“İnsan özgürlüğe mahkum, çünkü yaratılmadı.”

P. Dilara Çolak Y
“İnsan özgürlüğe mahkum, çünkü yaratılmadı.”

Bazen insanlar bana “Yaratıcı bir tanrıya inanmıyorsan, yaşamın bir anlamı olamaz. O halde felsefe yaparak neyi arıyorsun?” diye soruyor. Yaratıcı bir tanrı ve belirli bir kozmik plan yoksa, yaşamın nedeni veya mutlak bir anlamı olmayabilir doğru. Ama henüz kısa olan yaşam tecrübemde öğrendiğim bir şey var, aynı şeylere bakıyor ve aynı şeyleri görmüyoruz. Şeyler hakkındaki yargılarımız o şeyin kendisiyle çok az ilgili ya da hiç değil. Çünkü yaratılmamış ve mutlak bir anlamdan yoksun olma durumuna başka bir açıdan bakıldığında bunaltıcı bir özgürlük ile baş başa kalıyoruz. Jean Paul Sartre’ın söylediği gibi insan özgürdür, hatta özgürlüğe mahkumdur, çünkü yaratılmamıştır.

Yaratılmak ve özgürlük kavramları arasındaki ilişkiyi kurcalamak istiyorum. Bu ilişkiyi kurcalamak sizi fazlasıyla dindar biri haline de getirebilir. Nitekim özgürlük ve yaratılış; özgürlük ve tanrı konusunu soru konusu edinen varoluşçu filozofların bir kısmı teist yani yaratıcı bir tanrıya inanan kişiler idi.

Yaratılmak nedir? Yoktan var edilmek, oluşturulmak, ortaya konulmak diyelim kabaca. Yaratılmış bir varlık olduğunuzu düşünüyorsanız nedenlerini anlasanız da anlamasanız da tüm bu yaratımın nedeni olan iradenin bir nedeni/ amacı/planı olduğunu düşünürsünüz. Bu yüzden tanrıya inanan filozoflardan biri olan Kierkegaard şöyle demişti; “Tanrı benimle ne kastetmiş olabilir?”


Diğer yandan tüm bu olayı başlatan bir ilk neden olduğunu düşünebilirsiniz, yani tıpkı domino taşlarının devrilmesi gibi bir el, kasıtlı olarak veya olmayarak, taşları itip süreci başlatmıştır. Sadece sürece neden olmak bakımından ele alınmalıdır ve hatta kendi sebep olduğu süreci dahi bilmez. Örneğin Aristoteles Tanrıyı böyle düşünüyordu. Fakat bence bu bakış açısı yaratıcı bir tanrı ve yaratılmak fiilinin asli anlamını vermez. Yaratmak ve yaratılmak fiillerini daha iyi anlamak için bu kavramı kullandığımız diğer tek alan olan sanata baktığımızda her defasında bir failin kasıtlı bir eyleminden söz ederiz. Bu yüzden doğanın kendi kendisinde var olan spontane bir durum, sanat olarak kabul edilmez. Haliyle yaratmak fiili kökensel olarak kasıtlı bir eylem, amaç gerektirir.

Fakat bir şeylerin var olması onun yaratılmış olduğu anlamına gelmez. Ben tanrı yoktur demek için yeteri kadar bilgi sahibi olduğumuzu düşünmüyorum diyebilirsiniz. Ama tam aksi var olduğunu söylemek için de yeteri kadar bilgi sahibi olduğumuzu söyleyemeyiz. Varlık özü gereği ezeli ebedi olabilir, kozmik ölçekte zaman lineer olabilir vesaire, tonla senaryo sunulabilir. Olabilirlerle konuşuyorum çünkü kesin olarak bilmiyoruz. Belki de hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Fakat ben böyle durumlarda mevcut bilgisizliğin herhangi bir şeyin lehine kanıt olarak sunulmasını bir açıklama modeli olarak görmüyorum.

Nitekim Kierkegaard ile hemen hemen aynı dönemde yaşayan başka bir filozof Nietzsche’nin açtığı yolda Varoluşçu felsefenin ikinci kolu, tanrının varlığının inkarına dayanır ve yaşama ilişkin yeni bir bağlam kurmayı dener. Yukarıda alıntıladığım sözün sahibi Sartre bu görüşün en önemli temsilcilerindendir. O yüzden tanrı benimle bir şey kastetmedi ama ben eylemlerimle, bu yaşam ile ne kastediyorum diye sormalı.

Sartre, Camus ve genel olarak varoluşçu filozoflarda sevdiğim bir hava var; yaşamın anlamını aramanın anlamsız olduğunu çünkü hiçbir mutlak anlamının olmadığını, yaratılmadığımızı, o yüzden tüm bu olmakta olanların fazlasıyla absürt olduğunu söylerler. Ama burada bırakmazlar. Tüm bunlara rağmen bizi yaşama küskün bir kötümserlik ile kalmayız.

Camus seçeneklerimizi şöyle sıralar;

  • Var olmaktan vazgeçmek
  • Felsefi-entelektüel intihar yani herhangi bir inanç ve düşünce sistemine bağlanmak
  • Tüm anlamsızlık ve acıya karşı isyan eden absürt bir kahraman olmak

“Absürt kahraman” her şeye rağmen var olmaya devam etme cesareti göstererek bu oyuna katılır, tıpkı bir drama oyununda olduğu gibi. Çünkü esas olan sürecin kendisidir. Bu yaşamı anlamlandırmak için yarattığımız gerçek olmayan seramik modelleri kırdıktan sonra, hala var olmaya devam edebilmenin kendini an be an yaratabilmenin cesaretini gösterir. Belki de sadece beklentiler ve bakış açılarını değiştirmek gerekiyordur yaşama dair. Oyunu sırf oyun olduğu için, yaşamı ise sadece sürecin kendisinden dolayı onaylayabilir miyiz? Herakleitos’un amaçsızca kumdan kaleler yapıp sonra da onu yıkan çocuk hükümdarında olduğu gibi, asıl mesele belki de sadece bu süreçtir.

P. Dilara Çolak / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 343. sayısında yayınlanmıştır.

P. Dilara Çolak