Korona günlerinde varoluşçuluk

P. Dilara Çolak
Korona günlerinde varoluşçuluk

Felaketler insanları kaçınılmaz olarak ölüm ve hayatın anlamı gibi büyük sorular üzerinde düşünmeye yönlendirir...

Hastalık tüm dünyaya yayılarak gündelik pratiklerimizi değiştirmeye başladığından beri başta İtalya ve Fransa olmak üzere Avrupa’da, varoluşçu felsefenin ünlü temsilcilerinden Albert Camus’un yazmış olduğu Veba adlı romanın yok sattığına dair pek çok haber çıktı. Kitabın İtalya’daki yayıncısı satışın 2019’a göre %150; Fransa’daki yayıncısı ise %300 artış gösterdiğini açıkladı. Yazıldıktan 73 yıl sonra Veba’nın bu denli popüler olmasının nedeni Camus’un kurgusunun bizim gerçeğimiz olmasında yatıyor.

Romanda, Cezayir’in Oran adlı sıradan bir kentinde önce fareler ölmeye başlar. Kentin her bir yanını saran fare ölülerine rağmen insanlar, kendi ölümlerine sebep olabilecek dev bir felaketin yaşanabileceğini akıllarına dahi getirmedikleri için kayıtsızca gündelik hayatlarına devam eder. Hastalığın ürkütücü belirtilerinin insanlarda görülmesiyle şaşkına uğrayan doktorlar teşhisi koyduktan sonra hükümetin acil durum önlemlerini almasını talep eder. Fakat hükümetin uyguladığı tüm sıkı yönetim pratiklerine rağmen insanlar hastalık karşısında çaresizdir. Hastalığın yayılması ve ölümlerin artmasıyla tabutlar azalmaya başlar, kefen bezi ve mezarlıktaki yerler yetmez olur. İnsanlar birbirlerinden uzaklaşmaya başlar çünkü hastalığa yakalanmamış olanlar bile onu içinde taşır. Herkes evlerinde giderek yalnızlaşırken, bir yanıyla da, tüm bu uygulamalar insanda korkunç bir hürriyet isteği yaratır. Ve en sonunda karakterlerden biri şöyle der, “Tamam! Hepimiz delireceğiz, orası kesin.


Avrupalı okuyucuların bugünlerde kitapta ne bulduğunu anlamak hiç zor değil; edebiyat aracılığıyla kendi duygularıyla yüzleşiyorlar bir bakıma. Nitekim içinde bulunduğumuz durumu Veba’dan daha iyi betimleyen bir kitap olduğunu söylemek hayli güç. Belki başlangıçta kısa sürede atlatabileceğimizi ya da ufak tefek değişikliklerle adapte olabileceğimizi düşünmüştük ama şimdi, uygulanan sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte hayatta kalmak için bütün özgürlüklerimizin askıya alınmasına gönüllüyüz. “Felaketler oldukça kimse asla özgür olmayacak.” diye yazar Camus da Veba’da. Felaketler oldukça tam olarak özgür olamayacağız belki ama ansızın ortaya çıkarak tüm planlarımızı alt üst eden bu hastalık sayesinde çoğu zaman unuttuğumuz bir gerçekle yüzleşebiliriz, hayat sandığımızdan daha kırılgan.

Varlığımızı bir göktaşına borçluyuz

Camus ve diğer varoluşçu düşünürler sıklıkla “hayatın olumsallığını” vurgular. Mantık veya matematiğin önermeleri zorunlu iken; fizik alanda var olan her şey olumsaldır. Bu, fiziksel her şeyin varlığının kendisinden başka şeylerin varlığına bağımlı olduğu anlamına gelir.

Bir çırpıda tarihin en başına dönersek, 66 milyon yıl önce dünyaya çarparak bir dizi felaket gerçekleşmesine yol açan o göktaşı olmasaydı dinozorlar yok olmayacaktı. Ve atalarımız dinozorlara karşı avantaj sağlayamayacağı için insanlık denilen bir tür hiç olmayacak; felaketlerde sağ kalan canlılar ise farklı şekillerde evrimleşecekti.

Olamaz mı? Olabilir. Böyle söyleyince tuhaf oluyor fakat bugünkü varlığımızı bir göktaşının dünyada yarattığı felaketlere borçluyuz. (ve tabii bizim kontrolümüzde olmayan pek çok şeye daha.) Hayat henüz belirli olmayan, öngörülemeyen koşullara bağlı. Ya da sıradan bir tabirle, şansa bala yaşıyoruz.

Bu yüzden çağımızın popüler filozoflarından Slavoj Zizek’in Koronavirüs salgınını değerlendirdiği yazılarında belirttiği gibi, belki de bu virüs bir çeşit bilgeliğin oluşmasına yol açacaktır.

Nitekim Yale Üniversitesi’nde tarih ve tıp tarihi profesörü olan Frank M. Snowden, “Salgınlar ve Toplum: Kara Ölümden Günümüze” adlı kitabında salgın hastalıklar sayesinde tarihte pek çok defa insanlık için ilham verici anların gerçekleştiğini ifade eder. Örneğin, Ortaçağ’da veba salgınları insanın tanrı ile olan ilişkisini gündeme getirerek, entelektüel çevrelerde tanrı ve kötülük probleminin tartışılmasına yol açmıştır. Felaketler insanları kaçınılmaz olarak ölüm ve hayatın anlamı gibi büyük sorular üzerinde düşünmeye yönlendirir. Ve dahası, ırk ve etnisite, inanç, cinsiyet ve toplumsal sınıf gibi ayrımlar olmaksızın insanlık türünün bir parçası olarak bu mücadelede birlikte olduğumuzu hatırlatır. Bu yüzden korona günlerinde akıllı insanın, asalak bir varlık sayesinde öğreneceği önemli şeyler olabilir.

P. Dilara Çolak


*Bu yazı HBT'nin 214. sayısında yayınlanmıştır.

P. Dilara Çolak