Dilin değeri işlevinden bellidir

Öne Çıkanlar Toplum
Dilin değeri işlevinden bellidir

Herkese Bilim Teknoloji’de, değerli meslektaşım Ali Akurgal’ın 24 Mart 2017 günü yayımlanan “Öğün İşliği” başlıklı yazısı bana, “Türkçenin Özdevimli Biçimbilgisi Çözümlemesi” konulu doktora çalışmam sırasında Prof. Dr. Talat Tekin’in, Türkçe çevirisi bulunmayan Radloff sözlüğünden aktardığı bilgiyle öğren/öğret sözcüklerindeki “ög/öğ” kökünü 1970’lerin başında ayırt edişimi anımsattı: *ögremek, usunu çalıştırmak, öğrenmek usunu kendi için çalıştırmak demekti (dönüşlü çatı); öğretmek ise karşısındakinin usunu çalıştırıp (ettirgen çatı) bundan yararlanmasını sağlamak anlamına geliyordu. 1 46 yaşındaki Türkiye Bilişim Derneği’mizin (TBD) bu yılki Genel Kurul toplantısını açış konuşmam da meslektaşlarıma “us” kavramına gönderme yapan bu kökün, biz Türkçe konuşanlar için anlambilimsel/ekinsel değerini anlatıp duruyordum.

Radloff’tan çok daha eski bir kaynak olan Göktürk Yazıtları’nda da kötü bir yönetici için, “o düşüncesiz adam” anlamında kullanılan “ol ömez er” deyiminde geçen “ö-” eylem kökünden yapılan “ög” sözcüğü “us/akıl” anlamına geliyor.

Türkçede bu kökten türemiş birçok sözcük var


Öğüt, öz’den türev özet ya da eş’ten türev eşit’e benzer yapıda bir sözcük; böylece içinde ağırlıklı olarak ög barındıran, uslu akıllı, değerli bir öneri anlamını taşıyor.

Öğe/öge ise göz’den türetilen göze’ye benzer yapıda bir sözcük; böylece bir canlının ya da bir dizgenin, bir makinenin ya da bir sistemin işlevsel bakımdan anlamlı, akıllı bir parçası (ya da işlevsel bir alt dizgesi) için kullandığımız sözcük… Bu sözcük, dilimizde anlambilimsel bakımdan benzer biçimde, bilgelik kavramı bağlamında öge/öke biçimlerinde de kullanılıyor.

Öğmek/öğünmek sözlerimiz de var (başkayazımı: öv). Öğmek, birinin uslu akıllı bir kişi olduğunu dile getirmek anlamına geliyor; öğünmek de, kişinin kendini uslu akıllı bilip tutarlı davranışlar sergilemeye çalıştığını vurguluyor. Bunu düşününce Atatürk’ün “Türk öğün, çalış, güven!” özdeyişini şimdi daha iyi anlıyorum.

Ülkesinde adaleti egemen kılmayı özleyen Tabgaç Buğra Han’a sunmak üzere dokuz yüzyıl önce Yusuf Has Hacib’in Kaşgar’da yazdığı Kutadgu Bilig’de Gündoğdu Kağan “adaleti”, vezir Aydoldu “mutluluğu”, onun oğlu Öğülmüş “akıl/us ya da bilgiyi”, kardeşi Uyanmış da “yaşamın sonunu/ereğini” ya da “aydınlanmayı” anlatırlar. Kutadgu Bilig, “Kut/mutluluk veren bilgi” demek. Kaşgarlı Mahmut da Türkçenin gücünü Araplara anlatmak, onlara Türkçe öğretmek amacıyla Bağdat’ta 1070-71’de yazdığı Türk Dilleri Sözlüğü’nde, “Erdem başı dil” atasözümüzü özenle anımsatır.

Akurgal’ın Öğün İşliği

Ali Akurgal’ın, “kendi kendine öğrenmek için atölye çalışması yapılan yer”i anlatmak için kullandığı Öğün İşliği, yine onun deyimiyle gerçekten “Kapatılıp gitmiş Köy Enstitüleri”ni anımsatıyor. Orada da amaç öğün işliği gibi, kuramsal bilgilerin uygulamalarını yaparak insan yetiştirmekti.

Akurgal şöyle diyor: “Bizde, İngilizcede ‘Maker space’ olarak adlandırılan böyle bir yer pek yok. Ülkemizde çıkan bilimsel makaleler ve bunlara yapılan gönderme sayıları artıyor. Ama yeni ürün çıkışı aynı ivmeyi yakalayamadı. Ben bunun önemli etkenlerinden biri olarak, kuramsal bilgiyi eyleme geçirecek insanların uygulamaya uzak olmalarını görüyorum. ‘Elini sıcak sudan soğuk suya sokmayan’ mühendislerimiz ve bilim insanlarımızla varabileceğimiz yer işte burası…”

“O zaman” diye ekliyor Akurgal, “bir cihazı ya da sistemi bir bütün olarak düşünebilmek, mekaniği, dayanıklılığı, malzemesi, kullanılışlığı, artık kaçınılmaz olarak elektroniği ve yazılımı ile kurgulayabilmek ve hayata geçirmek için bir olanak gerek.”

Akurgal yerden göğe haklı; Boğaziçi Üniversitesi’nde kurulan “TETAM Atölye”nin adının “Öğün İşliği” olarak değiştirilmesi önerisini de destekliyorum.

