Depremin son ihtarı!

Gezegenimiz Öne Çıkanlar Toplum Yerküre

Sorsanız yetkili der ki: "Artık gerekli dersleri aldık, tüm çalışmalara derhal başlıyoruz." Bunun böyle olmayacağını biliyoruz. O halde, bu “çürük düzeni” sıfırdan başlayarak yeniden oluşturmalıyız.

Neden her deprem sonrası bir afet yaşıyoruz? Çünkü: Binaları deprem yönetmeliğine uymaksızın yetersiz veya yanlış olarak projelendiriliyoruz, malzeme ve işçilik bakımından kalitesiz olarak inşa ediyoruz ve denetlemiyoruz. Sorun yönetmelikte değil, uygulamada…

Yetkin mühendislik sistemi acilen getirilmeli: Türkiye’deki mevzuat, yapı tasarım hizmeti ve sorumluluğunu inşaat mühendisliği dalında asgari lisans diploması sahibi olan mühendislerin yerine getirmesine izin vermektedir. Bu dehşet verici bir uygulamadır. Bu, yeni mezun olmuş pratisyen hekime bir açık kalp ameliyatı yetkisi verilmesinden farksızdır.


Türkiye yine büyük bir deprem olayı yaşadı. Kahramanmaraş merkezli geniş bir bölge art arda gelen çok şiddetli iki depreme maruz kaldı. Bilinmesine ve defalarca ikaz edilmesine karşın, birincisinde 60, ikincisinde 45 saniye sarsıntı neticesinde bir afete, yüreğimizi yakan bir felakete dönüştü. Zaman içinde akıllarda ne kalacak?

(1) İnsanımızın tek yürek halinde uzanan yardım, destek ve şefkat eli. Bu çok az millete nasip olabilen bir haslet ve Gazi Paşa’nın oluşturduğu Kuva-yi Milliye ruhunun açık bir göstergesi.

(2) Tüm arama-kurtarma ekiplerinin olağan üstü çabası ve isimsiz kahramanlar olarak verdikleri insanlık dersi.

(3) Yöre halkının çaresizliği ve feryadı! Gerisi sayılarla ifade edilemeyecek bir insanlık dramı idi ve bu dram yüreklerimizi parçalayarak günlerdir devam ediyor.

Çürük düzeni değiştirmeliyiz

Afetin perdesini aralayarak baktığımızda, ortaya yetkililerin ve halkın üzerini kaplamış olan büyük bir bilmezlik örtüsü ortaya çıkıyor. Depremden korunma olgusunun çok boyutlu bir bilimsel yaklaşım gerektirdiği, deprem mühendisliği, afet yönetimi ve çevre bilimleri alanlarının da en az jeoloji kadar önemli olduğu ne yazık ki hala tam kavranmış değil. Felaketin gelişme boyutu “Konuya ne kadar hazırlıklıyız?” sorusunun çok anlamsız kaldığını açıkça gösterdi. Şu anda bir yetkiliye sorsak eminiz şu cevabı alırız "Gerekli dersleri aldık, tüm çalışmalara derhal başlıyoruz." Bunun böyle olmayacağını biliyoruz. O halde, bu “çürük düzeni” sıfırdan başlayarak yeniden oluşturmalıyız.

Bu yaklaşımın ilk adımında vizyonumuzu yeniden tanımlamak gerekir: Bizler herhangi bir çalışmayı çoğunlukla “Ağaca bakmaktan ormanı görmüyorsunuz” ifadesi ile eleştiririz. Deprem felaketinde bu ifadeyi tersine çevirerek işe başlamak gerekir: “Ormana bakmaktan ağacı göz ardı ediyoruz”, yani felaketi sayılarla tanımlarken bir canın değerini görmüyoruz.

O halde, bizim için deprem bir bina olacak; o bina içine çok sevdiğimiz bir insanı yerleştirerek binaya hayat kazandıracağız ve o hayatı koruyacağız: Dolayısıyla, bu vizyon içinde amacımız “bir canı kurtarmak” olacak! Enkaz altında kaybettiği kızının elini saatlerce bırakamayan baba, bu felaketin yüreğimizi sızlatan simge görüntüsü idi. Irmak kızımızın elini hepimiz gönlümüzde hissedersek, belki de bu umursamazlık perdesini yırtabiliriz. Gelin birlikte o canı kurtaralım!..

Neden yıkımlar bu denli büyük oluyor?

Nerelerde yanlış yaptık? sorusuna yapılarla ilgili aşağıdaki temel bir bilgi ile yaklaşalım: Her proje bir risk taşır; yapılarda da can kaybı riski ve yapısal hasar riski söz konusudur. Ülkemizdeki bilgi birikimi yapılarımızı can kaybı riskini ortadan kaldıracak ve hasar riskini en aza indirecek şekilde projelendirmeye ve inşa etmeye yeterlidir.

