Bize ve gezegenimize iyi gelebilecek bir beslenme düzeni nasıl olmalı?

Gezegenimiz Öne Çıkanlar
Bize ve gezegenimize iyi gelebilecek bir beslenme düzeni nasıl olmalı?

Yağsız, tuzsuz, tam tahıl, kalbe yararlı, vegan, organik, serbest gezen, otla beslenen, düşük karbonhidratlı, şeker katkısız... Son günlerde dillere pelesenk olmuş tüm bu sözcüklerin yanı sıra, bedenin fiziksel görünümünü değiştirme kılavuzları, kafa karıştırıcı etiketler ve sözdebilime dayalı son moda beslenme düzenleri şimdilerde yiyecek alışverişini son derece kaygı verici ve rahatsız edici bir sürece dönüştürebilir.

Beslenmenin ekonomik yükünü azaltmak pek kolay olmasa da, sağlıklı beslenme ve sürdürülebilirlik söz konusu olduğunda, sağlıklı beslenme düzenlerinin genelde çevreye daha az zarar verdikleri gibi şaşırtıcı bir duruma tanık olunuyor.

Bilimsel kanıtlar henüz tam olarak yerli yerine oturtulmuş olmamakla birlikte, doymuş yağ düzeyi yüksek-bol miktarda et ve süt ürünleri içeren-beslenme düzenlerinin kalp hastalıkları tehlikesini artırdıkları görülüyor. Kırmızı etteki, özellikle de işlenmiş etlerdeki, kimi bileşikler kalın bağırsak kanseri tehlikesini de arttırıyor.


Etin çevreye verdiği zarar, insan sağlığına verdiği zararlardan çok daha büyük olabilir. Günümüzde sığır eti kalori başına fasulye ve tahıllara kıyasla yaklaşık 50 kat daha çok sera gazı salımına neden oluyor ve çok daha büyük miktarlarda su tüketilmesini gerektiriyor.

Bu gerçek karşısında tek seçenek vejetaryenlik ya da veganlıkmış gibi görünüyor. Biraz özenli davranıldığında, bu tür beslenme düzenleri bedenin gereksindiği tüm besinleri çevreye zarar vermeden ve sağlıklı bir biçimde sağlayabilir. Ne var ki, kimi araştırmalar çoğu vejetaryenlerin yaptığı gibi, peynir ağırlıklı bir beslenme düzenine geçmenin sonucunda çokça tüketilen doymuş yağların sağlığa daha da çok zarar verebileceğini ortaya koyuyor.

Vejetaryenlik de bir çözüm mü?

Öyle ki, vejetaryenlik de en iyi çözüm olmayabilir. Sonuçta, önemli bir protein kaynağı olan et-özellikle yoksul kesimde eksikliği duyulan besinler olan-demir ve B12 vitamini açısından da son derece zengin bir kaynak. Dahası, yeryüzünün dörtte birinden çoğu-ve tarım alanlarının yüzde 70’i- tahıl üretimine elverişli olmayan sarp, kayalık ve kurak otlaklardan oluşuyor. İnsanlar için bu alanlardan kalori sağlamanın en iyi yolu otla beslenen büyükbaş hayvanlar ve koyun beslemek.

Daha çok balık yemek de, protein gereksinimini karşılayabileceği gibi, sağlıklı omega-3 yağlı asitlerin alınmasına da yardımcı olabilir. Balığın karbon ayak izi genelde etten daha küçüktür.

O zaman dönüp dolaşıp yine balığa mı geliyoruz? Yiyeceğimiz her bir ürünü tek tek incelememiz mi gerekiyor? Neyse ki, hayır. Bilim insanları tek bir çözümde buluşuyorlar ve insanlara olabildiğince farklı türlerde sebze ve meyveler, tam tahıllar ve baklagiller tüketmelerini öneriyorlar. Ayrıca, bu ürünleri yerel pazarlardan satın almaya özen göstermek gerektiğinin de altını çiziyorlar. Ne var ki, kimi araştırmacılar yerel ürünleri satın almanın çevresel sürdürülebilirlik açısından son derece önemli olduğunun gerçekte yanlış bir kanı olduğuna, söz gelimi Britanya’da domates yetiştirmenin bu ürünün İspanya’da yetiştirilip Britanya’ya gönderilmesinin dört katına eşit bir enerji gerektirdiğine dikkat çekiyorlar. Bu durumda, yakınınızda üretilen ürünleri mevsiminde tüketmenin ve mevsim dışında uçakla başka ülkelerden getirtilen ürünleri tüketmekten vazgeçmenin en iyi çözüm olacağına inanıyorlar.

