İyisi ve kötüsüyle Nietzsche’yi anlamak

P. Dilara Çolak
İyisi ve kötüsüyle Nietzsche’yi anlamak

15 Ekim 1844’te Prusya’da doğan Friedrich Wilhelm Nietzsche, sanıyorum ki bu kadar popüler olmasına karşın hakkında çok az şey bilinen ya da çoğunlukla yanlış anlaşılan ender insanlardan biridir. Normalde bir filozofun felsefesinden söz etmeye biyografisinden başlamam, fakat söz konusu Nietzsche olduğunda onun felsefesi otobiyografisi sayılır. Sadece aile yaşantısı, kaptığı hastalık, savaşa katılması, Arthur Schopenhauer keşfi ve büyük besteci Richard Wagner ile tanışması gibi hikayeleri arka arkaya dizerek dahi felsefesinin izini sürebiliriz. Nitekim onun sistematik bir öğretisi yoktur; metaforlarla bezeli edebi metinlerinde tekrar eden güç istenci, üst insan ve bengi dönüş gibi özgün kavramlarından yola çıkarak bir Nietzsche felsefesi oluştururuz.

Annesi, kız kardeşi, anneannesi ve iki teyzesi olmak üzere büyük ölçüde psikolojik sorunları olan beş kadınla birlikte büyüyen Nietzsche, 18 yaşında inancından şüphe etmeye başlayana kadar dindar bir protestandı. 20’li yaşlarının hemen başlangıcında tanıştığı Arthur Schopenhauer’ın “İsteme ve Tasarım Olarak Dünya” adlı kitabında insan için istencin yadsınamaz varlığını ve varoluşsal karamsarlığı; Wagner’in bestelerinde ise yıkıcı ve yaratıcı gücü buldu. Etikten estetiğe eski değerlerin ve uygarlığın çöküşüne şahitlik eden Nietzsche metafizik problemleri değil, yaşamı konu edinerek “Nasıl yaşanmalı?” sorusunu yanıtlamaya girişti.

Yıkım ve yaratımın birlikteliği konusu Nietzsche’yi nihilist olarak etiketleyenlerin genellikle gözden kaçırdığı bir detaydır. Nietzche, Wagner, hatta bu felsefe ve müzikten beslenen Adolf Hitler dahi, var olan her şeyi yıkıp yeni bir ideal sunan kişilerdi. Bu idealin doğruluğu her ne kadar tartışmalı olsa da, bu kişiler tarafından özellikle sanatın kudretinin vurgulanması tesadüf değildir; nitekim kendilerini yeni dünyanın yaratıcı sanatçısı olarak görürler. Bu yüzden yaşamının son yıllarındaki Nietzsche’den oldukça farklı olan onun felsefi insanı, yani üst insan, intihara meyilli veya melankolik değildir. Aksine yaşam tutkusuyla doludur, eyleyicidir.


Peki üst insan kimdir?

1870’de Almanya ve Fransa arasındaki savaşa gönüllü katılan Nietzsche’ye cephedeki deneyimleri, tüm vahşi sonuçlarına rağmen güç ve iktidar arzusunun varlığını göstererek insanın en temel arzusunun sadece yaşamda kalmak olmadığını düşündürdü. Bu yüzden geleneksel Hıristiyan ahlakın öğütlediği sevgi, merhamet, kanaatkârlık, ölçülülük gibi değerlerin aslında sahte olduğunu, dahası bir çeşit köle ahlakını temsil ettiğini savundu. Hıristiyanlık insanın doğasını anlayamamıştı. Zayıf olanlar insanın özü olan tutku ve taşkın çoşkunun bastırılmasını bir erdemmiş gibi sunuyordu.

Bu yüzden 1872 yılında yayımladığı Tragedya’nın Doğuşu’nda Hıristiyanlık öncesi Antik Yunan toplumuna değin geri giderek Hıristiyanlığın üzerini örtmediği gerçek insan ve doğal yaşam pratiklerini aradı. Kitapta kurguladığı Apollon ve Dionysos ikilemi, akıl, düzen ve uyumun karşısına taşkınlık, çoşku ve tutkuyu koyarak insan yaşamının özü olan gerilimi gösterir. Nietzsche’de tanrı, ontolojik bir problemden ziyade Hıristiyan ahlakını temsil eder. Bu açıdan tanrının ölümü, yeni dünyanın şafağında geleneksel değerlerin ölümüdür. Eski iyi ve kötünün ötesinde hayatının sorumluluğunu alarak kendi değerlerini yaratma gücüne sahip üst insanı müjdeler. Tanrının ölümüyle, insan kendi dünyasının yasa koyucusu yani tanrısı olur. Bu açıdan ironik bir biçimde Nietzsche’nin bir ahlak filozofu olduğu bile söylenebilir, tabii tersine-ahlak filozofu olarak... Nitekim bengi dönüş kavramıyla davranışlarımızı sınayabileceğimiz hipotetik bir test dahi sunar: Hayatın sonsuza dek tekrarlanacak bir döngü olsaydı, her bir günü sonsuza dek tekrar tekrar yaşayacak olsaydın, nasıl davranırdın?

Her ne kadar felsefesi pek çok açıdan faşizme hizmet eden kötücül sonuçlar yaratsa da benim filozofları okurken takındığım bir tutum var, Principle of Charity (Hayırsever Okuma İlkesi). Farklı fikirde olduğum veya hoşlanmadığım bir düşünce gördüğümde onun tüm metinlerini rafa kaldırmıyorum, olabilecek en makul şekilde yorumlayarak nasıl verim alabileceğimi düşünüyorum. Bugün Nietzsche’den de, diğer tüm filozoflarda olduğu gibi, alabileceklerimiz ve almayacaklarımız var.

P. Dilara Çolak

Bu yazı HBT'nin 262. sayısında yayınlanmıştır.

P. Dilara Çolak