Stephen Hawking’in ardından

Ali Akurgal
Stephen Hawking’in ardından

Zekâ düzeyi yüksek, bilimi, insanlığın geleceği için kullanmaya çalışan biri olarak tanıyoruz Hawking’i. Karadeliklerin anlaşılabilmesi için çalışma yapmış olması öne çıkıyor. Türkiye’de bu konuda topluma yansıyan çok sayıda çalışma ve bilimsel katkı göze çarpmıyor. Kim bilir, belki inanışların gölgesinde kaldığı içindir.

Erken yaşında kaybettiğimiz Ali Rıza Akçay, benim çalışma arkadaşım idi. Aslen Diyarbakır Liceliydi. Eşi ilkokul öğretmeni, İstanbulluydular. Terör nedeniyle doğup büyüdüğü yerde kalamayan ailesi de İstanbul’a göç ettiğinde onlara yer ve imam olan ağabeyine iş bulmak, geçimlerini sağlayabilmek için çok uğraşmıştı. Elektronik mühendisi idi, ama o da karadelikler üzerine kafa yorardı. O çevrelerde tanınırdı. Bu konuda bir yerlerde bir kongre, toplantı olsa, uçak biletini yollar, otelini hazır ederlerdi, Ali Rıza da katılırdı. Dahası, Stephen Hawkins’le de yazışırdı. Herkes, Hawkins’e yazabilir, ama Hawkins’in yanıt verdiği çok sayıda Türk olduğunu sanmıyorum. Ne yazık ki, bu kuramsal alana ilgi duymadığım, bilgi düzeyim de yeterli olmadığı için ne yazıştıklarını bilemiyorum. Artık her ikisi de tarih oldu.

Hawking’in son yıllarda kafasını kurcalayan konu, yapay zekâ idi. Yapay zekânın denetimsiz ve dikkatsiz kullanımının insanlığın sonunu getirebileceğinden endişe duymaktaydı. Ölümünden sonra onu anlatan birçok haberde de bu uyarısı vurgulandı. Okurlarım anımsayacaklar, ben de bu görüşü savunuyorum. Ancak, yapay zekânın alt dallarını da kapsayan şu ayrımı da yaparak:


Akıllı sistemler, insanlar tarafından önceden belirlenmiş şablonlar arasından, içinde bulundukları duruma en uygununu bularak onu uygulayan sistemler. Bunların denetimden çıkması söz konusu değil, olsa olsa yanlış şablon seçilir. Bunlar günümüzde kullanılmakta. Akıllı olarak nitelenen cep telefonlarında bu mantıkla çalışan uygulamalar koşmakta. Ülkemizde de böyle sistemlerin yaygınlaşmasının öncelikle sağlanması gerek.

Yapay zekâ olarak çoğunluğun benimsediği tanım, sistemlerin uyguladıkları şablonlar üzerinde, karşılaştıkları tanımlanmamış durumlar karşısında değişiklikler ve eklemeler yapabiliyor olmaları. Bu şekilde örneğin sürücülü ve sürücüsüz araçların birlikte hareketinde, sürücülü bir aracın tanımlanmamış, beklenmedik bir hareketine karşılık, sürücüsüz aracın gelebilecek tehlikeyi önleyici tepkiyi göstermesi mümkün olabilecek. Bu konuda, herhalde Türk sürücüler önemli deneyime sâhipler. Ne de olsa, kuralların dışına taşarak araç kullanmakta önde gelenler arasındayız. Dolayısıyla potansiyel üstünlüğe sâhibiz. Bu birikimin eyleme geçip, araç üreticilerinin; sürücüsüz yazılımlarını gururla “Türk tasarımı” olarak duyuracakları ürünlere yol açıp açmayacağını zaman gösterecek. Kanımca, birçok akademik kuruluşumuzun, bu konuya eğilmesi, yerli-yabancı araç üreticileriyle de birlikte çalışmaları yerinde olur.

Ya tüm santraller kapatırsa?

Daha önce de denetimsiz bırakılmasını sakıncalı gördüğüm yapay zekâyı ise, belki “insansı yapay zekâ” olarak daha ayrıntılı tanımlamak gerek. Bu tür, gerekli gördüğü alanlarda yeni şablonlar yaratmak ve bunları uygulamak eylemi ile donatılmış. Kısaca, kendi kanunlarını kendi koyuyor.

Hawking’in uyarısındaki türün de bu tür olduğunu düşünüyorum. Örneğin, insansı yapay zekânın, “bu karbon yakıtlı enerji santrallerinin emisyonları küresel ısınmaya neden oluyor, bu da insanlığın geleceğini tehlikeye atıyor” diye düşünüp; “geri dönülmez noktaya ulaşmadan tüm karbon yakıtlı santralleri kapatıyorum” diye karara varması ve bunu anında uygulamaya geçmesi mümkün. Üstelik haklı da olacaktır.

Ama insanlığı insanlardan korumanın yolu onları elektriksiz bırakmak olmamalı. Önce alternatif enerji kaynakları yaratılmalı zararlı kaynaklar ondan sonra kapatılmalı. Bir denetim gerekli. Günümüzde, ülke yönetiminde, parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçişe karşı görüş bildirenlerin de önde gelen endişesi bu. Kendi kendine kanun koyabilmek sonra bunları kendi uygulamak.

İnsansı yapay zekâya o kadar da yabancı değiliz demek ki!

Ali Akurgal / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 104. sayısında yayınlanmıştır.

Ali Akurgal