Aşk, bilimle tanışıyor

Öne Çıkanlar Toplum

İçi içine sığmamak, canlılık, mutluluk, tutku ve aşırı güven. Hepimiz aşkın bir anı diğerine uymayan bu duygusal dalgalanmalarının ne demek olduğunu biliriz. Ancak bu duygu sağanağının yol açtığı şaşkınlıkla -hatta sersemlikle- başımıza gelenleri değerlendirmekte zorluk çekiyoruz. Acaba aşkın ne olduğunu anlamakta bilim bize yol gösterebilir mi? Yoksa bu görevi ozanlara bırakmak daha mı doğru?

Aşkın çeşitleri vardır. Annenin çocuğuna duyduğu koruyucu aşk, çiçeği burnunda taze aşıkların birbirine duyduğu yoğun tutku, uzun süredir birlikte olan çiftlerin temelleri derinlere inen aşkı, Tanrı’ya duyulan ilahi aşk bunlardan yalnızca birkaçı. Bazı kültürlerde farklı aşk türleri için 10’dan fazla sözcük kullanılır. Bu arada esin kaynağı olarak aşktan yoğun biçimde yararlanan ozanlar ve şarkı sözü yazarları, yüzyıllardır aşkı tanımlayamaya, çözmeye uğraşıyor. Aşk denilen bu karmaşanın ardında acaba evrensel tek bir kavram yatıyor olabilir mi?


Aşkın bilimi daha emekleme aşamasında. Ancak farklı dallardaki bilim insanları yavaş yavaş aşkın doğasına ve kökenlerine iniyor. Beyin görüntüleme teknolojilerindeki gelişmelerden yararlanan bilim insanları, farklı aşk türlerinde beyinde meydana gelen biyokimyasal değişiklikleri ve faaliyetleri izleyebiliyor; insanların aşk karşısındaki farklı tepkilerini karşılaştırabiliyor ve hayvanlarda da aşkın evrimsel kökenlerini araştırabiliyor.

Ortak evrimsel başlangıç

Farklı şekillerde karşımıza çıkan aşk, acaba ortak evrimsel bir başlangıçtan doğmuş olabilir mi? Eğer böyle bir başlangıç varsa, bunu nerede aramamız gerekir? İşe anne ile çocuk arasındaki aşk ile başlamak en doğrusudur. Bütün aşk türlerinin içinde, anne ile çocuk arasındaki aşk kadar derin, güçlü, dayanıklı ve verici olanı yoktur. Ayrıca hayvanlar aleminde de en yaygın olan aşk türü budur. Biyolojik kaynaklı bu bağ çok anlamlıdır. Bu bağ sayesinde yeni doğanlar hayatta kalma şansına erişir. Dolayısıyla annenin genlerinin bir sonraki nesile geçmesi garantilenmiş olur.

Bu bağ nasıl oluşur? Birbirine bağlanmanın beyindeki kimyasal etkisi konusunda bildiklerimizin çoğu kemirgenler üzerinde yapılan çalışmalardan elde edildi. Kemirgenlerin yaşadığı duygunun aşk olup olmadığını bilmiyoruz; bildiğimiz tek şey yavrularını canlarını dişlerine takarak koruyor olmaları. Bu eğilimi doğrudan doğruya annelik olgusunun tetiklediği sanılıyor. Bakire dişi sıçanlar, hatta hamile olanlar yavrulara saldırabiliyor. Ancak yavrulamadan hemen önce bu davranışı tümüyle terk ediyorlar.

