Sinema ve nöroloji

Özlem Kayım Yıldız Y
Sinema ve nöroloji

Filmler zaman zaman fantastik öyküler anlatsalar da gündelik hayatın gerçeklerini de konu alırlar. Sinemanın ilk yıllarından bu yana sağlık, hastalık ve ölüm, hasta- hekim ilişkisi, hastaların ve yakınlarının hastalığı algılayış ve yaşayış biçimleri, hastalığın sosyal ve mesleki yaşam üzerine etkileri ve biyoetik birçok filme konu olagelmiştir. Filmlere konu edilen hastalıklar içerisinde en çok yer kaplayanlar arasında nöropsikiyatrik hastalıklar yer alır. Bunun en olası nedeni bazı nörolojik hastalıkların insanların düşünüş, davranış ve hareket yetileri üzerine belirgin etkileri olmasıdır.

Sinemada nörolojik hastalıkların ilk temsili, ilerleyici bir beyin tümörünün tanısı ve tedavisini konu alan 1939 yapımı “Dark Victory”dir (Karanlık Zafer). Bette Davis’in hayat verdiği genç kadının inkârını, öfkesini, şifa arayışını ve sonunda kabullenişini konu alan film, gerçekçi bir sona sahip olmasa da beyin tümörü ile yaşamayı gerçeğe çok yakın bir biçimde anlatır.

Stephen Hawking’in hayatı


Sinemada amyotrofik lateral sklerozun (ALS) tasviri şaşırtıcı biçimde gerçekçidir; Türkçeye “Gençliğe Veda” olarak çevrilen “The Pride of the Yankees” ve “Her Şeyin Teorisi” (The Theory of Everything), ALS’yi gerçeğe çok yakın biçimde yansıtır. Gençliğe Veda, Amerikalı ünlü beyzbol oyuncusu Lou Gehrig’in hayatını konu alır, Gehrig o kadar ünlüdür ve ki hastalığa Lou Gehrig hastalığı da denmektedir. Her Şeyin Teorisi ise ALS’nin ünlü fizikçi Stephen Hawking’in hayatına ve eşiyle olan ilişkisine olan etkilerini anlatır.

Engellilik yaratan nörolojik hastalıkların sosyal yaşama etkileri birçok filme konu olmuştur. Bu filmlerin birçoğu biyografik filmlerdir. “Kelebek ve Dalgıç” (The Diving Bell and the Butterfly), Fransız yazar Jean-Dominique Bauby’nin geçirdiği inme sonucu gelişen içe kilitlenme sendromu (locked-in syndrome) ile değişen hayatını anlatır. İçe kilitlenme sendromu, beyin sapı hasarı sonrası gelişen ve konuşamama ve tüm vücutta felç ile karakterize bir tablodur; kişinin bilinci açıktır, sadece göz kapakları ve dikey yönde göz hareketleri ile iletişim sağlanabilir. İspanyol yönetmen Alejandro Amenábar’ın biyografik filmi “İçimdeki Deniz” (Mar Adentro), omurilik hasarı sonucu felç olan Ramon Sampedro’nun hayatını, yaşamın ve özgürlüğün anlamını konu alır. Michael Haneke’nin bol ödüllü “Amour”u (Aşk) ise felcin ve başkasına bağımlılığın uzun ve sevgi dolu bir ilişkiye etkisine çevirir kamerayı.

Oliver Sacks’ın aynı adlı romanından esinlenen 1990 yapımı kült film “Uyanışlar” (Awakenings), 1920’lerde geçirilen von Economo ensefaliti (ensefalitis letarjika) sonrası katatoni benzeri bir Parkinsonizm tablosu içerisinde olan hastaları levodopa tedavisi ile ‘uyanmalarını’ anlatır.

Bitkisel yaşamdan uyanış

Bitkisel yaşam ise uyuyan güzel gibi anlatılır sinemada çoğunlukla. Pedro Almodóvar’ın bol ödüllü filmi “Konuş Onunla”da (Hable con Ella) olduğu gibi. “Sol Ayağım” (My Left Foot: The Story of Christy Brown) serebral palsiyi, “İris” (Iris) Alzheimer hastalığını, “Akıl Defteri” (Memento) kısa süreli bellek kaybını, “Pi” ise küme tipi baş ağrısını konu alır.

Nöroetik de bazı filmlere ve belgesellere konu olmuştur. 1974 yapımı komedi filmi “Genç Frankestein” (Young Frankestein) filminde beyin sapı anatomisi ve istemli ve refleks hareketlerin ayrışabileceği ayrıntılı bir biçimde vurgulandıktan sonra “Transylvania Nöroloji Topluluğu” üyesi Dr. Frankestein’ın anormal bir beyni hayata döndürdüğü bir cesede nakletmesi ve korkunç bir yaratık yaratması anlatılır. Mary Shelley’nin kitabı Frankestein’da olduğu üzere film, bilim insanlarına sınırlarını ve sorumluluklarını hatırlatır. 2012 yapımı belgesel “Gerçekten Bilmek İstiyor musun?” (Do You Really Want to Know?), genetik bir nörolojik hastalık olan ve istemsiz hareketler ve bunama ile seyredebilen ve kür sağlayan tedavinin bulunmadığı Huntington hastalığına sahip olabilecek kişilerde öngörücü genetik testini yapılıp yapılmamasına ilişkin kompleks psikolojik ve etik tartışmaları konu alır.

Kuşkusuz senaristlerin ve yönetmenlerin dramatik etki için gerçeklikten zaman zaman ayrıldıklarını ve filmlerin belgesel olmadıklarını akılda tutmak gerekse de nörolojik hastalıklara bir film yapıcının gözünden bakmak heyecan verici.

Özlem Kayım Yıldız / [email protected]

*Bu yazı HBT'nin 308. sayısında yayınlanmıştır.

Özlem Kayım Yıldız