“Mutlaka en kötüsü olur” kaygısına kapılanlar ne yapmalı?

Öne Çıkanlar Sağlık
“Mutlaka en kötüsü olur” kaygısına kapılanlar ne yapmalı?

Yaşam kaygılar, korkular ve gerilimlerle dolu. Çoğu zaman bilinçsizce ortaya çıkan bu duygular insanların yaşamlarını içten içe zehir edebiliyor. Ruh bilim uzmanı Dr. Ellen Hendriksen kaygı konusunda iki güçlü inancı ve kaygılardan kurtulmanın yollarını dile getiriyor.

Kesin en kötüsü olur, öyle mi?

Yaşanan kötü bir olay karşısında yine de yıkılmayan ve umudunu yitirmeyen birilerine herhalde tanık olmuşsunuzdur. Bu tür kişilik yapısına sahip olanlar, çok sevdikleri birini yitirdiklerinde onun en azından çektiği acılardan kurtulduğunu düşünüp rahatlar, ya da işten atıldıklarında yaşamlarında yeni bir sayfa açılacağına inanırlar.


Öte yandan, pireyi deve yapan ve her koşulda yakınan birilerini de tanımışsınızdır. Bu kişiler için ya deniz çok kirlidir ya yemek tatsızdır ya da insanlar çekilmezdir...

Bir de her durumda akla gelebilecek en kötü senaryoyu yazan insanlar vardır. Başınız mı ağrıyor? Beyninizde ur olabilir! Trafik mi yoğun? İşe geciktiğinizi patronunuz hemen anlayacak! Tatilinizi Meksika’da mı geçireceksiniz? Sangria ısmarladığınızda içine konan buz kesin sizi hasta edecek!

Felaket!

İşte kaygı denen “yetenek” tam da böyle bir şeydir: Olacağı belirsiz ve az biraz ürkütücü olan koşullarda çok ciddi bir felaketin yaşanacağı öngörüsünde bulunur. Bu yeteneğin işe yaradığı da olur...

İnsanlar, incir çekirdeğini doldurmayacak olayların çok büyük sorunlara yol açacağını düşünürler. İş yerinde ufacık bir yanlış yaptıklarında işten atılacaklarına ya da birisine gönderdikleri iletiye yanıt almadıklarında o kişinin kendilerine küs ya da kızgın olduğuna inanırlar.

Bu kişiler çoğu zaman kendilerinde kaygı uyandıran unsurun ne olduğunu bile tam olarak kestiremezler, ama çok kötü bir şeyler olacağına neredeyse kesin gözüyle bakarlar.

Peki, insan beyni habbeyi kubbe yaptığında ve en ufacık bir tersliği ciddi bir sorun olarak ele aldığında ne yapmak gerekir?

Ne yapmalısınız?

Kafanızda bir en kötü durum senaryosu oluştuğunda ve bu senaryo beyninizi kemirmeye başladığında öncelikle kendinize “Bu iş gerçekte ne denli kötüye gidebilir?” sorusunu sorun. Bir başka deyişle, gerçekten de destansı boyutlarda bir felaketin söz konusu olup olmadığını anlamaya çalışın. Örneğin, satışa çıkarttığınız eve alıcı çıkmadığında bunun ne gibi sonuçlar doğurabileceğini belirlemek için kendinize, “En kötüsü ne olabilir?” diye sorun.

Beyin çoğu zaman farklı bir bakış açısı benimseyerek, “Bunun sonuçları pek hoş olmayabilir. Öyle ki, parasal sorunlarımı giderecek başka birtakım kararlar almalıyım. Sonuçta ortada hastalık yok, ölüm yok. Evi gelecek yıl da satışa sunabilirim” türünde bir tepki oluşturabilir.

Bir örnek daha verecek olursak, “Sanırım bu iş bana göre değil” dediğinizde yine en kötü durumda neler olabileceğini düşünerek, “Bu iş bana göre olmayabilir, ama her an bana uygun bir iş aramaya koyulabilirim” gibi bir sonuca varabilirsiniz.

İkinci aşamada kendinize, “En kötüsünün gerçekleşme olasılığı nedir?” sorusunu sorun. Beyninizde bir ur olması gerçekte ne denli güçlü bir olasılıktır? Baş ağrısının gergin olmanızdan, ya da susuz kalmanızdan kaynaklanması çok daha büyük bir olasılık olsa gerek. İletinize yanıt almamış olmanız, o kişinin size kızgın olmasından çok, başının dolu olmasından ya da telefonunu arabada unutmuş olmasından kaynaklanıyor olabilir mi?

