, fakat zaman zaman seslerini duyuramıyorlar. Bunu ben de yaşadım. Örnegin, çalışmalarımızın temelleri Boğazici Üniversitesinde (1986-2001 yılları arasında) Kimya Mühendisliği öğretim üyeliğim sırasında atıldı.

Özellikle 1997 yılında Prof. Ali Rana Atılgan ve Burak Erman ile birlikte yayınladığımız bir makale çok önemli idi. Ancak uluslararası arenada çalışmamızın duyurulması, bir nevi değerinin takdir edilmesi ancak ben ABD’ye geçtikten sonra (2001 yılından sonra) gerçekleşti. Sanırım benzer şekilde çok değerli çalışmalar yapan bazı arkadaşlar bazen saygın dergilerde yayınlamakta güçlüklerle karşılaşıyorlar.

Uluslararası etkinliklere (sempozyum, konferans) daha çok katılmak bir çözüm, ama yeterli değil. Uluslararası araştırma projelerine katılmak daha önemli. Örneğin Avrupa Bilim Konseyi (ERC), Human Frontiers Science Program (HFSP) gibi kuruluşların çok uluslu proje programlarına başvurmak (tabii bunun icin uluslararası bilimsel işbirlikleri yapmak), hatta o kuruluşların bir takım panellerinde çalışarak bilim politikalarının tayininde fi kir ve söz sahibi olmak.

Onun dışında uluslararası düzeyde araştırma yapabilmek için onlarla yarışabilecek altyapıya ve dolayısı ile bunu kurmak için ulusal düzeyde desteğe gereksinim var. Nitekim, Türkiye’de iyi altyapıya sahip birçok üniversitede, araştırma enstitülerinde halen dünya çapında araştırmalar yapılıyor, eldeki donanım en iyi şekilde değerlendirilerek. Ama aynı imkanlara sahip olmayan birçok yetenekli araştırmacının ‘ses getiren’ çalışmalar yapması çok zor.

Basit bir örnek vereyim, yine kendi tecrübemden. Boğaziçi yıllarında başkanlığını yürüttüğüm Polimer Araştırma Merkezi’nin uluslararası düzeyde çalışma yapabilmesinin en pratik ve de belki tek yolu, bilgisayar destekli çalışma yapmak idi. Çünkü elimizdeki imkanlarla uygulayabileceğimiz en güncel yöntem, uluslararası düzeyde bilgi üretmenin tek akılcı yolu o etapta maliyeti pek de yüksek olmayan bir bilgisayar laboratuvarı kurmak idi, öyle yaptık ve başarılı olduk.

Fakat bilgisayar destekli çalışmalar yeterli değil, sonuçların deneylerden gelen geribildirim ile geliştirilmesi, doğrulanması son derece önemli. Deney yapmak icin de çok daha fazla yatırıma gereksinim var. Tabii insan gücü de önemli, ama önemli darboğaz yüksek teknoloji donanımına sahip olmak. O sayede daha iyi araştırmacılar yetişir ve giderek uluslararası arenada varlık gösterilir.

Bilim dışında özel ilgi alanlarınız nedir?

Dengeli bir aile yaşamı, çocuklar, şu anda yeni doğan torunum, benim yaşantımın çok önemli parçaları. Mesleki başarının arkasında düzgün bir özel yaşam desteği olması çok önemli.

Az önce bahsettiğim gibi müzik (piyano) hayatımın önemli bir parçası. Onun dışında kültürel faaliyetler (başta klasik müzik konserleri, sonra sanat filmleri), yeni yerler tanımak, yürüyüş, bisiklet, yüzmek…

Ben laboratuvara kapanıp sürekli çalışan bilim insanı modeline de inanmıyorum. Yaşadığınız toplumdaki güncel olaylar ne; hangi alanda yeniliklere ihtiyaç var; ne şekilde topluma katkıda bulunabilirsiniz; hangi konular giderek önem kazanacak; bunlar bilim insanının da sürekli sorması gereken sorular. Bilim yapmanın temelinde de sürekli bir farkındalık, bir merak, ve gerçek anlamda ilgi olmalı.

Kariyer öykünüz birçok insan için hayli cesaret verici. Üniversite öğrencisi iken evlilik hatta iki çocuk; bir yandan akademik kariyer...Boğaziçi Üniversitesi’nde 16 yıl süren öğretim üyeliğinden sonra Pittsburg üniversitesine öncü bir laboratuvar kurma teklifi almanız... Geriye dönüp baktığınızda sizi en fazla motive eden unsurlar ne oldu? Kariyer olarak bilimi seçmenizi kim ya da ne etkiledi?

İleride alacağınız yolun belirlenmesini sanırım bir çok kişi bilerek ya da bilmeyerek etkiliyor. Beni en çok motive eden unsurlardan biri lise yıllarında (Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi; 1967-1975) çok değerli öğretmenlerden sade bilgi değil, matematik ve fen bilimleri sevgisi almış olmam oldu.