Öğle, öğleyin gibi sözcüklerle bir anlam salkımı oluşturan bu öğün sözcüğünün ad olarak kullanıldığında ortaya çıkan bir başka anlamı da, yaşamımızı sağlıklı biçimde sürdürmek üzere alışık olduğumuz beslenme düzenimizdeki “üç öğün”de ortaya çıkıyor. Kim bilir, belki de dengeli düzenli beslenme uslu akıllı kişiye özgü olduğu için… Belki de öğleyin güneşin yükselişini doğanın bize sunduğu bir yaşam kaynağı olarak düşündüğümüz için… Yaşamı da, gözelerimize suyun yürümesi olarak görüp, tıpkı “kan”dan “kanamak” gibi, “yaş”tan “yaşamak” eyleminden bir türevle adlandırmıyor muyuz?

Türük’ten türemek

Kazakistan’ın Yesi-Türkistan kentindeki Hoca Ahmet Yesevi Türk-Kazak Üniversitesi’nin çağrısı üzerine, “Türk Dilleri Ortak Bilim Terimleri Geliştirme” çalışmalarına katıldığımda görmüştüm ki Kazakçada bu üniversitenin adı “Hoca Ahmet Yesevi Türük-Kazak Üniversitesi” olarak yazılıyor. “Türük” sözcüğünün “türemek”ten, onun da “tür” kökünden geldiği açık; tıpkı kan’dan kanamak; yaş’tan yaşamak gibi. Gelenek/hukuk bağlamında töre/ tüze (düz-) sözcükleri de öyle… Anadolu’da türeyemeyesice sözcüğü ilenme amacıyla kullanılır. Kazak ise özgür anlamına geliyor, kazak giymek özgürce giyinmek demek, kazak erkek ise, karısı bile olsa bir başkasının kölesi olmayan özgür erkek.

Biz kendimizi “Oğuz” olarak biliriz ki bu da “og/ög” sözcüğünden yapılma bir türev olabilir:2 “Top” kökünden nasıl biçimi topa benzer bir araç ya da saç için “topuz” diyorsak, bu da Oğuzların uslu akıllı insanlardan oluşan bir boy olarak tanımlanması anlamına geliyor; uzman’daki “uz” gibi.

Oğuz Kağan’a bu adı, “akıl yolundan sapmayan yönetici” kimliği için yoldaşları vermiş olmalı. Bilge Kağan, Atila (Hun/Macar: Küçük Ata/Atacık) ya da Atatürk gibi… Masallarımızda bile bizim kahramanlarımız boy pos, yakışıklılık, kol gücü gibi fiziksel üstünlükleriyle değil, Keloğlan gibi aklı, sabrı, dayanıklılığı ile öne çıkan sağduyulu, alçakgönüllü kişilikler...

Nitekim Atatürk de Cumhuriyet’imizin temelini “kültür” olarak yorumlamış, Türk yurttaşını “Ne mutlu Türk’üm diyene!” özdeyişi ile “ekin”imizle, “söz”ümüz, “dil”imizle tanımlamıştır… Irksal/ etnik ya da genetik köklerimizle değil!3 HBT yazılarında Doğan Kuban’ın vurguladığı gibi, bizim uygarlığımızı taşıyan gerçekten ulusal dilimiz Türkçe. Gençliğimde beş yabancı dil öğrenince ayrımına varıp büyülendiğim, hiçbir aykırılık içermeyen görkemli matematiksel yapısıyla yeryüzünde başka bir örneği olmayan eşsiz Türkçe.

1966’dan başlayarak önerdiğim “bilgisayar, bilişim, donanım, yazılım, iletişim” gibi “Türkçe Bilişim Sözleri” ni halkımızın ne denli coşkuyla karşıladığını görünce Bilişim dergimizde, “TRT ve Basında ‘Bilgisayar’” başlığı altında 1974’te şunu yazmışım: “Dilin değeri işlevinden bellidir. Anlamı iletmesinden, işleyişinden bellidir. Seslerinin belirginliği, köklerinin yalınlığı, eklerinin işlekliği, sözcüklerinin kurgusu, deyişlerinin sağlam, düzenli çatısıyla öylesine uyumlu işleyen bir düzendir ki Türkçe, bu sağlamlığı, deyiverişlerin esnekliği ile böylesine işlek bir düzen olarak bugüne dek getiren Türk halkının, tekniğin herhangi bir dalında olağanüstü başarılardan yoksun kalacağına inanmak güçtür.”3

Bu konudaki düşüncelerimi, anılarımızda yaşayan Prof. Dr. Doğan Aksan’ın bir sözüyle bitirmek isterim: “Türkçeye eğiliniz, tek tek sözcüklerine bakınız; onlarda Türklüğün bilgeliğini görecek, yüzyıllar boyunca doğayla iç içe geçen yaşamını öğrenecek, sevgisini, yaradılışının yüksek değerlerini sezinleyecek, bu sözlerin pek çoğunda şiir tadı bulacaksınız.”4

Aydın Köksal

Kaynaklar

1- Aydın Köksal, A First Approach to A Computerized Model fort the Automatic Morphological Analysis of Turkish, PhD Thesis, HÜ, 1975; A First Approach to A Computerized Model fort the Automatic Morphological Analysis of Turkish, and Twoo Related Articles in Turkish, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, 2012, s. 68
2- Aydın Köksal, Dil ile Ekin, TDK, 1980; Dil ile Ekin, Günlenmiş İkinci Yayım, 2003, Papatya Yayıncılık, 2003..
3- Feyziye Özberk, Aydın Köksal: Bilime, Bilişime ve Türkçeye Adanmış bir Yaşam, Kaynak Yayınları, 2014, s. 372-374.
4- Doğan Aksan, Türkçenin Gücü, T. İş B. Yayınları, Ankara, 1987, s. 7.


Bu yazı HBT'nin 57. sayısında yayınlanmıştır.