Metaverse üzerine düşünümler

P. Dilara Çolak Y
Metaverse üzerine düşünümler

Geçtiğimiz hafta düzenlenen sanat, tasarım, teknoloji festivali Sonar İstanbul’da konserlerin yanı sıra herkese açık ve ücretsiz paneller düzenleniyor. Metaverse ve gaming üzerine yapılan panele konuşmacı olarak davetliydim. Konuyu gerçeklik ve sanallık bağlamında değerlendirmeye çalıştım ama burada genellikle halk arasında konuşulan metaverse tartışmalarına dair arka planda düşündüklerime dair yazmak istiyorum.

Önce bilmeyenler için kısa bir açıklama. Metaverse yeni bir kavram değil, ilk kez 1984 yılında William Gibson tarafından yayınlanan Neuromancer’de kelime olarak kullanılıyor; bugünkü haline yakın bir şekilde tasarlanması ise Neal Stephenson’ın 1992 tarihli Snow Crash adlı kitabında gerçekleşiyor. Ama sanıyorum ki Facebook şirketinin metaverse’ü internetten sonra insanlık tarihini değiştiren en büyük olaylardan biri olarak görmesi ile adını değiştirerek Meta yapması meseleyi aniden bir çılgınlığa çevirdi.

Zaten hali hazırda yaşamakta olduğumuz dijital yaşantımızı 2 boyuttan 3 boyutlu bir evrene taşımak, yani dijital bir uzay kurarak fiziksel evrenin sanal bir versiyonunu oluşturmak amaç. VR gözlükleri kullanarak erişebildiğimiz insan yapımı bu yeni evrende kendimiz için yarattığımız avatarlarımız sayesinde diğer insanlarla karşılıklı etkileşim kurabilecek, arkadaşlarınızla bir cafeye, konsere gidebilecek, toplantılara katılabileceğiz.


Genellikle problemleri sanat dolayımı ile düşünmek felsefi olarak tercih ettiğim bir yol. Çünkü insan için sanat öylesine spesifik ve olağandışı bir konu gibi görünüyor ki başlangıçta, tartışılan her ne ise (bilinç, yapay zeka), onu böylesi bir sınıra götürerek değerlendirmek ayrımları belirginleştiriyor. Genel üzerinden değil, limitten okumaya başlıyorsun. O yüzden işin felsefesini benim gözüme takılan, absürt bulduğum bir detay üzerinden yapmaya başladım, metaverse’deki konserler. Oradaki bir konseri düşünüyordum. Fiziksel dünyada bir konserde ne olur?

Nöroestetik adı verilen bir alan var, bu alandaki bazı çalışmaları daha önce okuduğum için sanat deneyiminde beyinde neler olduğunu, bunun evrimsel süreçte nasıl geliştiğine dair bilgiler edinmiştim. Başlangıçta metaverse’deki konseri de bu bağlamda değiştirerek eksiklikleri arıyordum, sonuçta beden olarak var olmak ve henüz yeterince konforlu olmadığından yakınılan bir gözlükle yeterince gerçekçi olmayan bir bilgisayar oyunu türevi sanal gerçeklikte var olmak aynı şey değildi. Henüz.

“Dikkat neye yönelirse enerji oraya gider”

Fakat ilginç bir tesadüf oldu. Şu sıralar kaldığım Meksika’nın Tulum bölgesinde bir arkadaşım “Kripto üzerine bir kulübün toplantısı var, konuşmacılardan biri de benim, katılmak ister misin?” diye sordu. “İnanır mısın Bitcoin’im bile yok, hiç ilgilenmiyorum.” dedim. “Fakat metaverse de konuşulacak, konuyla ilgili aplikasyon geliştiren Kalifornialı CEO’lar da orada olacak” dediğinde, tabiri caizse, şeytanın avukatlarının perspektifinden konuyu dinleyerek eleştirmek iyi olabilir diye düşündüm.

Son konuşmacı sadece 26 yaşında bir kripto girişimcisi ve milyonerdi. Yaptığı şeylerin değer ve önemi tartışılır ama bir noktada ağzından oldukça basit ve doğru bir cümle çıktı: Dikkat neye yönelirse enerji oraya gider. Kişisel gelişim cümlesi gibi ama iş ve teknoloji dünyasından söz ediyordu, o an metaverse’deki deneyimin ve fiziksel gerçeklik deneyimine karşı yetersizliği üzerine temellenen eleştirilerin uzun vadede hiçbir anlamı olmadığını anladım. Bütün dikkatlerin üzerine toplandığı bir pazar oluşmuşken, teknolojik eksikliklerin lafı bile olmayacaktır.

Faydası ve zararı bağlamında etik bir tartışmaya girildiğinde ise “Manipüle edileceğiz!” en sık karşılaştığım yorumların başında geliyor. Elbette edileceğiz ama gökyüzünün altında yeni bir şey yok, zaten edilmiyor muyduk? Şu an Youtube’da dolanırken karşılaştığınız reklamları orada deneyimlemek dürtü ve davranışlarda çok daha şiddetli bir etki yaratacak tabii. Fakat tarih geriye doğru akmıyor, metaverse çağın fenomeni. Var olan bir şeyin yeniden olmamasını istemek türünden anlamsız bir talepte bulunamayacağımıza göre faydalı olabileceği kollardan kimi mevcut sorunlara deva aramak, zehre dönüşebileceği noktalarda ise eleştiri ve kitlesel mücadele ile hukuki düzenlemeler talep edilmekten başka yapacak bir şey kalmıyor. Eski Yunanca’daki Pharmakon kavramını hatırlayalım; her şey deva da, zehir de olabilir. Su bile. Yine bence henüz öylesine başlangıçtayız ki ne söylesek havada kalıyor. “Minerva’nın baykuşu alacakaranlıkta uçar.” denir. Teorisi yapılmak suretiyle bir çeşit bilgeliğin doğması için önce pratiğin gerçekleşmesi ve günün üzerine gecenin çökmesi gerekir. Gidilecek çok yol var.

P. Dilara Çolak / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 313. sayısında yayınlanmıştır.

P. Dilara Çolak