Anahtar hormon oksitosin

Yeni doğan bir yavrunun anne için özel bir önem taşımasının nedeni ne? Bu bağlamda kritik bağın oksitosin hormonu olduğu söyleniyor. Hamileliğin ileri evrelerinde yüksek düzeylerde seyreden östrojen, beynin bazı bölgelerinde bulunan oksitosin reseptörlerinin sayısını artırır. Doğum sırasında, doğum sancılarının tetiklemesiyle oksitosin salgısı artar ve bu hormonlar sensörlere eriştiği zaman annede, yavrularına ve bunların kokularına karşı bir bağımlılık gelişir. “Bağımlılık” çok iddialı bir sözcük olmasına karşın, yeni doğan yavrulara karşı duyulan yoğun duygular, beyindeki ödül sisteminin faal hale gelmesiyle yakından ilişkilidir. Bu da kokain veya eroin gibi uyuşturucuların yapay olarak tetiklediği dopamin ödül devresine benzer.

Anne, sıçan yavruları ile arasındaki bağı oluştururken, ödül sistemi oksitosin tarafından körüklenir. Aynı anda bu hormon kokulara karşı duyarlılığı da artırır. Böylece bu bağın yavruların özel kokusu ile ilgili olması sağlanmış olur. Anne yavrularını her kokladığında aynı ödül duygusunu tadar. Bu da uyuşturucu bağımlılarının, uyuşturucu düşüncesinden bile uyarılmalarına benzer.

Tek eşlilik gerekli mi?

Gelişmiş memelilerde yavruların bakımı daha da önemlidir. Şempanzeler 7 yaşına gelmeden annelerini terk etmezler; insanlarda çocuklar çok daha uzun bir süre ebeveynleri ile yaşar. Anne ve baba arasındaki tek eşliliğe dayanan bağın, çocuğun hayatta kalmasını garantilemek için evrilmiş olabileceğini düşünebiliriz. Ancak bu konuda bir kez daha düşünmekte yarar var; zira böyle bir eğilimin her zaman söz konusu olmadığını da biliyoruz. Memeliler arasında aşık olmak ile bir sure sonra terk etmek/edilmek birbirinden ayrılmaz bir ikilidir. Memeli türlerin %5’inden azı tek eşlidir ve bu aşkın ortaya çıkışını açıklayacak basit bir şablon söz konusu değildir. İlk bakışta şaşırtıcı gelebilecek bir keşif de, iki ebeveynin ilgisinin çok da gerekli olmamasıdır. Öyle ki tek eşli türlerde bile yavrular babalarının ilgisi olmadan da büyüyebiliyorlar. Kaldı ki tek eşlilik ile gerçek cinsel sadakati birbiri ile karıştırmamak gerekiyor.

Bütün bunlardan sonra sıra ilginç bir soruya geliyor: Tek eşlilik bir genel bir eğilim değil de, seyrek görülen bir olgu ise, evrim, türlerin davranışlarını niçin sürekli olarak değiştiriyor? Bunun yanıtı şu olabilir: Evrim, anneyi çocuğuna bağlayan sinirsel ve biyokimyasal yapının bir kısmını çalarak, bunu dişi ile erkeği birbirine bağlamakta kullanıyor olabilir.

Kadın-erkek aşkını pekiştiren unsurlar

Kadın erkek arasındaki aşk ve sadakat ile ilgili en önemli deney iki tür tarla faresi üzerinde yürütüldü. Türlerden birinde eşler birbirine son derece sadıktır. Oysa tam tersi diğer türde fareler çok eşlidir. Bu çok eşli türde eşler çiftleşir ve akabinde hemen ayrılır. Bu iki türün arasındaki fark, oksitosin ve bununla yakından ilgili olan diğer bir hormon olan vasopressin reseptörlerinin yerlerinin değişik olmasıdır. Bu hormonlar “çiftleşme sırasındaki uzatılmış dokunma zevkleri” sırasında üretilir. Çok eşli olan türde, vasopressin hormonu sensor sayısının, dopamin ödül bölgesinde çok az olduğu görülürken, çok eşlilerde bu bölgede çok sayıda reseptör olduğu ortaya çıktı. Böylece cinsellik, erkeği eşine bağlamakta çok güçlü bir ödül haline geliyor olabilir.

