Temassızlık ile yaşamak: Karantinalı yaşam (3)

Ali Akurgal Y
Temassızlık ile yaşamak: Karantinalı yaşam (3)

Temassızlık ile yaşamak: Karantinalı yaşam (2) yazısı için tıklayınız

20 Mart Cuma.

Bugün, “hiçbir yere gitmeyeceğim” diyerek güne başladım. Ama çok kısa sürede hayatın gerçeğinin öyle olmadığını gördüm. Bir market zincirinden eve teslim gıda ve ihtiyaç maddesi ısmarlamıştım, yetişemiyor olmalılar, 4 gün sonraya gün vermişlerdi, sonradan zaten bu hizmeti kaldırdılar. Bugün onu teslim ettiler ama birçok eksikle. Halbuki o malları, o market zincirinin 300 metre ötedeki dükkanından almak mümkün. Mecburen gideceğiz. Hazır çıkmışken, Gebze’de bir atölyede CNC ile işlettiğim bir kısım malzemede eksik ve yanlışlar var, onları da götüreyim bâri diyerek yollara koyuldum.


Önce Gebze. Ağız burun maskeli, atölye yüksek tavanlı, 50 metrekare yerde iki kişiyiz, mesafeyi de koruyarak sorunları tek tek anlattım, ayrıca sorunları sıralayan bir yazıyı da verdim. Ama bizde genelde bu tür belgelere bakılmaz, söylenenlerden akılda kalanlar yapılır, unutulanlar için bir kere daha çalışılır.

Mâdem yollara çıktık, ne kadar çok işi bitirirsem, kârdır. Üstelik bunlar açık havada ise ve temas gerektirmiyorsa korunma daha da kolaydır. Önce bankaya gidip para çektim. ATM’den. Açık havada. Hemen kasaba telefon ettim, istediklerimi hazırlamasını söyledim. Ardından balıkçıya uğradım. Kalkan mevsimi. Ama hâlâ çok pahalı. Balıkçı neyse ki açık havada iş yapıyor. Gene de mesafeyi korudum. Ağız burun maskeli elbette. Kalkan balığı sâhibi olunca, kasaba yöneldim, istediklerimi hazırlamış, kapıdan aldım, ödedim.

Arabaya geldiğimde artık yerleşmiş olan alışkanlığımı icra ettim. Ceketin cebine elimi sokmadan cebindeki araba anahtarının düğmesine ceketin üzerinden basarak bagaj ve kapının kilidini açtım. Elimdekileri bagaja koydum, kapıyı açtım. Şoför koltuğuna oturdum. Hiçbir yere el sürmeden ulaşabileceğim yerdeki kolonya şişesini alıp ellerimi kolonyaladım, cep telefonumu kolonya ile sildim, direksiyona ve kapatmak için kapının iç koluna ondan sonra elimi sürdüm. Böylece aracın iç ortamına bulaşma olanağını en aza indirmiş oluyorum.

Üzerimdeki ceketin dış yüzeyini “kirli” olarak tanımlıyorum. Bunu eve gidince kapıdaki camekanda çıkartıp oraya asıyorum. Ama onun örttüğü kazağım temiz. Pantolon, kirli kategorisinde, eve gidince el yıkamadan sonra çıkartılıyor, başka giysilerle temas etmeyecek bir yere havalanması için asılıyor. Ceketin cebindeki araba anahtarı, dışarıda el teması olmadığı için temiz kalıyor. Maskeyi dikiz aynasına asıyorum. Üzerine güneş gelince taşıdığı mikroplar ölüyordur. Ama gene de günde bir değiştirmek gerek. Eski maskeleri de araç içinde tutmamak gerek. Çünkü, üzerinde varsa virüs, aracın içine yayılacak.

Tam günü bitirdim diye seviniyordum ki Yakacık’taki proje ortağım ePosta yollamış, üzerinde çalıştığı elektronik kart, bir yanlış bağlama sonucu arızalanmış. Haydi, bir kere daha düştük yollara, gidip kapıdan aldım kartı. Elbette maske ile ve mesafeyi koruyarak. Eve geldim, gece yatma vaktinden hemen önce ofis-atölyeye geçtim, kartta 3 transistor, bir de kondansatör yanmış, değiştirdim. Ama denemesi ertesi güne kaldı.

21 Mart Cumartesi.

İlk iş, bir gece önce tamir ettiğim elektronik kartı denemek oldu. Çalıştığını görünce hemen daha insanlar güne henüz başlarken Yakacık’a götürüp teslim ettim. O saatte, yol açık oluyor, gidiş geliş 34 dakika sürdü. Ama, sırf “o önlemleri nasıl uyguluyor acaba?” diye görmek için eşimin arabasıyla gittim. Bana göre önlemleri zayıf. Birincisi kolonyayı, eldiven gözünde tutuyor. Eliniz eğer kirliyse, arabanın içinde bir yerlere dokunmadan, eldiven gözünü açmadan kolonyaya ulaşamıyorsunuz. Demek ki, aracın içi garantili temiz olmayacak. İkincisi arabada maske yok. “Ben her seferinde evden çıkarken yanıma alıyorum” diyor eşim. Peki, yere düşse kirlense, yedeği var mı? Yok. İki tane çekince aldı benden.

