Yaratılıştaki çatlak

P. Dilara Çolak Y
Yaratılıştaki çatlak

1997 yapımı bir film var, Gattaca. Hikayeye göre 21.yüzyılda aşırı ilerleyen genetik mühendisliği sonucunda süper insan nesilleri yaratmak öylesine iyi sonuçlar vererek yaygınlaşmış ki, gen düzenlemesi ile tasarlanmayan “inanç çocukları” görece azınlıktır. Genetiği düzenlenmiş süper insanlar kadar yetenekli ve güçlü olmadıkları için toplumsal yaşamda ayrımcılığa uğruyorlar. Hatta pek çoğu varoluşsal vasatlıklarından dolayı kimlik belirleme programlarında kayıtlı bile değiller.

Filmde evli bir çift öncelikle romantik davranarak genetiğine müdahale edilmemiş bir inanç çocuğu istiyor. Fakat doğumundan hemen sonra onun çok fazla hastalığı olduğunu ve muhtemelen 30 yaşını görmeden öleceğini söylüyor doktorlar. Bu azaba katlanamayacağını düşünen aile ise oğullarının güçlü yedeğini üretir gibi, genetiği tasarlanmış ikinci bir oğul dünyaya getiriyorlar.

Filmi anlatmaya gerek yok, iki kardeşin birlikte büyümesi evresini siz düşünün. İnanç çocuğu olan Vincent’in hayallerine ulaşabilmesi için kendi doğasını olabildiğince geliştirme, aşma çabasını izliyoruz. Kimse Vincent’e nasıl doğmak istersin diye sormamıştı elbette. En büyük hayalinin uzaya gitmek olacağını ama bu yüzden genetiği tasarlanmış insanlarla yarışabilecek kapasitede olması gerektiğini, doğal bir çocuk meydana getirmeyi seçen ailesi de bilemezdi. Filmden bahsetmemin sebebi şu, muhtemelen gerçekleşmesine en yakın olduğumuz distopik bilim kurgu Gattaca. Çünkü yayınlanmasından sadece 23 sene sonra, 2020 yılında, gen dizilimine müdahale edebilen CRISPR adlı aracı geliştiren bilim insanları Nobel kimya ödülünü aldı. Haliyle film, kötü bir gelecek senaryosu değil sadece. Bizi gen dizilimine müdahalenin ne ölçüde kullanılması gerektiği ve bu muazzam güç ile ne yapacağımızı sormaya zorluyor.


Jennifer Doudna’nın kitabı

Geçenlerde bu teknolojinin kaşifi biyokimyacı Jennifer Doudna’nın bir kitabını okudum. Kitabın adı pek güzel: “Yaratılıştaki Çatlak: Gen Düzenlemenin Evrime Hükmeden İnanılmaz Gücü”.

Şöyle diyor Doudna, “Milyarlarca yıldır yaşam Darwin’in evrim kuramına göre ilerledi: Organizmalar bir dizi rastgele genetik çeşitlenme vasıtasıyla gelişiyordu. Bu çeşitlenmelerin bazıları hayatta kalma, rekabet, üreme açısından üstünlük bahşediyordu. Şimdiye kadar kendi türümüzü de bu süreç şekillendirdi; aslında, yakın zamana dek ekseriyetle bu sürecin insafına kalmıştık...”

Ama artık sadece kendimizin değil, gelecek nesillerin de kaderini tayin edecek güce sahibiz. CRISPR teknolojisi bu kör süreci insan denetimi altına soktu. Genomlar bir metin düzenler gibi düzenlenebilir hale geldi. Bu teknoloji sayesinde kimi körlük biçimleri, bağışıklık yetersizliği, musküler distrofi, kistik fibroz, orak hücreli anemi gibi hastalıklar tamamen tedavi edilebilir. Sonuçta kimi hastalıklar milyarlarca harflik dizilimdeki tek bir harfin yanlışlığından kaynaklanıyor. Doğa hiç adil değil...

Peki sorun ne? Doudna bu teknolojinin ne şekilde kullanılacağına dair kaygılı. Çünkü bu teknolojinin iki yönü var: Birincisi, ortaya çıkan hastalıkları iyileştirme iken ikincisi, insan tohum hattına müdahale. Yani nesilleri birbirine bağlayan genetik bilgi akışını tadil etmek için kullanılması. Kalp hastalığı, Alzheimer, kanser riskini azaltmak için doğmamış çocukların genlerini düzenlemeye başlamalı mıyız? Diyelim ki hastalığa sebep olan mutasyonu bildiğimiz her hastalığı ortadan kaldırdık, bu fikir kulağa hiç fena gelmiyor. Peki fiziksel kuvvet, bilişsel yetenekler, fiziksel görünümlerin değiştirilmesine de gidecek miyiz? Tıpkı Gattaca’da olduğu gibi süper insanlar tasarlamak varken neden doğanın kör insafına kalalım? (!)

Felsefi bir kriz

Doudna kitabında bu teknolojinin gelişimi ile insan türünün evrimini kontrol etmenin aklında olmadığını yazmış. Bu noktada takdire şayan olan ise bilim insanlarının böylesi insanlığın kaderini belirleyen durumları değerlendirmeleri için etik, biyo-etik gibi dersler almaları gerektiğini söylemesi. Tüm topluma bunun anlatılarak ortak bir konsensüs varmadıkça teknolojinin hastalıkların tedavisinde kullanılmasını fakat insan tohum hattının düzenlenmemesi gerektiğini söylüyor. Hatta yazılar yazıyor, konferanslara katılıyor, yani işin etik boyutunu da üstlenmiş. Bilim tarihçisi değilim ama bu sorumluluğu fazlasıyla üstlenerek laboratuvarından çıkan kaç bilim insanı var bilmiyorum.

O halde sizi felsefi bir kriz ile baş başa bırakıyorum:

1) Henüz karar hakkı dahi olmayan gelecek nesillerin varlığına müdahale etme etik dışıdır. Doğanın yasaları ve insan onurunu ayaklar altına alır.

2) Asıl kusurlu bir yazılımı düzenleyerek mükemmelleştirip gelecek nesilleri azaptan kurtaracak teknolojiye sahip olduğumuz halde bunu yapmamak etik dışıdır. Gattaca’da olduğu gibi.

Ne dersiniz?

P. Dilara Çolak / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 340. sayısında yayınlanmıştır.

P. Dilara Çolak