Evrim gerçekliği bizden gizliyor

P. Dilara Çolak Y
Evrim gerçekliği bizden gizliyor

Farklı disiplinlerde yapmaya çalıştığımız ortak tek bir şey var, kim olduğumuz ve evrendeki yerimize dair genel bir resim ortaya koymak. Antik Çağ’da insan politik bir hayvandı, Rönesans’ta düşünen bir hayvana, Modern Çağ’da ise başkaldıran bir hayvana dönüştü. Yüzyıllar boyunca öteki canlılarla farkı üzerine kurulan insanın bu kendini anlama çabası, şimdilerde makinalar çağında yeniden gözden geçirilmeye ihtiyaç duyuyor.

Belki benim geç kalmışlığım yüzünden, belki de farklı disiplinler birlikte düşünmesi gerektiğini yeni yeni anlıyor bilemiyorum, ama çok açık olan bir şey varsa artık insana ya da genel olarak varlığa ilişkin bir kavrayışın hiçbir disiplinin tekelinde ilerleyemeyeceği, yüzyıllardır bu görevi sırtlanmış felsefenin bile. Kendi adıma iki senedir pozitif bilimlerdeki açığımı kapatmak adına kişisel okumalarımda felsefe tarihini bir kenara bırakarak sinirbilim ve evrimsel biyoloji üzerine okuma yapıyorum. Her ne kadar “felsefe tarihini bırakarak…” desem de, çoğunlukla felsefe tarihi bizi bırakmıyor, okuduğum pek çok araştırmanın sonuçlarının o veya bu şekilde yüzlerce yıl önce ortaya atılan felsefi fikirlere uygun düştüğünü çok sık görüyorum.

Son zamanlarda benzer bir karşılaşma Kalifornia Üniversitesi’de bilişsel bilimler profesörü Dr. Donald Hoffman’ın 2019 yılında yayınladığı “The Case Against Reality” adlı çalışmasını okurken oldu. Dr. Hoffmann, bizim algısal deneyimlerimizin gerçekliği olduğu haliyle yansıtmadığını; gördüğümüz temsili gerçekliği zihinlerimizin yeniden inşa ettiğimizi söylüyor. Şu anda okumakta olduğunuz dergiye dair beyninizde oluşan dergi imgesi, insanın bilişsel yetenekleri ile yeniden yarattığı bir imge. Gerçeklikle etkileşim halindeyiz fakat algıladığımız gerçeklik, gerçekliğin kendisi değil.


Bir test yapalım

Yandaki görselde noktalar arasında bir küp gördüğünüzü varsayıyorum. Tahmin edebileceğiniz gibi bu iki boyutlu görselde aslında bir küp yok. Algılarımız sıklıkla yanılsamalar yaratır, bu henüz 17. yüzyılda Rene Descartes’in farkettiği bir şeydi. Dahası bu gerçek olmayan imgeler yaratan algı meselesi insana özgü de değil. Dr. Hoffman, Avusturalya’da yaşayan bir böcek türünü örnek gösteriyor. Kahverengi, parmak ve sert kabuklu bu türde, erkek böcekler yere atılan bira şişelerini dişileri sandıkları için neredeyse neslinin tükenmesi ile karşı karşıya kalmış.

Buraya kadar biraz felsefe tarihi bilen ya da en azından Matrix’i izleyen biri için anlatılanlar çok da büyük bir sürpriz değil. Dr. Hoffmann’ın teorisinin can alıcı noktası ise şu, gerçekliği gerçekliğin kendisi olarak algılamamamızın sebebi, evrim. Çünkü gerçekliği algılamak bize yaşamsal bir üstünlük sağlamıyor.

Bizim algıladığımız ve gerçeklik sandığımız imgesel düzlem, kendinde çok daha karmaşık olan “gerçek gerçekliğin” bizim için kolaylaştırılmış bir arayüzü. Bunu bir bilgisayar oyunu gibi düşünebiliriz. Bir bilgisayar oyunu oynarken gördüğümüz, temsili bir dünyadır ve bu oyunun içerisinde hayatta kalmak, diğer bölüme geçebilmek adına “uyum ödüllerini” toplamaya çalışırız. Fakat özünde bu oyun, yazılım, elektrik devreleri, voltaj gibi şeylerden oluşur. Oyunu oynarken durup yazılımı anlamaya çalışır, pikselleri düşünürseniz, uyum ödüllerini toplamaya odaklanmış biri karşısında oyunu kaybedersiniz. Oyunun yazılımına dair her şeyi bilmek sizi daha iyi bir oyuncu yapmaz.

Dr. Hoffman, bu fikri matematiksel olarak ispatladıklarını iddia ediyor. Evrimsel oyun kuramı olarak adlandırılan simülasyonlarda benzer karmaşıklık seviyesine sahip organizmalar yaratıyorlar ve sadece uygunluğu gören organizmalar karşısında, gerçekliği olduğu gibi görenlerin neslinin tükendiğini söylüyor. Özetle, gerçekliği olduğu gibi görmek bize hayatta kalma üstünlüğü sağlamadığı için evrim, gerçekliğin karmaşıklığını gizleyerek ve bizim gerçeklik sandığımız kolaylaştırılmış bu arayüzün oluşmasına yol açtı.

Dr. Hoffman’ın teorisi pozitif bilimler karşısında gözden düşmüş eski dostların öğretilerini selamlıyor; Berkeley’in algılamakta olduğumuz gerçekliğin temsilini zihnimizin yarattığı, Platon’ın algıladığımız dünyanın gerçekliğin bir temsili olduğu, Kant’ın bu temsilin yaratılmasında kullanılan uzay & zamanın gerçekliğin kendisinden kaynaklanmadığını; onların bilincin kurucu ilkeleri olduğu fikri ile uzlaşıyor.

Neyse ki kendi körlüğümüzü göremeyecek kadar kör olsak da teknolojimiz var. Bakalım yarattığımız bu araç gözlerimizi gerçeğe ne kadar açacak…

P. Dilara Çolak / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 319. sayısında yayınlanmıştır.

P. Dilara Çolak