Bugün bireysel ve siyasal değil, sadece bilimsel teknolojik çözüm var

Doğan Kuban Y
Bugün bireysel ve siyasal değil, sadece bilimsel teknolojik çözüm var

Türkiye’nin temel sorunları, politikanın - partilerin üstündedir. Seçim tartışmalarında ulusal saygınlık sorunu unutulmuş görünmektedir. Dünya tarihinde kendine özgü bir yeri olan ülkemiz, tarihi kimliğini, özgürlüğünü, dünyanın zorba egemenlerine borçlu olmayan 80 milyonluk bir ülkedir.

Biz kapitalist dünyanın horladığı, istediği yöne gönderdiği bir toplum değiliz, olmamalıyız. Bu statüyü reddeden Kurtuluş Savaşını, canımız ve kanımızla kazandık. İslam dünyasının ilk cumhuriyetini kurduk. Bu statüyü tartışmak, bizi kul olarak kullanmak isteyen emperyalistlere boyun eğmek anlamına gelir.

Olasılıkla bunun gerçekleşmesi için çalışan uluslararası bir mekanizma 1950’den bu yana varlığını sürdürüyor. Son yıllarda, dünyada eşine rastlanmayacak idari parçalanmalar oldu. Bunun analizi, belgeler ışığında ve dürüstçe incelendiği zaman, dünya politik tarihinde Amerika’nın, İslam dünyasına uyguladığı en büyük politik programlarından biri olarak değerlenebilir.


Yıldırım hızıyla değişim

Sevgili okurlar, uluslararası ortak kültürün nesine, neresine katılıyoruz? Bu soruyu önce kendinize sorun. Sonra sokaklardaki milyonlara, sonra da bildiğiniz bir düşünür veya yazar varsa ona sorun.

Dünya yıldırım hızıyla değişiyor. Türkiye kültürel yapısı ve birikimi ile buna katılabilir mi? Katılmak için bugünkü birikimi yeter mi? Kanımca bu şu anda olanaksız. Öncelikle teknoloji o düzeye ulaşmadı. Ona paralel olarak öğretim ve entelektüel gelişme yetersiz.

Batı dediğiniz zaman, bugünkü kültürün içeriğini öğreneceksiniz. Bunların çoğunu yeni işiteceksiniz. Bunların öğrenilmesi için de disiplinli bir okuma kültürünün yerleşmesi gerekiyor. Örneğin milyonların televizyonu, telefonu, internet bağlantısı var. Fakat bunları ithal ediyoruz. Arkalarındaki bilimsel ve teknolojik bilgiye sahip değiliz. Bu yeni araçlarla bağlantılı, teknik boyutun (dimension) ötesinde, kullananların yarattığı bir bilgi, davranış çevresi ve düzeni var.

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de telefon insanları esir aldı. Telefon sadece elin uzantısı değil aynı zamanda zamanın kemiricisi… Telefon ve Televizyon dünyası iletişim alışkanlıklarımızı kökünden değiştirdi. İnsanlar özetlenmiş bilgi ile yetinmeye başladılar. Bilgi mesaja dönüştü. Dünyayı değiştirebilecek olaylar, güncel olaylarla birlikte aynı torbada. Yıldırım hızıyla dolaşan bilginin, nasıl organize edileceğini kimse bilmiyor.

İletişim insanın niteliğini değiştirdi

Şimdi bir kütüphaneyi cebinizde taşıyorsunuz. Fakat oradaki bilgi sizin başvuracağınız ansiklopedik bir sözlüktür. Düşünmenize yarayacak bir bilgi değildir. Telefon; kitap ve gazete okumayanlar için bir dedikodu aracıdır. İnsanı düşünmeye değil, düşünmemeye yönlendiriyor. Olağanüstü iletişim ve ulaşım araçlarının insan yaşamının niteliğini değiştirdiği kuşkusuz. Fakat onların değiştirdiği insan yaşamının nasıl örgütleneceği de belirsiz.

Örneğin İstanbul’un taksili, özel arabalı, inşaat kamyonlu ve otoparksız trafiği, artık ulaşıma yaramaktan çıktığı kadar, onu işlemez hale getiriyor. Bu kadar büyük bir kentin programlanmamış ulaşımının ülkeye kaça mal olduğunu hesaplarsanız, işten, zamandan çalınan saatlerin milyarları havaya atmak olduğunu anlarsınız. Çok kalabalık kent, gelişmemiş ülkelerde yeni bir tür veba salgınıdır.

Peki, İstanbul’un sonu ne olacak derseniz? Bu parasal kriz ve çöplük, sonunda halkın kısmen kaçması ile son bulacak. Kentler yok olmaz. Cumhuriyet Anadolu’ya sahip çıkmıştı. Türkiye’nin gücü, toprakla nüfusu birbirine bağlanmış olmasından kaynaklanan bir güçtü. Halkı, milyonluk kentlere doldurup, toprağı insansız bırakınca, bu durum süresiz bir kuraklık rejimine dönüştü. Ülkede domatesini, alıştığı yiyeceği, çöldeki İsrail’den ya da başka ülkelerden ithal etti. Kendi kendine yeten Türkiye sözü buharlaştı.