Bu soruların her ikisi olmasa bile, en azından bir tanesi kaygı içeren hemen hemen her türlü düşüncenin silinip atılmasına yardımcı olacaktır. Beyninizin derinliklerinde kaygı avına çıktığınızda bir soru işareti size yol gösterecektir.

Kaygı içeren tümceler hemen hemen her zaman, “Eğer öyleyse ne olur?”, “Sonra ne olur?” ve “Şimdi ne yapmalı?” gibi sorularla dile getirilir. Bu türde sorular son derece kaypak oldukları gibi, tartışmaya da pek açık değildirler ve yanıtları hemen hemen her zaman olumsuzdur.

Bu durumda, kendinize “Öyle olursa ne olur?” sorusunu her soracak olduğunuzda bu soruyu hemen bir tümceye dönüştürerek işe koyulun. Örneğin, “Ya uçak düşerse ne olur?” sorusuna yanıt vermek güçtür; uçağın düşmesi gerçekten de bir felaket olur. Ancak bu soruyu, “Uçak düşecek” tümcesine dönüştürdüğünüzde bunun gerçekleşmesinin ne denli güçlü bir olasılık olduğunu tartışabilirsiniz.

Bu yükü kaldıramam…

İnsanların kaygıya kapılmasına yol açan ikinci bir unsur da yaşadıklarıyla başa çıkamayacaklarını sanmalarıdır. Bu son derece mantıklıdır, belli bir duruma hazırlıklı olmadan yakalanırsak kaygıya kapılırız.

Kaygı, kişinin kendi yetenekleri konusunda kuşku duymasına neden olur. Bu durumda korkuları gerçekmiş gibi algılar, elinden bir şey gelmediğine inanır. Sorumlulukların altında ezildiğini, başından büyük işlere kalkışmış olduğunu düşünür.

Bu tür korkular bir gerçeklikmiş duygusuna dönüştüğünde kişinin kendisine sorması gereken sihirli soru “Ne yapabilirim?” olmalıdır. Kaygının gerçekliğe dönüşmesi durumunda bunun sonuçlarıyla başa çıkabilmek için kişinin toparlayabileceği tüm kaynakları – dostlarını, ailesini, içsel gücünü, sağlık sigortasını, cüretini – kafasından geçirmesi ve kendisine “Bu durumun üstesinden nasıl gelirim, bu konuda neler yapabilirim?” sorusunu sorması gerekir.

Gerçekten de beyninizde bir ur olduğunu öğrenecek olsanız ne yaparsınız? Konunun uzmanı bir onkolog bulur, izne ayrılır, uzmanların önerilerine sıkı sıkıya bağlı kalır, dostlarınızın ve ailenizin desteğine sığınırsınız. Tüm bunları yerine getirmek hiç kuşkusuz kolay değildir. Bu süreç son derece zorlu bir süreç olacaktır. Ancak burada asıl önemli olan nokta, en kötü koşullarda bile yapılabilecek bir şeylerin olması ve umudun asla yitirilmemesidir.

Uygun eş bulamıyorsam…

Neyse ki, insanların kaygıları çoğu zaman bu denli iç karartıcı değil. Tatilde yağmur yağacağından ötürü mü kaygılısınız? Ne yapabilirsiniz? Gideceğiniz yerdeki tüm müzeleri gezebilir, ya da kendinize kocaman bir şemsiye edinebilir ve havaya lanetler yağdırabilirsiniz.

Kendinize asla istediğiniz gibi bir eş bulamayacağınızdan mı kaygı duyuyorsunuz? Üzüleceğinize yaşamın tadını çıkartmaya çalışın, insanlarla tanışmaya daha çok zaman ayırın ve kendinizi onun sizi bulacağına inandırın. O sizi bulamasa da en azından dostlarınızla güzel bir yaşam sürdürebilirsiniz. Kısacası, kaygılar yıpratıcı olsa bile, insanlar yine de her türlü güçlüğün üstesinden gelebilecek güce sahipler.

Rita Urgan

Kaynak: Scientific American Online / 20 Temmuz 2016