Bakışın yönü görüleni değiştirir!

P. Dilara Çolak Y
Bakışın yönü görüleni değiştirir!

Slavoj Zizek’in yazdığı bir kitabın adını kitabın kendisinden çok severim, “Yamuk Bakmak”. Zizek’in “yaşam paradigmasının değişimi” dediği şeyin bilimsel çıkmazlar ve paradigma değişimlerinde de kullanmak oldukça elverişli, nitekim kendisi de kitapta yer yer bilime atıf yapıyor.

Benim yamuk bakmak ifadesini neden düşünmeye değer bulduğumu ve ne gibi bir yorum getirdiğimi söylemeden önce, şu pek anlaşılır gözükmeyen ifadeyi biraz açalım, nedir “yamuk bakmak”? Şehirde binaların arasında dolandığınızda nesneleri gördüğünüz açı bellidir, dik cepheden. Ama yere uzanıp gökyüzüne doğru baktığınızca nesnelerin boyutları sanki değişmiş gibi, daha ince ve uzun görünür. Bakış açısı değiştiğinde bakışın nesnesi olan şeyin daha önce hiç görmediğimiz bir yanını keşfederiz çoğunlukla. Hiç çalışma masanızın altına uzanıp alttan nasıl gözüktüğüne baktınız mı mesela? Ya da ünlü bir tablonun arkasında ne olduğunu merak ettiniz mi? Bunlar basit ve çocuksu sorular gibi geliyor kulağa, doğru.

Çocuklar etrafındaki dünyaya çok sık farklı bir açıdan -yani yamuk bakarlar. Başlarını aşağı eğerek iki bacağının arasından geriye doğru baktıklarında gördükleri tersine dönmüş dünyayı şaşkınlık verici ve eğlenceli bulurlar. Yaş aldıkça kaybettiğimiz bir yetenek sorumsuz merak ve hayret duygusu.


Sanatla ilgilenmeye başladığımda özellikle modern sanatçıların yamuk bakma konusunda en az çocuklar kadar usta olduğunu farketmiştim. Geleneksel ölçü, kural ve değerlerden kurtulmak için nesneleri daha önce denenmemiş bir açıdan görmeye çalışıyorlardı. Fakat gerçeği görmeyi hedefleyen ve gerçekliğe uygun bulgular sunan bilimin de kimi zaman yamuk bakmayı gerektirebileceği aklımın ucundan dahi geçmemişti. Bu noktada Zizek’in de kitapta sorduğu bir soruya geliyoruz, peki gerçek ne kadar gerçek?

Görme Biçimleri adlı eşsiz çalışmasında John Berger, “Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler.” demişti. Benzer bir şekilde bilim felsefecisi Norwood Russell Hanson da gözlemin kaçınılmaz olarak teori yüklü olduğunu belirtmişti. Bizler tarihin ağırlığıyla düşünüyoruz, gündelik dilde kullandığımız kavramlarımız sandığımızdan çok daha eski ve anlam yüklü.

Bugünlerde fiziğe merak sarınca farkettim ki teolojiyle süren tartışmalar ve çıkmazların kökeninde yatan çoğu kavram en az 2500 senelik; nedensellik, amaçlılık, hiçlik... Kavramların pek çoğu Antik Yunan’da şekillenen düşünce geleneğinin izlerini taşıyor. Örneğin varlığın kendiliğinden var olamayacağını düşünüyoruz. Antik Yunan’da bunun için bir deyiş bile vardır, ex nihilo nihil est! Yani, hiçlikten varlık çıkmaz. Ya da var olan her şeyin kendinde bir amaç taşıması gerektiğini söylediğimizde milattan önce 4. yüzyılda yaşamış Aristoteles ile üç aşağı beş yukarı hala aynı fikirdeyiz demektir. Bu ve bunun gibi pek çok örnek var.

Binlerce yıl geçmesine rağmen düşünceler geçerliliğini yitirmiyor; şimdi, geçmiş ile yoğurulmuş durumda. Bakışımız ön kabullerle, ön tanımlarla dolu. Hal böyle olunca düşünce yapımıza yerleşmiş ne kadar kavramsal dogmaya sahibiz acaba diye düşünmeye başladım. Çıkmaza düştüğümüz konularda yolu bulmak için çocuksu merakla yamuk bakmak bir seçenek olabilir mi? Einstein bir problemi yaratan zihinle o problemin çözülemeyeceğini söylediğinde böylesi bir bakış değişikliğini kastediyordu sanırım.

Belki de (hatta muhtemelen) sorun, sorularımızın zorluğu değil; bu soruları formüle eden görme biçimimizdedir.

P. Dilara Çolak

Bu yazı HBT'nin 259. sayısında yayınlanmıştır.

P. Dilara Çolak