Geleceği planlayamamak

Her şeyi birbirine dolanan Türkiye’de doğal afetlerin de tehdidi var: İstanbul, tahrip gücü büyük olacak bir deprem bekliyor. Bu çok tartışılan konuyu bu yazının dışına bırakalım. Böyle bir felaketin sadece İstanbul’u değil, Türkiye’nin toplumsal, idari ve örgütsel sistemlerini sallamasından korkulabilir.

Fakat daha korkutucu olan, dünyanın başındaki küresel ısınma tehdidi. Bu durumun şimdiden vurduğu ülkeler var. Üç tehdit bu bağlamda önemli: Öldüren sıcak, her ekilen bitkiyi vuracak kuraklık ve bunların sonucu açlık. İklimsel sıcaklığın 100 yıl içinde, bütün insanlığı yok edeceğini söyleyen önemli bilim adamları var. Dünyanın kıyı kentlerini, sular tehdit etmeye başladı bile.

Modern yaşamın direği enerjidir. Avrupa’nın gelişmiş ülkeleri, başta Almanya olmak üzere, Danimarka ve İskandinav ülkeleri, rüzgârı ve güneşi kullanıyorlar. Bizde de rüzgâr ve güneş enerjisinin, ülkeye gereken enerjiyi üretmeye yetecek potansiyeli var. Almanya, Danimarka, Portekiz, enerji gereksinimlerinin önemli kısmını temiz ve yerel kaynaklardan elde ediyor. Dereleri kurutup enerji elde etmek, sadece gelişmemiş olduğumuzu kanıtlamaktan öte; kuraklık, susuzluk tehlikesine kulak tıkamaktır.

Oysa elektrik açığını, rüzgâr enerjisi ile karşılamaya başlasaydık, şimdiye kadar bu tekniği öğrenmiş, geleceğe yatırım yapmış olurduk.

Seçimlerde ne söylenmiyor

Seçimlerde adaylar acaba bu konularda bir şey söylüyorlar mı?

Seçileceklerle değil, Türkiye’nin yakın geleceği ve gereksinmeleri üzerine konuşan var mı? Ve parti ya da aday üzerinde değil, ülkenin önündeki zor sorunlar konusunda yanıt arayan vatandaş var mı?

Biz sadece parti ve aday üzerine kurulu bir seçim yapacaksak, bazı sosyal ve politik davranışlar doğru yönlerde gelişse bile, Türkiye’nin seçim bağlamında tartışacağı şey, yakın gelecekte kendimizi bekleyen yaşam koşullarının gerektirdiği iklimsel koşullara, kuraklığa, açlığa, susuzluğa, enerji üretilmesine ilişkin sorunlardır. Buna şimdiden, politikayı ikinci plana bırakıp, ağırlık vermek herkesin sorumluluğudur.

Önce Türkiye’nin geleceğini, sonra seçimin geleceğini düşünmemiz gereken bir çağda yaşıyoruz. Tek bir olumsuz gelişme ülkenin geleceğini zora sokabilir. Eğer dış politika (Amerikan-Rusya dengesi türünden) sorunlarla, doğalgaz satın alınmasını zora sokarsa, Türk üretimi kaosa girebilir. Bu ve buna benzer sorunlara para krizi de eklenirse seçimi kazanmak hiç bir önem taşımaz. Türk halkı gazetelerde, televizyon haberlerinde yukarıda söz konusu olan konuları sürekli olarak izleyebilir mi? Bir hafta önce gazetelerden düşmeyen Suriye haberleri nerede?

Kişisel yok, bilimsel çözüm var

Türkiye’nin yakın geleceğinde, yukarıda sözü edilen küresel sorunlarla ilgili hiçbir uzun vadeli program işitilmiyor. Ne iktidar, ne muhalefet bu konu üzerine yeterince eğilmiyor. Kurtuluş Savaşı ülkenin savaşıydı. Bu çağda kişisel çözüm yok. Politik çözüm de yok. Sadece bilimsel ve teknolojik çözüm üretmek zorundayız.

Çünkü dünyanın her köşesinde, artık çözüm getirmediği anlaşılan politik ve ekonomik egemenlik kavgaları var. Bunun sağlıklı ekonomiler yarattığı da söylenemez.

Bu kalabalık dünyada süregelen politik sistemler, insanlığın sıcaktan kavrulmasından önce, toplumları kaosa sokabilir.

Sevgili okurlar, yeni iletişim sistemleri, kısa sürede amacına ulaşması ön görülen ekonomik, politik yalanları ve göz boyamayı da içeriyor. Dünyanın değişmesi insanları daha akıllı yapmadı ne yazık ki! Bencil ve boş bir ara kesitteyiz.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 117. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban