Nedir bu postmodernizm dedikleri?

P. Dilara Çolak
Nedir bu postmodernizm dedikleri?

“Gerçekten, biz neye postmodern demekteyiz? Güncel olayları pek takip edemiyorum da... Postmodern ya da postyapısalcı dediğimiz insanların ne türden bir ortak sorunu olduğunu anlamıyorum.”

Alıntı bugün bizim postyapısalcı düşüncenin temsilcisi olarak kabul ettiğimiz düşünür Michel Foucault’dan. Foucault dahi postmodernizm ifadesi ile tam olarak ne kastedildiğinden emin değilmiş gibi gözüküyor. Oysa modernizm biteli çok oldu, hatta artık postmodernizmin de bittiği de konuşulanlar arasında. Hâl böyle olunca insan düşünmeden edemiyor, nasıl bir çağın içindeydik biz? Biten, değişen ne?

Postmodern terimi ilk kez sanat eleştirisi bağlamında 1870’lerde kullanılır. 1960’lı yıllarda New York’taki sanatçılar ve eleştirmenler arasında yayılır, 1970’lerde ise Avrupalı kuramcılar tarafından geliştirilir. Peki o tarihlerde ne oldu, neden 60’lardan sonra çağı anlatma konusunda modernizm terimi yeterli olmamaya başladı ve önüne bir “post” eki koyma ihtiyacı duyuldu?


1960’lı yıllarda New York, Tokyo, Paris Mexico City, Londra, Madrid, Varşova, Belgrad, Pekin, Prag, İstanbul gibi dünyanın dört bir yanındaki farklı metropollerde siyasi öğrenci hareketleri başlar. Fordizm ve seri üretime bağlı olarak ekonomide yaşanan değişiklikler sonucu toplumsal sınıflar arası farkın giderek açılması, siyasal ve kültürel kutuplaşma, artan sömürgecilik başta gençler olmak üzere dönemin işçileri ve entelektüelleri arasında huzursuzluk yaratır. Dahası Amerika’nın Vietnam ile sürdürdüğü savaş, Çin’de yaşanan kültür devrimi adı altındaki despotizm, Che Guevera (1967) ve Martin Luther King (1968) gibi dönemin önde gelen siyasi figürlerinin öldürülmesi ile dünya çapında sosyal gerginlik artar.

1950’lerden itibaren ortaya çıkan muhalif eğilim ve akımların postmodern terimiyle teorik bir çerçevede incelenmesinde Jean François Lyotard’ın 1979’da kaleme aldığı Postmodern Durum adlı kitabı etkili olur. Lyotard, postmodernizmin “meta-anlatılara yönelik bir şüphe meselesi” olduğunu söyler.

Meta-anlatılar, insana dair her şeyi belirli bir çerçeve içerisine oturtarak anlamlandırmayı sağlayan, bir bakıma fizikteki her şeyin teorisi gibi, sosyal bilimlerde her şeyi açıklamanın teorisidir. Antik Yunan’dan itibaren batı felsefesinin peşinde olduğu çeşitliliğin altında yatan tekillik arayışına karşı postmodern düşünürler, istikrarsızlığı vurgular. “Modernistler evrensel ararken postmodernistler farklılıkları tespit eder.” Bu açıdan bir bakıma özcü varsayımlara karşı bir tavır olduğu söylenebilir. Fakat insan merak ediyor postmodernistlerin öz, birlik ve evrensellikle dertleri neydi?

Tek bir öğretisi yok

Postmodernizm bu eğilimi gösteren düşünürlerin ortak bir argüman etrafında toplandıkları bir okul olmadığı için tek bir öğretiden bahsetmek imkansız. Terim genel olarak kartezyen geleneğe temellenen özne kavrayışına karşı yürütülen eleştirileri ifade ediyor. Bu özne yüzyıllardır beyaz, batılı, mülk sahibi bir erkektir ve araçsal aklı ile doğaya hükmedici konumdadır. Nitekim 2000 yıl önce Avrupa’da pratikte insan olmak mülkiyet sahibi olmayı gerektiriyordu. Henüz 200 yıl öncesine kadar kadınlar bu büyük insanlık söyleminden dışlanmıştı. Geçtiğimiz yüzyılın ortalarında Avrupa ve Amerika’daki “insanat bahçeleri” hatırlanırsa, makul insan beyaz batılı erkek olmayı gerektiriyordu. Şimdi LGBTQİ+ bireyler aynı tanınma mücadelesini veriyor.

İnsan tanımımız neleri kapsıyor, neleri dışarıda bırakıyor ve nelerin dışarıda bırakılacağına kim karar veriyor? İşte postmodernizm bizi bu soruyu düşünmeye davet ediyor. “İnsan ya da insanlık fikrini sanki doğal ve ezeli bir fikirmiş gibi görürüz. Oysa düşünce arkeolojimiz gösteriyor ki insan fikri yüzyılın başlarında gerçekleşmiştir.” diyor Foucault. Söylemimiz, nasıl düşündüğümüz ve dünyayı nasıl yorumladığımız tarihsel koşullardan doğan bir dizi bilinçdışı kural tarafından belirlenmektedir. Bu yüzden postmodernizm “öznenin kendisi dışında oluş- turulduğuna” dikkat çeker. Doğrudan güzele, adaletten etiğe meselemiz ne olursa olsun toplum, kültür ve politik yaşantının izini taşıyan ve dönüşen kavramlardan söz etmekteyiz.

Ortada tek bir hakikat yok, sadece hakikatmişçesine önümüze sunulanlar var. Postmodernizmin gör dediği bu.

P. Dilara Çolak

Bu yazı HBT'nin 268. sayısında yayınlanmıştır.

P. Dilara Çolak