Salgın gelip gündeme oturunca, bilim, teknoloji, yenilik gibi olaylardan hiç söz edilmez oldu. Ne oldu? Frene mi bastık? Bilim çamura saplandı, teknoloji yan mı yattı? Kuşkusuz hayır.
Salgında bilim
Bilim, uzun emeklerin, titiz gözlem ve değerlendirmelerin sonunda ortaya yeni bir şey koyar. Bilim insanları, günlük olaylar karşısında, hele böyle, yaşamı alt üst edip insanları kitlesel olarak ölümle tehdit eden durumlarda, laboratuvarlarındaki gözlem ve deneylerine bir süre ara verebilirler. Belki de bu ara, o ana kadar elde edilmişlerin değerlendirilmesi için iyi bir fırsat da olmuştur. Çünkü bilim insanı olmak, koşullar ne olursa olsun, düşünmeye devam etmek demektir. Düşünmek için ofis ortamına da gerek yoktur.
Salgın sırasında toplantıları internet üzerinden yapmayı öğrendik. Fikir paylaşımını aynı mekânda olmadan da yapabileceğimizi gördük. Şimdi, elimizde, bilimsel sonuçlara ulaşmak için hem geleneksel hem de çok daha hızlı sonuç alan, internet altyapısını kullanan birçok uygulama var. Salgın, bu anlamda, bilimsel ivmeyi artırıcı bir etki de bırakmış olabilir. Beri yanda, sosyal medyayı çirkin biçimde kullananlar, şimdi kısıtlanmasına neden olarak, ivmeyi artırıcı etkiyi törpülemekteler.
Ya teknoloji?
Teknolojide de durum benzer. İşi teknoloji olanlar, salgın sırasında pek âlâ evden de çalışabildiklerini gördüler. Fikirlerini tartışmak veya elle tutulur biçimde “nesneye dökmek” için bir işyerine gitmenin mutlak gerekli olmadığını uygulayarak öğrendiler. Laboratuvarda yapılacak çoğu deneyin (kimya ve biyolojiyi saymazsak) simülasyonlarla da; hem de daha kısa sürede yapılabildiğini gösterdiler. Belki, teknolojide de bir ivmelenme kazandık. Peki, bilim ve teknolojinin çıktısı olan yeni ürünler nerede? Sanırım gölgede. Güncel olarak gözümüz kulağımız salgına karşı yararlı olacak bir aşı veya ilaç haberinde. Başka şeye bakmıyoruz. O başka şeylerde aşı ve ilacın gölgesinde.
ABD’deki siyasi etkilerden yara alan birinin dışında teknoloji patronları, salgın sırasında şirketlerinin artan değerleri ile daha da zenginleştiler. Teknoloji denilince akla yalnızca cep telefonlarındaki uygulamalar gelmesin. Son bir yılın en fazla temettü dağıtan şirketleri donanım ve (çoğu işlemci) tümdevre tasarlayıp üreten şirketler. Eh, toplantılardan laboratuvar deneylerine her şeyi sanal ortama taşıdığımızda, o sanal ortama erişmek için kullandıklarımız “kıymete biniyor”.
Türkiye’de?
Ülkemizin üretimi ağırlıklı olarak orta teknoloji alanında olduğu için bilimde ve teknolojide salgın sırasında bir olumlu etki pek göremedik. Görebilmeyi çok arzu ederdim. Nasıl derseniz, tamamı bir teknopark gibi olan İsviçre’nin Neuchâtel Kantonu’nun “iş geliştirme bakanı” ile 2000 yılında yaptığım bir sohbette anlattıklarını aktarayım:
15. asırda Yahudileri Avrupa’da yaşadıkları yerlerinden çıkartmışlar. Paris dolaylarındaki Yahudiler de güneye göç etmişler. Neuchâtel’e geldiklerinde yerel derebeylerine, buraya yerleşmek istediklerini söylemişler. Derebeyler, dağları göstererek “oraya yerleşebilirsiniz” demişler. Yemyeşil meralara yerleşenler, kış gelip de kar yağdığında 6 ay kulübelerinden dışarı burunlarını bile çıkartma olanağı vermeyen bir iklimde konakladıklarını görmüşler. Tıpkı salgında bizim “evde kal”dığımız gibi onlar da evde. “Yapsak yapsak ne yapsak” diye düşünürken, kilise çan kulelerindeki saatlerin cebe sığanlarını yapmak akıllarına gelmiş. Kulübede yapılabilecek bir iş.
İsviçre cep ve kol saati sanayiinin temeli böyle atılmış. Aslında 6 ay burnunu kulübesinden çıkartamayan başka uluslar da var. Örneğin Rusya. Bana göre, satrançta ve matematikte ileri olmalarını, eğitim öğrenimin yanı sıra “evde mahsur kalmaya” da borçlular.
“Biz evde kaldık hiç böyle olmadı?” diyecekseniz, tek sözüm var: çünkü aklınız dışarıdaydı!.
Kimdi o “Beni bu güzel havalar mahvetti” diyen şair?
Ali Akurgal