Özellikle lise yıllarındaki Matematik hocam, Dr. Garti’den. Dr. Garti’nin mesleğini ne denli sevdiğini görüp hayran kalmamak mümkün değildi. Tahtaya yazdığı denklemler dizisini bir sanat eseri gibi seyreder, aynı duyguları, aynı heyecanı bizim de hissetmemiz için gayret sarfederdi. Lise yıllarında ‘onun gibi mesleğine aşık, kendi ile barışık, öğrencilerine yeni ufuklar açabilen öğretmen olabilir miyim’ diye hayal kurardım.

Bir de çok sevdiğim piyano öğretmenim, Viktorya Akınoğlu’nu anmadan geçemeyeceğim: son derece duyarlı bir insandı. Yeni bir parçayı öğrenmek şifre çözmek gibidir, çok dikkat ve emek gerektirir, özellikle küçük bir çocuk için. 5 yaşından 18 yaşına kadar hocam oldu Sn Akınoğlu. Bu süreç zarfında ‘disiplinli ve sabırla çalışırsam başta zor gibi görünen güçlükleri tek tek yenebileceğimi öğrendim.

Ama meslek seçimimdeki en önemli rolü lise yıllarındaki arkadaşım, daha sonra (şimdi 43 yıllık) eşim oynadı. ‘Akademik kariyer’ fikrini ilk o ortaya attı. Ailemde, yakınımda, akademisyen veya araştırmacı kimse yoktu örnek alabileceğim. Fikir cazip geldi, hem öğrencilerimin kendilerini geliştirmelerine katkıda bulunmak, hem de sevdiğim konularda bilmece-bulmaca çözer gibi araştırma yapmak…Bundan iyisi olamazdı.

Üniversite seçme sınavlarında ilk seçimim Temel Bilimler, alanım da Kimya oldu. Fizik ve matematiği daha çok seviyordum, ama “akademik kariyer olmazsa en azından kimyager olarak bir ‘meslek’ sahibi olurum’, diye düşündüm. Boğaziçi Üniversitesi’ne girdikten 1 yıl sonra Kimya’dan Kimya Mühendisliği’ne transfer oldum. Bilirsiniz mühendislikte ağırlıklı olarak fizik-matematik var, bir de ilk yıl bilgisayar eğitimini temel bilimler öğrencileri almıyor ama mühendislik öğrencileri alıyordu. Bölüm değiştirmekte tereddüt etmedim.

Ondan sonra bütün kariyerim boyunca (1986-2001 yıllarında Boğaziçi Üniversitesi’nde, 2001’den itibaren de Pittsburgh Üniversitesi’nde) bir konudan diğerine sıçradım, en çok ne yapmak istiyorsam, hangi konuda yaratıcı ve verimli olabileceğimi hissettiysem ona yöneldim. Kimya mühendisliğinden malzeme bilimi ve polimer fiziğine, oradan bilgisayar destekli moleküler modelleme, sonra biomolekuler simulasyonlar, moleküler biyoloji, ilaç tasarımı, beyin, kanser, ilaç bağımlılığı, genetik, ve hatta şimdilerde COVID-19 tedavisine yönelik araştırma…

Günümüzün sorunları hayli çetrefilli ve farklı uzmanlıkların beraber çalışmasını zorunlu kılıyor. Bu doğal olarak eğitim politikalarını da yeniden şekillendirmeye başlıyor. En büyük mutluluğunuzun ‘akademik torunlarım’ diye tanımladığınız öğrencileriniz olduğunu söylüyorsunuz? Genç bilim insanlarına önerileriniz nedir?

Akademik yaşamın en güzel yanlarından biri de yeni nesillerin yetişmesine katkıda bulunmak, öğrencilerinizin de yeni nesilleri yetiştirdiğini görmek, giderek büyüyen, dal-budak saran bir ağacın köklerinde rol almak mutluluğunu ve gururunu yaşamak.

Genç bilim insanlarına önerilerim; önce çalışmak, çok çalışmak gerekiyor. Herkes zeki, herkes yetenekli, farklı şekillerde. Ama o yeteneklerini en iyi işleyenler, çok çalışanlar öne çıkıyor, topluma yararlı oluyor. Onun için birinci kural çalışmak, sabırlı olmak, sebat etmek. Zaman zaman iğne ile kuyu kazmak gibi bir süreç bir bilimsel problem çözmek. Hatta her işi - ilk bakışta kolay gibi görünenler dahil - layıkı ile yapmak, en iyi şekilde yapmak, emek ve sabır gerektirir. Ama istikrarlı, disiplinli bir şekilde devam etmek başarıya giden tek yol.

İkincisi, sevdiğiniz alana yönelmek. Bahsettiğim gibi, uzun, sabır/sebat isteyen bir yolda ilerleyecekseniz, onu başarmanın en kolay yolu yaptığınızı seviyor olmanız. Sevmek için de ilgi duymak, merak etmek, soru sormak önemli. Aklınızda sorular olursa yanıtlarını da bulursunuz. Üçüncüsü istemek, hayal etmek, hedeflemek. Yapabilirim demek, yapamazsın diyenlere kulak asmayıp doğru bildiğiniz yolda devam etmek. Belki kısacası özgüven, biraz da iyimser olmak, pozitif düşünmek.

Özlem Yüzak


Bu söyleşi HBT'nin 220. sayısında yayınlanmıştır.