Bir Rönesans felsefesi yok mu?

P. Dilara Çolak Y
Bir Rönesans felsefesi yok mu?

Ne zaman Rönesanstan söz edilse beni her zaman şaşırtan şeylerden biri felsefenin bu denli sanatın gölgesinde kalması olmuştur. Rönesansta felsefenin bu duraksayışı genel olarak felsefe tarihçilerinin de hemfi kir oldukları konulardan biridir; örneğin Ernst Cassirer ve Bertrand Russell, 17.yüzyıla kadar felsefede önemli bir şey olmadığını ifade eder. Başlıktaki soruyu yanıtlamak adına öncelikle biraz rönesans denildiğinde düşünsel olarak neden söz etmekte olduğumuzu açalım.

15. ve 16. yüzyılda Avrupa’nın entelektüel çehresinde yaşanan değişimi anlatmak adına kullanılan bu terim, 19. yüzyılda Fransız tarihçi Jules Michelet ile literatüre girer. Buna karşın 16.yüzyılda yaşayan mimar, ressam ve sanat tarihçi Giorgio Vasari, (ki ilk sanat tarihi kitabının yazarıdır kendisi) İtalyanca yeniden doğmak anlamına gelen «rinascita” kelimesini ilk kez kullanır. Bu yeniden doğma fikrine yakından baktığımızda başlangıçta aradığımız soruya, yani “Neden özgün bir rönesans felsefesi yoktu?” sorusuna yanıt vermek kolaylaşır. Çünkü rönesans kavramının işaret ettiği yeniden doğuş, sıklıkla kendini yaratmak ve ileriye gitmek olarak anlaşılırken, aslında geçmişte var olan bir şeyin yeniden mevcudiyete gelmesi anlamında bir çeşit geriye dönüşü de ifade eder. Peki sonlanan nedir, başlayan nedir?

“Mesen” sınıfı


Bu noktada tarih derslerinde üzerinde sıklıkla durduğumuz o maddeleri hatırlarsak, pusulanın keşfi yle tetiklenen coğrafi keşiflerin sonunda yapılan sömürgecilik ve akabinde zenginleşen bir sınıfın ortaya çıkması rönesansı başlatan önemli faktörlerden biri idi. Nitekim bu ticaret zengini sınıfın sanata olan merak ve desteği sanatsal üretimin yaygınlaşarak değer kazanmasına yol açtı. Bu sınıfa “mesen” adı verilir.

Diğer yandan söz konusu felsefe olduğunda önemli olan diğer etmenlerden biri ise, kağıdın Avrupa’ya gelmesi ve matbaanın keşfinin akabinde metinlerin çoğaltılması ve böylelikle bilginin ulaşılabilirliğine bağlı olarak klasik metinlerdeki düşüncelerin yayılmasıydı. Benzer bir şekilde çeviri meselesi bilginin yayılması konusunda önemli ölçüde rol oynadı. Çünkü Ortaçağ boyunca Platon’un ruhun ölümsüzlüğünü işlediği Phaidon diyalogu ve evrenin yaratılışını işlediği Timaios diyalogu dışındaki metinleri büyük ölçüde okunmamıştı. Oysa Platon’un dostluk, aşk, adalet, güzellik gibi temaları da idealist bir açıdan işlediği fark edildiğinde Platon’un felsefesi kısmen yeryüzüne de inmiş oldu. Böylelikle rönesansta yaşayan düşünürler, örneğin Marsilio Ficino, Platon’un felsefesine kendisinden önceki Ortaçağ düşünürlerinden oldukça farklı bir yorumlama getirdi.

Bu noktada 15.yüzyıl dolaylarında yüzyıllar boyunca hakim anlatı olan Ortaçağ Skolastisizmi sonlanarak yerini insanı merkeze alan, dünyanın araştırılmaya değer ve güzel bir yer olduğunu düşünen ve dahası, insanın bu evrenin gizemlerini çözebileceğine inanan yeni bir felsefe doğdu.

Hümanizm olarak adlandırdığımız bu entelektüel hareketin sanat eserleri aracılığıyla biçim kazanmış hali ise rönesans terimine denk düşüyor. Fakat bu açıklama dahi hala başlangıçta sorduğumuz soruyu yanıtlamıyor, sanatta dikkate değer değişimlerin yaşandığı bu dönemde neden rönesansın kendine özgü bir felsefesi yok?

Sorun şu ki, sadece bu bilgiler ve kavramlara olan aşinalığımız ile baktığımızda,“ Skolastisizm dogmatik bir şey, buna karşı hümanizm ise insanı öne çıkartan bir düşünce. O halde büyük devrim olmuş olmalı!” denilebilir.

Fakat bu noktada dikkate almamız gereken başka bir detay var. Ortaçağ başlangıçta Platoncu ve sonrasında Aristotelesçi felsefenin etkisi altında idi. Ve aslında rönesans döneminin entelektüelleri hümanistler de Platoncu ve Aristotelesçiydi. Özetle felsefe hâlâ Skolastik çağın etkisi altındaydı. Rönesans filozofl arı en özgün gözüktüğü yerlerde bile çoğu zaman geleneksel kalıpları sürdürmeye devam etti. O halde rönesanstan söz ederken ihtiyatlı davranmamız gereken şey, bu yeniden doğuşun kendini yenileme anlamında bir doğuş olmaktan ziyade, Antik Yunan felsefesinin yeniden doğuşu olmasıdır.

Elbette bu ifade rönesansta yeni hiçbir şey olmamıştır anlamına gelmiyor. İnsan, evren ve tanrı arasındaki kavrayış aşkınlık - içkinlik bağlamında değişti fakat bu da başka bir yazının konusu olsun…

P. Dilara Çolak

Bu yazı HBT'nin 274. sayısında yayınlanmıştır.

P. Dilara Çolak