Dönüşte eve teslim yapan market zincirinin mağazasına gidip bir gün önce getirmediklerini aldım. Rafta dizi dizi dururken, “yok” diye getirmedikleri ürünler. Bu market zinciri bu hizmetten, bana göre “sınıfta kaldı”. Dağıtımı bir mağazadan yapıyor, Tuzla, Gebze’deki şubenin dağıtım alanında. Orada “yok”, ama köşe başındaki şubede istediğin kadar var.

Bu arada ben de bir yanlış yaptım, aldığım eksikler arasında olan peynirleri, ambalajının üzerini sabunlu bezle silmeden buzdolabına koymuşum. Durumu fark edince yalnızca peynirleri değil, dolabın o rafını, altındaki ve üstündeki rafını da temizlemek gerekti.

Öğleden sonra hava güzel, 40 dakikalık olağan yürüyüş parkurumuzu yaptık. Kimse ile temas olmadı. En yakın, 5-6 metre uzaklıktaki insanlar ile karşılaştık. Güneşlenmek yararlı.

… ve SON.

Artık günlük tutamayacağım. Çünkü, COVİD-19 ile köşe kapmaca oyunu son buldu. Aramıza duvar koydular, ama onu değil, beni hapsettiler. 65 yaş üstü insanlar için ev hapsi konuldu. Bu ayırımcılık, devletin, bu insanlara “hasta olmayın, sizi kurtarmak çok masraflı, üstelik her 7 yaşlı hastadan birini kurtaramayacağız, sizin birinizi kurtarana kadar iki genci kurtarmak ekonomi açısından daha mantıklı” demesi. Ben öyle anladım. Eğer yanlış anladıysam biri doğrusunu anlatsın. Eski Sparta’da yaşlı, bakıma muhtaç ve özürlüleri topluma yük olmasın diye uçuruma atarlarmış ya, işte onun gibi.

Artık sizlere yaşanarak edinilmiş COVİD-19 önlemleri yazamayacağım. Denemenin cezası 392 TL. Bitti.

Şimdi başka derde düştüm. Evde iki kişiyiz, ikimiz de 65 yaş üstü. Salata bitti. Bir göbek salata istemek için 155 Polis’i mi arayacağım? Tamam üç gün salatasız kalsam ölmem ama, diğer ihtiyaç maddeleri de birer ikişer tükenecek. Eğer bir fayda sağlanacaksa, bu yasağın Nisan sonuna kadar sürmesi gerek. Yasağı koyarken yaratacağı eksikliği giderecek önlemler neden düşünülmez? Rahatlıkla denebilirdi ki: “ey zincir marketler, üç gün içinde 65 yaş üstü insanların evlerine servis hizmeti verin. Bu hizmeti olmayan şubelerinizi açmanıza izin vermeyeceğiz”. Sorun ortaya çıkmadan çâresi bulunmuş olurdu.

Şu, mahalle muhtarları var ya, hani tüm işlevleri elinden alınmış, göstermelik duran; onlara görev verilse, eve hapis ve çıkabilecek kimsesi olmayan haneleri tek tek belirleseler, tıpkı aile doktorunun takiple yükümlü olduğu yurt dışından gelmiş insanlara yaptığı gibi, her gün telefonla arayıp sağlığını ve ihtiyaçlarını sorsalar? Hani, kendileri alıp götüremezler ama, örneğin ihtiyaçları belediyelere, sağlık sorunlarını aile hekimlerine bildirebilirler. Belediye, doğrudan olmasa da dolaylı olarak toplum sağlığını korumakla görevli bir kurum.

Çok eskiden, Migros Türk, İsviçre Migros’un uzantısı olarak çalışırken, gezici market kamyonları vardı. İçinde bakliyattan sebzeye, meyveye; etten süte, paketlenmiş gıda ve sabundan zeytinyağına, içeceğe kadar ihtiyaç maddesi bulunurdu. Belli gün, belli saatlerde çift sesli kornasını çalarak gelir, belli yerde durur “dükkan açar”dı. Yazları İstanbul, Maltepe, Dragos’ta (Orhantepe) yaşadığımız ve tek ulaşım olanağımızın fayton olduğu devirde at arabasıyla haftada bir gelen karpuzcunun dışında tek alışveriş olanağımızdı. Çok yakın geçmişe kadar, belki yazlıklarda günümüzde de, bir kamyonet üzerine yüklenmiş sebze meyveyi gezerek satanlar vardı. Şimdi bunların veya benzerlerinin devreye girmesi gerek. Yoksa 155’e telefon edip “evladım bana bir göbek salata” demekten başka çâre kalmayacak.

Ali Akurgal

Ali Akurgal