Dünyanın ve Türkiye’nin geleceği

Doğan Kuban
Dünyanın ve Türkiye’nin geleceği

Gazetede CIA Başkanının Suriye ve Irak’ın yeniden şekillenmesiyle ilgili bir haber okudum. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Filistin’de, Müslümanların kutsal kentlerinden biri olan ve Kubbet es-Sahra’nın bulunduğu Kudüs’te Batılılar İsrail’in kurulmasına izin verdiler. Kudüs Jerusalem oldu.

İngilizler İstanbul’un ‘Tsarigrad’ olmasına izin vermediler. Çünkü Rusya’da Komünist Devrim başlamıştı. Rus Devrimi İstanbul’u kurtardı. Rus Devrimcileri Kurtuluş Savaşı’nda da bize yardım ettiler. Bizi çok sevdikleri için değil. Emperyalizme karşı savaşan bir ulus olarak gördükleri için.

Bugün Suriye ve Irak için yeni projeler yapan batılıların Kürtler için planları olduğunu da çoktan biliyoruz. Batılılar ve Amerika, tarihte bir varlık gösterememiş olsa da, Kürtçe konuşan büyük bir insan grubunun Güneybatı İran’da Zagros Dağları’ndan başlayarak, Kuzey Irak, Kuzey Suriye, Doğu Anadolu’da yaşadığını biliyor. Irak savaşından sonra Kuzey Irak, petrolü ile Kürtlere verildi.


Bugün Türkiye’de terör yapan PKK’nın Kuzey Irak’ta üsleri var. Kürtler İran’da mücadele açamıyorlar. Çünkü İran’ın arkasında Rusya var. İsrail’de Yahudilerle çatışan Gaza Müslümanları var. Ama arkalarında büyük bir güç yok. Beş milyon nüfusu olan İsrail’in Mısır’ı yendiğini de biliyoruz. Bir yıl önce dinci bir cumhurbaşkanını, Batının ve Amerika’nın desteklediği Mısır ordusu devirdi.

Pakistan, Afganistan, Irak, Suriye, Filistin, Libya, Sudan, Yemen ve bütün İslam ülkelerine bakın. 20. yüzyıl ortalarına kadar sömürge olan Müslüman dünyası şimdi de dünyanın en geri ve fakir halklarını barındırıyor. Batının oyuncağı.

Dünyanın en cahilleri

Türkiye’nin Cumhuriyet içinde yetişmiş milyonlarca okumuş aydın bir nüfusu, 600 yıllık Avrupa ortaklığı, kentlere doluşmuş hiç olmazsa 60 milyon insanı var. Bunun yarısı İstanbul, Ankara ve İzmir’de yaşıyor.

Türkiye’nin ekonomisi, tarımı, sanayisi, üretimi, eğitimi, öğretimi sayılarla belli. Eskiden Amerika ile Sovyet Rusya arasında Soğuk Savaş vardı. Amerika ne derse onu yapıyorduk. Şimdi Amerika ve Rusya bir şey derlerse –örneğin IŞİD’e karşı birleştiler- Bize de ‘hadi bakalım!’ dediklerinde ‘hayır’ diyebilir miydik?

‘Hayır’ diyen Irak’ın, Libya’nın başına gelenleri biliyoruz. Türkiye’nin aydınları ve politikacıları, İslam’ın olmasa bile ülkelerinin dünyadaki prestijini biliyorlar mı? Türkiye hakkındaki iç karartıcı istatistikleri okuyorlar mı?

Türkiye’nin bütün Cumhuriyet tarihini aşağı yukarı yaşamış biri olarak, bütün İslam dünyasında en öndeki politik ve sosyal durumunu biliyorum. Batan bir İmparatorluktan sonra bu güven verici bir dönemdir. Günümüzde bunun önemini yitirdiğini düşünmek gerekir.

Hitler ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği sona erdirildi. Komünist Çin bile dünyanın yeni kapitalistleri gibi davranıyor. Kapitalizmin en geri ve en sömürücü örnekleri İslam ülkelerinde; ve bu ülkeler dünyanın en cahil halklarını barındırıyor.

Dünyanın dışında yaşayan kalabalık

Cumhuriyet bizi o düzeylerden uzaklaştırdı. Kendi ülkemin kurucuları ile, bize bu öğrenimi sağladıkları için övünüyorum. Belki bugün de İslam dünyasında iyi bir durumdayız. Fakat o günden bugüne dünya bizim toplumun hâlâ anlamadığı kadar değişti.

1950’den kalan bir NATO statüsü var, ama Türkiye Cumhuriyeti Laik Devrimi yapan ve halkın egemen olduğu bir Cumhuriyet kimliğini dünya için yitirdi. Batılılar bizi, çağdaş dünyayı bırakıp kendi sürüsüne dönmüş görmeğe başladılar. Bizi Avrupa’nın bir parçası olarak görmek istemiyorlar. Kuşkusuz Sultan Süleyman’ın korkutucu devleti olarak da görmüyorlar.

