1992 yılında, doktoramı yeni almışım; Boğaziçi Üniversitesi’nde kadro bekliyorum. Bunu akademisyenler iyi bilir: Bir kamu üniversitesine başvurursunuz: Kadromuz yok şimdi ama sen gel çalışmaya başla; kadro isteyelim denir. Maaş almadan gidip gelmeye başlarsınız. Ben de bu şekilde üniversiteye gidip geliyorum; ne iş verilirse yapıyorum.
Eski hocam Bülent Sankur ve sınıf arkadaşım Enis Çetin Sinyal İşleme ve Uygulamaları adlı bir Türkçe konferans başlatmayı planlıyorlar; gel sen de çalış dediler. Tek kişilik bir ordu olarak ilk Sinyal İşleme ve Uygulamaları konferansının her işini yaptım. Şimdi inanması zor; internet yok, her şey postayla yürütülüyor. Mektuplar yazılıyor, postalanıyor, bildiriler postayla geliyor, hakemlere postayla yollanıyor; her şey postayla. Kabul edilen bildirilerin sayfa kenarlarına zamkla minik sayfa numaraları yapıştırıp konferans kitapçığını baskıya hazırlıyorum.
Türkçe bir konferans düzenlenmesi Bülent Sankur’un fikri pek tabii ki: Zaten Türkçe’nin bilim dili olarak gelişmesi için büyük çaba gösteriyor, bilim terimleri sözlüğü yazıyor. İlk konferans 1993’te, Boğaziçi Üniversitesi rektörlük konferans salonunda düzenleniyor; hani şimdi her gün sırtımızı dönüp protesto ettiğimiz bina.
Sinyal işleme ve iletişim uygulamaları konferansı SIU çok başarılı oluyor; alanın en önde gelen isimlerini bir araya getiriyor; öğrencilere araştırma hevesi aşılıyor. Sinyal işleme ve tele iletişim alanlarının ülkemizde gelişmesi yanında, Türkçe bilim dilinin gelişmesine de büyük katkıda bulunuyor. Otuz iki yıldan beri her yıl değişik üniversiteler tarafından ülkemizin dört bir yanında düzenleniyor. Bu yıl konferansı Tarsus Üniversitesi düzenledi, ben de konuşma yapmak ve öğrencilerimin sunacağı bildirileri izlemek üzere katıldım.
Yeni bir üniversite, öğrenci odaklı
Tarsus Üniversitesi 2018 yılında kurulmuş bir üniversite. Elbette gelişmesi için süreye ihtiyaç var; ancak bana umut aşıladığını söylemeliyim. Bir üniversitede olması gereken sağlam bir altyapı yavaş yavaş kuruluyor. Kampüs Tarsus dışında, ovaya, Berdan barajına bakan tepelik bir alanda kurulmuş. Çok güzel bir Mühendislik Fakültesi binası var: Derslik ve laboratuvarların iyi düşünülmüş sağlam altyapısı yanında, öğrenci odaklı olduğu hemen belli oluyor: Duvarlarda öğrenciye vizyon kazandırmayı amaçlayan panolar; giriş hollerinde öğrencilerin oturması, çalışması için tasarlanmış mekanlar var.
Ancak tabii ki bir üniversite için daha önemli olan, öğretim üyesi kadrosu; bu kadronun bilime, öğrenmeye, öğretmeye yönelik yaklaşımları. Bu yaklaşımın üni- versiteyi yukarı taşıyacağına dair bir izlenim edindim. Neden derseniz, konferans salonlarının doluluğundan. Oturumlara sadece öğrenciler ve bu alanla ilgili olan Elektrik-Elektronik ve Bilgisayar Mühendisliği hocaları değil, başka bölümlerin hocaları ve hatta rektör, rektör yardımcıları ve mühendislik fakültesi dekanı da girdi. Oturumlarda ilginç sorular soruldu; canlı tartışmalar yapıldı. Konferans başkanı Ali Özen öğrenci odaklı bir konferans düzenlemeye gayret etmiş: öğrenciler için masraflar düşük tutulmuş. Öğrencilerle hep beraber yenen konferans yemeğinde pek çok öğrenci ödülü verildi.
Tarsus Üniversitesinde çok beğendiğim başka bir uygulama daha varmış: Duyduğuma göre rektörün resmi plakalı aracı dışında kimsenin makam arabası yokmuş; üniversitenin araçları “havuz sistemi” ile kullanılıyor; resmi bir görev için ihtiyacı olan bu havuzdan araç talep ediyormuş. Boğaziçi Üniversitesi’nde de yıllarca uyguladığımız bu sistem, üniversiteye kayyum atanması ile terk edilip paraşüt yöntemi ile dışarıdan getirilen akademik yöneticiler, makam arabası yarışına girmişlerdi. Bir yerleşkenin gelişip üniversite olması için akademisyenlerin makama değil, bilime ilgileri olması gerek. Tarsus Üniversitesinin bu yaklaşımı sürdürerek gelişip ülkemizin bilime yönelmesini sağlayacak gelişmiş üniversitelerinden birisi olmasını diliyorum.
Lale Akarun
*Bu yazı, HBT Dergi 424. sayıda yayınlanmıştır.