Klinik çalışma nedir? Türkiye olarak biz neresindeyiz?

Öne Çıkanlar Sağlık
Klinik çalışma nedir? Türkiye olarak biz neresindeyiz?

İlaç geliştirme sürecinin en heyecanlı basamakları, insanlarda yeni molekülün denenmesi aşamaları olan klinik ilaç çalışmalarıdır. İlaç adayı olan araştırma ürünü, laboratuvar keşfi ve hayvanlarda yapılan denemeler sonrasında klinik çalışma sürecine girer. Bu sürecin her aşamasında sistematik bilimsel sorulara cevap verecek şekilde insanlar üzerinde uygulamalar yapılır. Birbirini takip eden 4 aşamada (faz) araştırma ürünü güvenlilik ve etkililik açısından kendisini kanıtlamak durumundadır.

Bu süreç zarfında, piyasada hali hazırda bulunan standart tedavilerle kıyaslanan yeni ilacın, risk yarar oranı açısından daha üstün bir performans göstermesi beklenir ve bu beklentiyi karşılayamayan ilaç adayları elenirken, beklentileri karşılayanlar ilaç olarak ruhsatlanır ve markete ulaşır.

İyi klinik uygulamalar standartı


Klinik çalışmalar yapılmadan ilaç geliştirme mümkün değildir, ancak son 50 senede bütün dünyada sağlanan konsensüs klinik ilaç çalışmalarını etik ve bilimsel açıdan çok yüksek standartlara taşımıştır. Dünyada bu sürecin kabul gören en yüksek kalite standardı, “İyi Klinik Uygulamalar (İKU, Good Clinical Practices)” standardıdır ve ülkemizde şu anda yürürlükte olan mevzuatta bu standartla neredeyse birebir oranda uyumludur. İKU hem denemelere gönüllü olarak katılan bireylerin hak ve esenliklerini korur, hem de deneme sonuçlarının bilimsel açıdan değerli veri sağlamasını garanti altına alır. Ülkemizde yürütülen bütün klinik ilaç çalışmaları için, dünyada olduğu gibi, bağımsız etik kurullardan onay ve sağlık otoritesinden de izin almak gerekmektedir.

Önceleri, dünyanın belli araştırma merkezlerinde faz I ve faz II çalışmaları gerçekleştirilen araştırma ürünü, faz III e gelindiğinde dünyaya açılır ve dünyanın birçok ülkesinden araştırıcı hekimlerle beraber ve o ülkelerden gönüllülerin katılımıyla gerçekleştirilir. Global bir klinik çalışmaya ülke olarak katılmak amaçlandığında önce bir fizibilite yapılır. Eğer çalışma, tedavi standartları açısından o ülkede yürütülemeyecek bir protokole sahipse, dahil olunmaz.

Eğer fizibilite başarılı olursa, o ülkeden bu çalışmaya en uygun olacak araştırıcı merkezleri dahil edilir. Bu merkezlerden araştırıcılar, çalışma süreçleri ve yeni ürün ile ilgili olarak dünyanın diğer ülkelerindeki araştırıcılarla beraber bire bir aynı eğitim sürecinden geçerler. Çalışmanın başlangıcından sonuna kadar araştırıcı merkezler için bir izlem ve kalite planı yapılır ve sonrasında merkezler gönüllüleri çalışmaya dahil ederek araştırma ürününü uygulamaya başlarlar.

Klinik araştırmalar, seçilen araştırıcı merkezler için dünya standardında ve en son gelişmelerin takip edildiği önemli bir know-how transfer etme fırsatı yaratır. Öte yandan, özellikle bütün standart tedavilerin denenmiş olduğu ancak başarılı sonuç alınamamış hastalar için (bilhassa kanser ve bazı kronik hastalar) açısından yeni bir tedavi umudu olması açısından da son derece önemlidir.

