Sağlıkta cinsiyetçilik

Özlem Kayım Yıldız Y
Sağlıkta cinsiyetçilik

Toplumun bir mikrokozmosu olarak değerlendirilebilecek olan sağlık uygulamaları alanı, ne yazık ki toplumun baskın önyargılarını da bünyesinde barındırır. Sağlık uygulamalarında kadın hastaların konumu, belirlenmiş toplumsal konumlarının uzantısı olarak düşünülebilir. Bu konum, ‘tıbbi cinsiyetçilik’ halini alarak, test edilmemiş cinsiyetçi kabuller, inançlar ve stereotipilere dayalı olarak, hastalık belirtileri tanımından tedavi etkinliğine kadar birçok alanda günlük tıp uygulamalarının içerisine yerleşmiştir.

Gerçekte tıp tarihi, mizojiniye (kadın düşmanlığı) varan cinsiyetçiliğin örnekleri ile doludur. Öyle ki, 18. yüzyıla dek, ‘’tek cinsiyet’’ kabulü ile kadınların erkeklerle aynı üreme organlarına sahip oldukları, tek farkın, kadın üreme organlarının erkeklerinkinin aksine vücut içerisinde yerleşik olması olduğu yaygın olarak kabul görmüştür.

Antik çağların ünlü doktoru Galen’in savunduğu bu görüşe göre, ‘standart insan’ erkektir ve kadınlar mükemmel olmayacak bir biçimde farklılaşmışlardır. 18. yüzyılın sonunda ‘’iki cinsiyet’’ modeli ile kadınların alt-erkekler olmadıkları ve ayrı bir cinsiyete sahip oldukları kabul görmüşse de ne yazık ki bu model de kadınların sosyal hiyerarşide alt basamaklarda konumlanmasının yolunu açmıştır.


Histeri örneğinde çifte standartlık

Tarihsel olarak, erkek doktorlar tarafından erkek hastalarda tanımlanan hastalık belirtilerinin kadınlarda farklılıklar göstermesi, birçok kadının hastalık belirtilerinin psikojenik olarak kabul edilmesine neden olmuştur. Tıptaki çifte standarda işaret eden ve herhangi bir bilimsel dayanağa sahip olmayan bu kabulün en çarpıcı örneği ise histeridir.

Çağlar boyunca histeri, kadın cinsiyette sinir ve üreme sistemleri arasındaki bağlantıyla ve ahlak ve karakter zayıflığıyla ilişkilendirilmiş, hatta bazı vakalarda tedavi için üreme organlarının çıkarılmasına yönelik cerrahi işlemler bile uygulanmıştır. Kadını, cinsiyeti nedeniyle zayıf, daha az akılcı gören bu uygulamalar çok geride kalmış olsa da, özellikle kadın cinselliği konusunda olmak üzere, 20. yüzyılda yazılan tıp kitaplarında dahi cinsiyetçilik var olmaya devam etmiştir.

1960’lı yıllardan itibaren, tıbbi uygulamalardaki cinsiyetçi önyargılara, genellikle erkek cinsiyetteki doktorların kadınlara paternalistik yaklaşımına ve tıp alanında kadın profesyonellere yönelik ayrımcılığa karşı çıkan kadın sağlığı hareketleri, tıpta cinsiyet devrimini başlatmayı hedeflemiş, sağlık uygulamalarının kadın cinsiyetine yönelik kör noktalarının aydınlatılmasına büyük katkı sağlamıştır.

Araştırmalarda erkekçi bakış

Ancak tek sorun, tıptaki cinsiyetçi bakış açısı değil. Tıbbi araştırmalardaki androsentrik (erkek merkezci) standartlar, kalp damar hastalıkları ve kanser gibi cinsiyetle ilişkisiz görünen, kadınlara özgü olmayan hastalıkları da kapsamaktadır. Bu hastalıklar üzerine yapılan araştırmalarda erkek cinsiyete odaklanma ve katılımcıların çoğunlukla erkeklerden oluşması, kadın sağlığının olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır. Örneğin, kalp damar hastalıklarının belirtilerinin kadınlarda kısmen farklı olması (göğüs ve kol ağrısının yanı sıra bulantı, çene ağrısı gibi belirtilerin de kadınlarda sık görülmesi), ancak buna rağmen her iki cinsiyette de erkeklerdeki belirtileri temel alan standart tanısal süreçlerin uygulanması, kadın hastalara tanı konmasını güçleştirebilmektedir. Üstelik tedavide kullanılan ilaçların etkinliklerinin kadınlarda farklı olması da olumsuz tıbbi sonuçlara yol açabilmektedir. Bu gözlemler, tıbbi uygulamaların erkek cinsiyete göre standardize edildiğine ve cinsiyete özgü tıp araştırmaları yapılmasının gerektiğine işaret etmektedir. Neyse ki, Women’s Health Initiative (Kadın Sağlığı İnisiyatifi) gibi araştırmalar, yaygın hastalıkların kadınlardaki seyri üzerine odaklanmaktadır.

Peki, bugün neredeyiz? Kadınların sağlık alanında profesyoneller olarak yer almaları ve araştırmalar yapmaları, cinsiyetler konusunda objektiflikten uzak, önyargılı tutumların azalmasında rol oynadı kuşkusuz.

Fakat kökleri çok derinlerde olan ve uzun yıllar boyunca pratik uygulamaları şekillendirmiş olan cinsiyetçi tıbbı tamamen ortadan kaldırmak zor. Birçok araştırma, tıbbi uygulamalarda ‘’örtük, bilinçsiz cinsiyetçiliğin’’ devam ettiğine, erkek hastaların belirtilerinin daha çok dikkate alındığına ve daha çok tedavi edildiklerine işaret ediyor. Sağlık uygulamalarındaki cinsiyetçiliğin son bulması, ancak toplumdaki cinsiyetçiliğin son bulması ile mümkün olacak gibi görünüyor.

Özlem Kayım Yıldız


Bu yazı HBT'nin 227. sayısında yayınlanmıştır.

Özlem Kayım Yıldız