Doğa-kültür ikileminde aktivizm

P. Dilara Çolak Y
Doğa-kültür ikileminde aktivizm

Geçtiğimiz ayın en yankı uyandıran olaylarından biri Birleşik Krallık merkezli iklim aktivistleri gruplarından biri olan Just Stop Oil hareketinin Londra’daki National Gallery’de yer alan Van Gogh’un Ayçiçekleri resmine çorba fırlatmasıydı. Tepki ve tartışmalar çığ gibi büyürken sonrasında Monet ve Vermeer’in birer eseri de resmi de bu eylemden nasibini aldı.

Dünya ve yaşamı korumayı amaçlayan kendi ifadelerine göre şiddet içermeyen barışçıl bir hareketin hareketinin fosil yakıt üretimi ve ruhsatlandırmasını durdurmak amacıyla kültür varlığımızın en değerli parçalarını hedef alması hepimizde öfkeyle karışık soru işaretleri yarattı. Doğayı ve yaşamı korumak isteyen aktivistler hangi mantıkla sanatı hedef alırlar? (!)

Karşısına her geçtiğimde sarı tonlarıyla beni büyüleyen Ayçiçekleri resmine çorba atılması sahnesini izlediğimde içim öfke ve tiksinti ile doldu, başlangıçta. Bir yandan içten içe bu durumun beni neden bu kadar öfkelendirdiği üzerine de düşünürken müze yetkililerinden eserin zaten saydam bir tabaka ile korunmakta olduğunu, bu yüzden hiçbir zarar gelmediğini, sadece çerçevesinde tamir edilebilecek bir hasar olduğunu açıkladılar. Fakat beni tüm bu olayları yeniden düşündürmeye sevk eden asıl açıklama, eylemi gerçekleştiren aktivistlerden birinin tiktok’ta yayınladığı video oldu. Esere zarar verme amaçlarının kesinlikle olmadığı, korunduğundan emin olduklarını üstüne basa basa söyleyerek eklediler, “Biliyoruz çok saçma bir eylem fakat politikacıların tutumu mantıklı mı?”


Bu noktada şunu düşündüm, eserlere bir zarar gelmeyeceklerinden emin olduklarını dikkate alırsak aslında 1887’ de üretilen eski bir resim çağın dinamiklerine uygun bir şekilde politik bir performansa dahil olmuştu. Bu Van Gogh’un aklının ucundan dahi geçmezdi... Fakat aktivizm performans olmamalı ya da sadece performans olmamalı. Sonuçta yapılan eylem ile verilmek istenen mesaj arasında bir ilişki gerektiriyor. Aksi takdirde eylem mesajın önüne geçer diye düşünüyordum. Nitekim böyle de oldu, günler boyunca kimse fosil yakıt üretiminden söz etmedi.

Fakat sanatsever olsun veya olmasın herkesin neden bu denli rahatsızlık duyduğu üzerine düşünmelerim ve aktivistlerin açıklamaları sonrasında başta oldukça absürt gözüken bu eylemin altında yatan ki mantığı anladım.

Van Gogh, Monet, Vermeer gibi sanatçıların eserlerinin bu denli değerli yapan şey onların biricikliğidir. Bu onların özgün bir şekilde üretildiği ve bu eserin tekrarlanamazlığı anlamına gelir. Bugün herhangi bir teknoloji ile Ayçiçekleri resmini birebir olarak yeniden üretsek bile reprodüksiyon ile orijinal arasında aşılamaz bir niteliksel farklılık olacaktır. Böylesi özgün, böylesi biricik değerli varlıklar olan sanat eserlerinin tahrip edilmesini seyretmek elbette sinir bozucudur. Fakat tahrip edildiğinde eski haline getirilemeyecek ve birebir kopyasının yapılaması mümkün olmayan başka ne var? -Doğa.

Bir tarafta doğanın kendisinde spontane bir şekilde var olmayan, bu yüzden insanın üreterek doğaya eklediği kültür & sanat ürünleri var, bir tarafta ise doğanın kendisi var. Ve bizler korunduğunu bildikten sonra bile Van Gogh’un çorbadan zarar görmesi ihtimalinde dahi çıldırıyoruz da nasıl oluyor doğanın hunharca katledilmesi karşısında tepkisiz kalıyoruz? Doğa ve yaşam sonlandıktan sonra kültür sanat eserlerimizin gerçekten ne anlamı var?

Bence bu olay son ayların en ilginç toplumsal deneyi idi. Nitekim bizi ikiyüzlülüğümüzle baş başa bıraktı. İlk eylemi gerçekleştiren aktivistlerin çocuk yaşta olması ise anlamı arttırıyordu çünkü gelecek nesillere müzelerin duvarları içerisinde güvenlilik görevlileri ile koruduğumuz milyon dolarlık eserler ve yokedilişine sessiz kaldığımız mahvedilmiş bir doğa bırakıyoruz.

Bu açıdan düşünmeye başladığımda böylesi bir eylemi gerçekleştirmek için en uygun şey zaten sanatmış diye düşünmeye başladım. Daha fazla ses getirmiş olmaları bir yana, bizde yarattığı huzursuzluk ve öfke ile asıl amacını fazlasıyla gerçekleştirdi. Van Gogh’un eşsiz resmine bir şey olduğuna dair yaşadığımız paniğe eş zamanlı olarak eşsiz başka bir şey, evimize karşı ne kadar sorumsuzca davrandığımızı saçmaya indirgeme yoluyla gösterdi.

Böylesi marjinal eylemler akabinde her zaman daha ılımlı tartışmalara yol açar. Bu noktada çekincelerim de var elbet, bu eylemler nereye kadar gidecek? Şu ana kadar hiçbir esere zarar gelmemiş olabilir ama gelebilirdi. Müzeleri de yakmaya varacak mı mesela? Aktivizmin sınırı nedir?

P. Dilara Çolak / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 346. sayısında yayınlanmıştır.

P. Dilara Çolak