Daha basit bir tanımla, bina ayakta kalır can kaybı olmaz. Depreme dirençli yerleşim bölgeleri bu şekilde oluşmalıdır.

O halde neden bunu sağlayamıyoruz? Hangi eksikliklerimiz bu depremde olduğu gibi, kentsel alanların yıkılmasına, yok olmasına yol açıyor? Cevap son derece basit: Ya proje yanlış, ya inşaat sırasında çalıyoruz, ya kaçak bölümler yapıyoruz, ya kullanırken kolon kesiyoruz ve kesinlikle bu süreci denetlemiyoruz. Şimdi bu yanlışlıklar dizisini adım adım inceleyelim.

Mevzuat tamam, ama…

Mevzuat ve projelendirme yöntemi bakımından ülkemiz şu anda tüm gelişmiş ülkelerle yarışabilecek durumda: İlk deprem yönetmeliği, hepimizde iz bırakmış olan 1999 Gölcük depreminden iki yıl önce 1997’de düzenlendi; 2007’de güçlendirme ve performans değerlendirmesi esaslarını da içerecek şekilde yenilendi; 2018’de “deprem bölgeleri tehlike haritası” ile birlikte daha da gelişti; bu harita projelendirme adımı için hayati bir önem taşıyor çünkü koordinatları ile belirlenecek her mevki için deprem (spektral) ivmeleri veriyor; haritadan bulunan ivme, seçilen mevki için geçerli zemin sınıflandırmasını yansıtan bir katsayı ile çarpılarak, tasarımda kullanılacak ivmenin değeri elde ediliyor. Bu nedenle zemin etüdü her yapı projesi öncesinde zorunlu.

Tüm projeler için sorumlu bir mühendis (proje müellifi) ya da aynı sorumluluğu üstenmiş olan bir müteahhit var. Yönetmelik ayrıca tescilli firmalar tarafından yürütülen bir yapı denetim zorunluluğu getiriyor. Birkaç yıl öncesine kadar denetim firması müteahhit tarafından seçilebiliyordu (komik ama gerçek); şu anda Çevre Bakanlığı tarafından kura ile tespit edilmeye başlandı.

2000 öncesi binalar kötü mü?

Yönetmelik denince, yöneticiler de dahil herkesin aklına sadece yukarıda sözü edilen 2018 yönetmeliği geliyor; hatta değişik çevrelerde 2000 yılı öncesi ve sonrası yapılmış olan binalar tartışılıyor: Bu yanlış bir yaklaşım.

Ülkemizdeki deprem yönetmeliklerin geçmişi çok eskidir: 1939 Erzincan depremi ile birlikte yayınlanan talimatnamelerden sonra, 1947 de “Türkiye Yer Sarsıntısı Bölgeleri Yapı Yönetmeliği” yürürlüğe konulmuştur. Bu yönetmeliği daha sonra 1953, 1961, 1968, 1975 ve bildiğimiz 1997, 2007, 2018 deprem yönetmelikleri izlemiştir.

Bu durumda, yapımız 2000 yılından önce yapılmıştır; bu nedenle depreme dayanır mı? endişesi çok anlam taşımaz, çünkü iyi mühendislik görmüş ve özenli inşa edilmiş bir bina büyük bir olasılıkla ayakta kalır ve can kaybına neden olmaz. O halde, neden her deprem sonrası bir afet yaşıyoruz? Çünkü, tekrar edelim:

Binaları deprem yönetmeliğine uymaksızın yetersiz veya yanlış olarak projelendiriliyoruz, malzeme ve işçilik bakımından kalitesiz olarak inşa ediyoruz ve denetlemiyoruz.

Yıkılanların yarısı yeni bina

Bu noktada, “2000 yılından sonra yapılan binalar hasar görmedi” iddia ve tartışmasına geri dönelim: TÜİK verilerine göre depremden etkilenen 10 ilin dokuzunda binaların en az %50’si bu tarihten sonra inşa edilmiş olduğu görülüyor; bu oran Şanlıurfa’da %61, büyük hasar gören Hatay’da %50. Yıkılan binaların kimliği ve yaşı, tespiti çok kolay olmasına karşın, henüz açıklanmadı.

Ancak yaşanan yıkımın mertebesine bu veriler ışığında bakıldığında iddianın geçersiz olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Nitekim İnşaat Mühendisleri Odası’nın (İMO) ön değerlendirme raporunda şu tespite yer verilmiştir: “Ancak daha sonraki yıllarda yapılan, hatta birkaç yıl önce yapılan bazı binaların da ne yazık ki göçtüğü veya ağır hasar aldığı tespit edilmiştir. Yeni deprem yönetmelikleri ile tasarlanmış, hazır beton ve nervürlü inşaat demiri kullanılmış, diğer taraftan yapı denetim hizmeti görmüş olması gereken bu binaların yıkılması kamuoyunda da hayretle karşılanmış ve herkeste başka bir travma yaratmıştır” [1]. Bu tür gözlemler 2000 yılından sonraki yapılaşma ile yeni enkazlar mı yaratıyoruz? endişe ve kaygısına yol açmaktadır.

