Unutulan bir düşünce nereye gider?

Özlem Kayım Yıldız Y
Unutulan bir düşünce nereye gider?

Büyüyüp dünyayı tanıdıkça yeni bilgiler edinir, sağ kalımımızı ve türümüzün devamlılığını sağlamak üzere işimize yarayan bilgilerle bellek oluştururuz; bellek, hipotetik olarak beyinde bir anı ile ilişkili olarak oluşan biyolojik bir izdir; nöronlar, nöron olmayan hücreler ve sinapslardaki kalıcı değişikliklerle oluşturulan engram. Mecazi olarak engram’ın, her bir bilgiyi, anıyı saklayan bir kutucuk olduğu düşünülebilir. Farelerde, belleğin oluşturulması ve hatırlama sırasında aktive olan engram hücrelerinin varlığı gösterilmiştir.

Ancak belleği oluşturan her bilgi sonsuza dek hatırlanmaz. Neden unuturuz? Unutmak kusurlu zihinsel işleyişin bir ürünü müdür yoksa unutmanın biyolojik bir amacı mı vardır? Unutulan bir düşünce nereye gider, hiç var olmamış gibi yokluğa mı karışır, yoksa beyinde kilidi açılamayan bir engram halinde var olmaya devam mı eder?

Ryan ve Frankland, unutmanın, engram hücrelerini yok eden değil, ulaşılabilir olmaktan çıkaran bir yeniden yapılandırma süreci olduğunu iddia ediyorlar (https:// doi.org/10.1038/s41583-021-00548-3). Bu hipoteze göre unutmak, çevre ile etkileşimimizi optimum hale getirmek üzere engram hücrelerinin ulaşılabilirliğini ayarlayan bir nöroplastisite mekanizmasından ibaret.


Unutulmuş anılar canlandırılıyor

Ryan ve Frankland’ın hipotezlerini destekleyen veriler var. Alzheimer hastalığı hayvan modelinde optokinetik (ışık etkisi) yöntemlerle uyarılan engram hücrelerinin, unutulmuş anıların hatırlanmasını sağladığı gösterilmiştir. Engram hücrelerinin sinaptik bağlantılarının aktive ya da inhibe olması, hangi anının hatırlanıp hangisinin unutulacağını belirler. Bellek fonksiyonları için çok önemli bir beyin bölgesi olan hipokampusta nörogenez yani yeni nöron oluşumu, unutmayı tetikleyebilir, çünkü yeni engramların oluşumu, sinaptik rekabete neden olur.

İnsanlarda belleğin işleyişi de yukarıdaki verileri destekler. Örneğin, eskiden öğrenilmiş ancak unutulmuş bilgiyi yeniden öğrenmek daha kısa zaman alır, aradan geçen süre arttıkça öğrenme zamanı da artar. O halde unuttuğunuz bilgiler kaybolmuş değildir. Beynin elektriksel uyarımı belleğin reorganizasyonunu sağlayabilir (https://doi.org/10.1016/j.neuron.2016.02.031.). Bu veriler, insanda da engramların olduğunu, anıların hiçbir zaman yok olmadığını düşündürür.

Neden unuturuz?

Peki, neden unuturuz? Unutmanın bize sağladığı adaptif yarar nedir?

Unutmak, ayrıntılı öznel anıların değişen çevre koşullarında karar verme süreçlerini bozmasını engelleyebilir. Başka bir deyişle, bilişsel esneklik sağlayabilir. Fiziksel egzersiz, stres, çevresel uyaranların öngörülebilirliği, tekrarlayıcılığı gibi birçok çevresel faktör belleğin şekillendirilmesinde rol alır.

Öte yandan tüm anılar eşit biçimde unutulmaz; statik çevrelerde öğrenilen bilgi işe yaramaya devam edeceğinden unutma hızı yavaştır, çevresel uyaranların hızlı değiştiği durumlarda ise öğrenilen bilgi daha hızlı unutulur. Çek yazar Milan Kundera’nın şu sözü ne kadar da doğruymuş: “Yavaşlık ile bellek, hız ile unutma arasında gizli bir bağ var.”

Tüm bu veriler (ve çok daha fazlası), unutmanın engram hücrelerinin sinaptik bağlantılarında değişikliklerle ilişkili olduğuna, anıların yokluğa karışmadığına ancak ulaşılabilirliklerinin azaldığına, unutmanın sanıldığı gibi pasif değil aktif adaptif bir nöroplastisite (sinir esnekliği) süreci olduğuna ve karar verme süreçlerini optimize etmeye katkı sağladığına ve her anının eşit biçimde unutulmadığına işaret ediyor.

Yazılarında belleğe özel bir yer ayıran Milan Kundera ile bitiriyorum yazımı:

“Bellek matematiksel bir yaklaşım olmadan anlaşılamaz. En temel oran, yaşanan zaman ve bellekte bu yaşamdan depolanan zaman arasındaki orandır. Bugüne dek hiç kimse bu oranı hesaplamaya kalkmamıştır, gerçekte bunun yapılabileceği bir teknik de yoktur; yine de çok büyük bir hata riski olmadan söyleyebilirim ki bellek, yaşanan hayatın milyonda, yüz milyonda birinden, sonsuz küçük bir kısmından fazlasını içermez. Bu da insanın özünün bir parçasıdır. Biri, deneyimlediği her şeyi belleğinde tutabilseydi, geçmişindeki her parçayı her an geri çağırabilseydi insana benzeyen biri olmazdı: ne sevgisi, ne arkadaşlığı, ne öfkesi, ne bizi affetme ne de bizden öç alma kapasitesi bize benzerdi.”

Özlem Kayım Yıldız / [email protected]

*Bu yazı HBT'nin 305. sayısında yayınlanmıştır.

Özlem Kayım Yıldız