Tek bir gendeki küçük değişiklikler, ödül bölgesindeki vasopressin reseptörlerinin sayısını belirliyor. Georgia, Atlanta’daki Emory Üniversitesi’nden Larry Young ve ekibi, çok eşli farelere tek bir virüs enjekte ederek, tek eşli yapmayı başardı. Virüs, tek eşli farenin gen varyantını çok eşli farenin beynine taşıdı. Ve bunun tam tersi, tek eşli farelere sensorları bloke eden bir ilaç verildiği zaman, çok eşli fareler gibi, tek eşliler çiftleşme sona erer ermez yeni bir eşin peşine düştüler.

Kuşkusuz fare ile insan farklıdır. İnsanlarda da reseptörlerin dağılımını kontrol eden genler kişiden kişiye büyük farklılıklar gösteriyor. Ancak kimse bu reseptörlerin dağılımının sadakat ile bir bağlantısının olup olmadığını bilmiyor. Oysa oksitosin ve vasopressin hormonlarının insanlardaki aşk olgusunda çok önemli bir rol oynadığı kesin.

Aşkta güven zirve yapar

Oksitosin düzeyi kadınlarda orgazm sırasında, erkeklerde ise cinsel arzunun arttığı sırada yükseliyor. Oksitosin ayrıca güveni de artırıyor. Kaldı ki aşkın söz konusu olduğu ilişkilerde güven çok önemli bir unsurdur. İsviçre’de Zürih Üniversitesi’nde sinir-ekonomisti Ernst Fehr’in laboratuvarında gerçekleştirdiği deneysel amaçlı bir yatırım oyununda, “yatırımcı” rolünü oynayan kişilerin hemen hemen yarısı, önceden oksitosin kokladıkları zaman, ellerindeki tüm parayı hiç tanımadıkları bir kişiye emanet etmekte bir sakınca görmedi. Üstelik bu kişinin paraları iade edeceği garanti değildi.

Kuşkusuz, bir bağın oluşması için önceden dişi ve erkeğin bir araya gelmesi gerekir. Bir araya gelişlerde aşk her zaman mutluluk veren bir duygu olmaktan çıkar; aşkın iniş ve çıkışları kaçınılmaz olur. Yoğun duygusal iniş çıkışlarda neler yaşanır? En yüksek tepede, romantik aşk beyni tutuşturmuş gibidir. Rutgers Üniversitesi’nden Helen Fisher’ın ekibi, sevgililerinin resimlerine bakan yeni aşık çiftlerin beyinlerini görüntüledi. Beynin ödüllendirme bölgesinde faaliyet en yüksek düzeydeydi. Fisher sonuçları şöyle değerlendiriyor: “Bu sonuçlar, olağanüstü bir enerji, ödüle kenetlenmiş bir motivasyon, kendini havalarda hissetme, hatta mani durumunu işaret eder. Bütün bunlar romantik aşkın çekirdeğini oluşturan duygulardır”.

Negatif duygular devre dışı

Bu arada negatif duygular ve diğer insanların niyetlerini değerlendirme ile ilgili bölgelerde en ufak bir hareketlilik tespit edilemedi. Aynı bölgeler anneler çocuklarının fotoğraflarına bakarken de devre dışıydı. François Mauriac’ın söylediği gibi: “Aşkın gözü kördür ve birine aşık olmak başkalarının göremediği bir mucizeyi görmektir”.

Romantik aşk ile anne sevgisi tümüyle aynı değildir. Romantik aşkta ayrıca hipotalamus da faal duruma geçer. Burada seks hormonu testosteron üretilir. Aşkın cinsel kısmı olan ihtiras, tahmin edileceği üzere, romantik aşkta devrededir, ancak anne-çocuk aşkında söz konusu edilemez.

Reyhan Oksay

Kaynak: New Scientist, 29 Nisan 2006 https://www.newscientist.com/article/mg19025491-200-love-special-what-is-this-thing-called-love/