Şu ana dek beslenme sürecinin gerçekte pek bir sıkıntı yaratmadığı söylenebilir. Yalnızca daha çok sebze tüketip, daha az miktarlarda et ve süt ürünleri yiyerek çevresel açıdan büyük bir fark yaratmak elinizde. Örneğin, et ağırlıklı bir beslenme düzeni uygulayan bir kişi hayvansal ürün tüketimini azaltıp, Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği miktarlar çerçevesinde daha çok sebze ve meyve tüketerek sera gazı salımlarında yüzde 17 oranında bir düşüş sağlayabilir.

Ancak gerçek şu ki, sağlıklı ve sürdürülebilir bir beslenme düzenine geçiş sürecinde atılacak en önemli iki adım daha az yemek ve daha az israf etmek. BM tarafından yapılan istatistikler ABD ya da Avrupalı ortalama bir bireyin günde 3100’ün üzerinde kaloriye ulaştığını gösteriyor. Erkekler için önerilen günde 2100 kalorinin ve kadınlar için de yaklaşık 2000 kalorinin üzerinde. Bu kişilerin bel çevrelerinin daha kalın olması da bu yüzden.

Proceedings of the National Academy of Sciences isimli bilim dergisinde geçen ay yayımlanan bir makalede yiyecek üretiminin çevreye verdiği zararların nasıl azaltılacağı ile ilgili öneriler yer alıyor. Çalışmada bu önerilere uyulduğu koşullarda, yüksek-gelir ülkelerinde yiyecek üretiminden kaynaklanan sera-gazının % 13 ile 25 arasında azaltılabileceği, ötrofikasyonun (göl gibi herhangi bir büyük su ekosisteminde, başta karalardan gelenler olmak üzere, çeşitli nedenlerle besin maddelerinin büyük oranda artması sonucu, plankton ve alg varlığının aşırı şekilde çoğalmasıdır. Bu durum sudaki çözülmüş oksijen miktarını azaltarak uzun vadede su ekosisteminin ölümüne neden olur) %10-21 arasında düşeceği ve toprak kullanımının % 6 ve % 18 arasında düşürülebileceği öne sürülüyor.

Çöp üretmeyin

Ayrıca, Britanya’da satın alınan yiyeceklerin dörtte biri, ABD’de de beşte biri çöpe atılıyor. Bunların yaklaşık üçte ikisi çürüdüğü ve küflendiği için, ya da çok fazla miktarda pişirilip yenemediğinden kaçınılmaz olarak çöpe gidiyor. Bu yüzden kişinin yiyecek israfını önlemesi için satın aldığı miktara ve her öğünde ne kadarını tükettiğine daha çok özen göstermesi gerekiyor.

Kısacası, beslenme, sürdürülebilirlik ve sağlıkla ilgili onca söylemin karşısında insanın kafası ilk anda karışsa da, şaşırtıcı gerçek şu ki, beslenme konusunda tutuculuğa gitmeksizin ciddi bir fark yaratmak hiç de güç değil. Bunun için vejetaryen ya da vegan olmak gerekmiyor. Yalnızca et ve öteki hayvansal besinleri biraz daha az tüketmek bile karbon ayak izinde bir düşüş yaratmaya yetiyor. Bunun dışında, yiyeceğimizin nereden geldiği ve tabağımıza ulaşıncaya dek ne gibi süreçlerden geçtiği konusunda da biraz daha bilinçli davranmak gerekiyor. Bilim insanları tüm bunların hem gezegenimiz, hem de kendi sağlığımız açısından son derece yararlı çözümler olabileceğine inanıyorlar.

Rita Urgan

Kaynak 1 - 2