Yetkin mühendislik şart

Gelelim konunun bel kemiğini teşkil eden yapı projelendirme ve denetim adımlarında sorun var mı sorusuna: Ülkemizdeki mevzuat, yapı tasarım hizmeti ve sorumluluğunu inşaat mühendisliği dalında asgari lisans diploması sahibi olan mühendislerin yerine getirmesine izin vermektedir.

Bu dehşet verici bir uygulamadır. Dünyada bu uygulamanın benzerini bulmak mümkün değildir: A.B.D.’de bu yetki sadece “professional engineering” İngiltere’de de “chartered engineering” adları altında “bilgi ve deneyimlerini sınavla ispatlamış yetkin mühendisler”e verilmektedir.

Uygulamanın vahametini gözümüzde canlandırabilmek için yeni mezun olmuş pratisyen hekime bir açık kalp ameliyatı yetkisi verildiğini düşünelim. Proje ve yapım denetimini üstlenen firmalar da çoğunlukla bilgi düzeyi yetersiz ve deneyimsiz mühendis tabanı ile çalıştıkları için, genellikle “teftiş fırçası” olarak iş yapar görünürler. “Bu doğru değil” diyebilecek olanların yaşadığımız depremin görüntülerine bakmaları yeterlidir.

23 yıl önce gündemdeydi ama uygulanmadı

Aslında, yetkin/uzman mühendislik konusu tam 23 yıl önce gündeme gelmiştir: 2000 yılında yayınlanan 595 ve 601 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile, yeni yapı denetim sisteminin insan kaynağı altyapısını oluşturmak üzere, “uzman mühendislik” sistemi getirilmiştir.

Ancak bu kararnameler hukuki nedenlerle AYM tarafından iptal edilmiştir. Daha sonra, 2011 yılında yürürlüğe giren “UDSEP-Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı’nda” [2] en geç 2017 yılına kadar gerçekleştirilmek üzere, “Yetkin veya profesyonel mühendislik uygulamasının yaşama geçirilmesi sağlanacaktır” ifadesine yer verilerek “sorumlu kuruluş” olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı görevlendirilmiştir. Bu görev yerine getirilmemiştir.

Halkımızın çok haklı olarak acı içinde sorguladığı “yerel yönetim ve merkezi yönetim yaşadığımız felaketin neresinde, konusunun cevabı maalesef bilgi yetersizliğinin getirdiği çaresizlik duygusunun ötesine gidememektedir.

Bu bölümün sonucu olarak, konunun duayeni Prof.Dr. Nuray Aydınoğlu’nun ifadesi ile [3]:

Bu ülkede özellikle konut inşaatı süreci ezelden beri, işi bilsin bilmesin herkesin el attığı, rekor sayıda müteahhidin cirit attığı, hiçbir kalifikasyonu olmayan deneyimsiz mühendisliğin, en ucuz işçiliğin kullanıldığı, depreme direnecek taşıyıcı sistemin inşaatına ironik olarak “kaba inşaat” dediğimiz, yapı denetimi dâhil her şeyin usulüne göre yapıldığı varsayımına dayalı bir umursamazlıkla, herkesin dışarıdan izlediği “kaba” bir faaliyet olagelmiştir.

Bir başucu kitabı değerindeki bu belgeyi herkesin okumasını şiddetle öneririz. Konunun benzer önemi haiz diğer önemli yönlerine müteakip yazılarımızda değineceğiz.

Derin Orhon, İTÜ İnşaat Fakültesi eski Dekanı, [email protected]

Seval Sözen, İTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü, [email protected]

Naci Görür, İTÜ Maden Fakültesi eski Dekanı, [email protected]

Kaynak:

[1] İMO’dan depreme ilişkin “ön değerlendirme” raporu: Denetimsizlik asıl sorun. https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/imodan-depreme-iliskin-on-degerlendirme-raporu-yikimlarin-baslica-etkeni-imar-affi-2051730. 16.02.2023 erişim.

[2]Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı. https://www.afad.gov.tr/kurumlar/afad.gov.tr/2403/files/udsep_1402013_kitap.pdf.

[3] Aydınoğlu, M. N.(2021). Deprem ve Binalarımız. İstanbul’un Deprem Gerçeği. İBB Kültür A.Ş. ısbn 978-625-7288-57-6.

*Bu yazı, 23 Şubat 2023 tarihli HBT Dergi'nin 360. sayısında yayınlanmıştır.