Klinik çalışmalar açısından ülkemizin durumu

Dünya ülkelerine genel olarak baktığımızda, bugün sayı olarak 250 bini geçen klinik çalışmanın %70 e yakın bölümünün ABD ve Avrupa’da yürütüldüğünü geriye kalan %30 luk payın, dünyanın diğer bütün bölgeleri tarafından paylaşıldığını görüyoruz.

Aynı zamanda, dünya sıralamasında en üstte yer alan ülkelerin ekonomik anlamda en gelişmiş ülkeler olduğunu ve klinik çalışma yatırımlarının o ülkenin dünya ilaç pazarındaki büyüklüğü ile doğru orantılı olduğunu görüyoruz. Her şeyden önce bu durum, gelişmekte olan ülke vatandaşlarının klinik çalışmalarda daha fazla gönüllü olarak yer aldığına dair yaygın inanışın aslında doğru olmadığını gösteren önemli bir kanıttır.

Dünyada 27. sıradayız

Ülkemiz son yıllarda yapılan yatırımların da etkisiyle Klinik çalışma sayıları açısından istikrarlı bir şekilde üst sıralara doğru çıkmaktadır. Ancak buna rağmen, dünya sıralamasında halen 27. sırada yer aldığımız düşünüldüğünde, hak ettiğimiz noktaya ulaşabilmek için bu konuda kat etmemiz gereken önemli bir mesafe olduğu aşikardır.

Yakın tarihlerde, bu yönde en önemli pozitif gelişmemiz, yasal mevzuatımızın dünya standartlarına yükseltilmesi olmuştur. Bunu takiben, ilaç endüstrisinin de desteği ile ülkemizde klinik çalışma standart eğitimi almış ve tecrübe kazanmış araştırıcı potansiyeli hızla yükselmiş ve araştırmalara katılan gönüllü sayılarımızda önemli artışlar yaşanmıştır.

Öte yandan, faz çeşitliliği açısından değerlendirildiğinde, şu anda geç faz (faz III) çalışmalarına daha çok katılım sağlayabildiğimiz, erken faz çalışmalarına ise daha kısıtlı katılım sağlayabildiğimiz görülmektedir.

Erken faz çalışmalarına ülkemizin daha fazla dahil olmasını sağlamamız ve oradan elde ettiğimiz bilgi kazanımıyla, yerli sanayimizden gelecek olan ilaç adaylarını erken fazlardan geliştirmeye sokacak potansiyeli yakalamamız gerekmektedir. Bunun gerçekleşebilmesi için eş zamanlı olarak araştırıcılarımızın uluslararası platformlarda ön sıralarda yer almaları ve söz sahibi olmaları gerekmekte, kendi çalışmalarımıza uluslararası katılım sağlayabilecek seviyeye çıkmamız gerekmektedir.

En büyük destek endüstriden

Ülkemizde şu anda klinik çalışmalara en büyük yatırımı ilaç endüstrisi yapmaktadır (%50-60). Endüstri dışı potansiyel kaynaklar olan devlet, akademi ve derneklerden gelen yatırımlar dünyanın diğer ülkelerinde bizdekine oranla önemli ölçüde yüksektir. Bu kaynaklardan gelecek fonların harekete geçirilmesi ve dünya seviyelerine çıkarılması hedeflenmelidir. Bürokrasinin sadeleştirilmesi ve klinik çalışma onay süreçlerin hızlandırılması da diğer ülkelerle rekabette bize avantaj sağlayan gelişmeler olacaktır.

Türkiye olarak, hem sağlık otoritesi, hem akademi hem de ilaç endüstrisi, önce kendi coğrafyamızda, sonra da dünyada klinik çalışmalarda daha önemli bir noktada olabilmek hedefinde hemfikirdir. Bu hedefin ülkemizde araştırma ve geliştirme altyapısının sağlanması açısından sağlayacağı katkılar yadsınamaz ancak her şeyden önce bu gelişmenin yenilikçi tedaviler bekleyen hastalar açısından çok daha büyük bir anlamı olduğu unutulmamalıdır.

Yrd. Doç. Dr. Fatih Özdener
Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi

Bu yazı HBT'nin 80. sayısında yayınlanmıştır.