Almanya’da halkın Müslüman Türklere karşı tepkisini okumak insanı rahatsız ediyor. Oysa Bazı Avrupa ülkelerinde Türklerin yükseldikleri önemli politik, toplumsal mevkiler var. Fakat büyük kentlerimizin kentli olamamış insanları, hâlâ dünyanın dışında yaşıyorlar. İslam dünyasının çöküşünden de haberleri yok.

Büyük kent nüfusunun %70’ini oluşturan bu halka, kısa bir süre sonra dünya politik coğrafyasının alacağı olası şekil hakkında bilgi vermek zorundayız.

Türkiye’nin Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Filistin, Mısır, Libya, Yemen gibi olmasını kuşkusuz istemeyecek insanlar, kendi çocuklarının geleceği için biraz dünyayı anlamak zorundalar.

Yeniden şekillenen dünya

Dünya ekonomik olarak kutuplaşıyor. Eskiden Avrupa, Amerika, Rusya vardı. Şimdi Avrupa, Amerika, Rusya’yı içine alan bir Batı bloku kurulacak. Rusya’nın komünizme dayalı egemenlik hayalleri bitti. Kendi yardımıyla ayağa kaldırdığı Çin bugün Amerika kadar zengin değil, ama 1.4 milyar nüfusu ile sanayi üretimini Amerika seviyesine çıkardı.

Uzakdoğu’da Japonya, Güney Kore gibi gelişmiş üretici ülkeler var. Bunların dini geleneklerinin Doğu Akdeniz Monoteizmi ile hiçbir kültürel ilişkisi yok. Hindistan bu arada fakir, Çin kadar nüfuslu bir ülke. İçinde 200 milyon Müslüman yaşıyor. Onun coğrafi konumu ve fakirliği nedeniyle uluslararası konumu, Doğu Asya kadar açık tanımlanamıyor. Çevresinde Bangladeş, Pakistan gibi kalabalık ülkeler var. Fakat bu fakir ve sanayisi gelişmemiş ülkelerin dünya ekonomisinde yerleri sınırlı.

Gelecek dünyanın politik kuruluşunda, Güney Asya’nın 2 milyara yakın insanının geri kalanlara katılımı bağlamında kuramlar geliştirilebilir. Benim böyle bir savım yok. Bunun dışındaki üç blokun biri Batı, diğeri Doğu. İkisi arasında, Afganistan’dan Libya’ya, ipe geçirilmiş tespih taneleri gibi Müslümanlar sıralanmış. Bunlar kaderleri Batının elinde olanlar. Arap dilli Berberiler ise, uygarlık ilişkilerini İspanya ve Fransa ile kurmuşlar. Olasılıkla o konumu koruyacaklar.

Doğu ve Batı arasındaki 1.5 milyarlık İslam bloku ise genelde Batının, Batı ve Doğu Asya’nın pazarı olan sömürgeler olmak zorundadır. Pratikte öyle.

Batı: 3 milyarlık kitle

Yeni sınırları çizecek olan Batıdır. Batı, bütün Avrupa’yı, Amerikaları kapsar, Rusya dahil. Batı, Hristiyan kökenine, Aydınlanma düşüncesine ve laik bir dünya görüşüne dayalı, sanayileşmiş ya da o potansiyele ulaşmış 3 milyarlık bir kitledir. Bu ülkelerin iç ilişkileri, kendi içlerindeki mücadeleler tabloyu değiştirmiyor.

Batı geleneğinin 2000’den sonraki gelişmesini, öncelikle sanayiye bağlı sayısal verileri ve öğretim standartlarını Müslüman ülkelerle karşılaştırırsak, tartışmasız üstünlüğü görülür.

Aşağıda, İsrail çölü ile Türkiye yaylası arasında sayısal bir karşılaştırma verilmiştir. Kullanılan kaynak Economist Dergisi’nin 2016 yılına ilişkin dünyanın belli başlı ülkelerinin ekonomik verileridir.

Bu sayılar, ülkelerin halklarını uyutan ideolojik safsatalardan uzak gerçeklerdir.

Türkiye’nin nüfusu 77.3 milyondur. Adam başına ulusal gelir 8.570 dolardır.

İsrail’in nüfusu 8.5 milyondur. Adam başına ulusal geliri 37.550 dolardır. Türkiye’nin dört katı.

86 milyon nüfuslu Mısır’ın adam başına ulusal geliri 3.860 dolardır. İsrailin dokuzda biri.

Petrol devi Suudi Arabistan’ın nüfusu 31.1 milyondur. Adam başına ulusal gelir 23.960 dolar.

Siz hiçbir İsrail bakanının bir Suudi prensi gibi saraylarda oturup hovardalık ettiğini işittiniz mi?

Doğan Kuban


Bu yazı HBT'nin 70. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban