Sevgili okurlar, mimar, mimarlık tarihçisi ve koruma uzmanı olarak Türkiye’de sorumlu konumlarda çalıştım. İslam Mimarisi uzmanı olarak dünyanın dört bir tarafını gezdim ve Türkiye’yi temsil ettim. Amerika’nın büyük üniversitelerinde hocalık ettim. 1952’den bu yana bu konularda yazıyorum ve konuşuyorum.
İstanbul ve İzmir’in de içinde bulunduğu beş kentin koruma planını yaptım. Cebinde telefonu olanlar yayınlarım hakkında bilgi alabilirler. Bu konularda biraz duyarlı olanlar, aşağı yukarı ömrünün 70 yılını mimarlık tarihi ve kent koruma konusuna adamış bir İstanbullu’nun gazetelerde gördüğü Yassıada fotoğrafı yüzünden kalp krizi değil, fakat kültür şoku geçirdiğinin nedenini anlayabilirler.
Dünyanın az gelişmiş toplumları arasında en borçlu olan Türkiye’nin bir süredir para değerinin %50’ye yakın düşüşü, Türkiye’nin dış ticaretini allak bullak ettiğini öğreniyoruz. Avrupa, Amerika hatta Çin’de kıyamet koparacak bu olaydan, Türk toplumunun farkında olup olmadığını öğrenmek zor.
“İdare et” düşüncesi
Bu bilgisizlik ve sorumsuzluğun nedenini biliyoruz, ama İstanbul’daki vurdumduymazlıkla birlikte, çağdaş dünya yaşam kriterleri hakkında hiç bir fikri olmayan İstanbullu (?) milyonların varlığından da bu durum bizi haberdar ediyor. Ve ülkenin ekonomik geleceği hakkında ‘elle gelen düğün bayram’ diyemiyoruz. Toplum bu durum için ‘ bu da geçer yahu!’ diyemez. Bundan 70-80 yıl önce, yıkılmak üzere olan imparatorluğun halkı ‘İdare et!’ derdi. Bunu sadece kentleşememiş olanlara özgü bir duyarsızlık sanmayın! Bu Osmanlı ve Türk’ün kendi tarihinden gelen ‘idare-i Maslahat’ felsefesiydi.
Dünyanın uygar, zengin halkları böyle davransalardı sanayi devrimini yapamazlardı. Biz böyle yapmaya devam edersek 4. Sanayi Devrimi’ne da ayak atamayız. Avrupa- ki bizim örnek olarak almak zorunda olduğumuz uygarlık modelidir- bu ülkede olan hiç bir garabeti bulamayacağınız bir kıtadır. Kendinizi bütün dünya sıkıntıda diye aldatmayın.
Avrupa’da, İstanbul gibi kalabalık bir kent yok. İstanbul gibi çok nüfuslu kentler, sadece geri kalmış fakir ülkelerde var. Çin’le filan karşılaştırmayın. Çin, Amerika’dan daha fazla üretiyor. Sanayileşmemiş ülkeler, dışarıdan ithal edilen konforla uygarlık iddiası yapmamalılar.
Kalabalık kent, hele bizim gibi boş yapılarıyla, pahalı bir kenttir. Bizim ucuz bir dünyaya gereksinimimiz var. Bu ise boş gökdelenlerle olmaz. Bu savı her zaman yineliyorum.
Adalar kentin güzel bahçeleridir
Sayın Okurlar, gelelim Yassıada’ya: Çağdaş kent ve standartlar hakkında hiçbir fikri olmayan birine Yassıada’nın havadan çekilmiş fotoğrafını gösterdim. Çok beğendi. Fakat ne İstanbul’u tanıyor, ne de kentten anlıyordu. Ona İstanbul gibi bir kentteki yakın adaların, o kentin en güzel bahçeleri olduğunu anlattım.
Adalar, İstanbul’un en güzel bahçeleridir. Çünkü deniz kenarı boyunca büyük kent halkının, denizden yararlanacakları en önemli kent arsalarıdır. Yüzyıllarca adalara Hıristiyan halk ve yabancılar sahip çıktı. Türkler deniz sevmedikleri, doğru dürüst yüzme öğrenmedikleri ve kadınları da denize girmediği, için adalara pek gitmezlerdi.
Üniversitede, 40’lı yıllarda her 1 Mayıs Büyükada’ya yüzmeye giderdik. Plajın hep boş olduğunu hatırlıyorum. Fakat İstanbul’un nüfusu o zaman ancak 800 bin olmuştu.
Yassıada şimdi bir yapı ambarına benziyor. Oysa İstanbul gibi bir deniz kentinde, en büyük lüks deniz kenarıdır. İstanbul’un kıyılarını müteahhitlerin yüksek yapılarına ve otomobil yollarına peşkeş çektiler. Bu planlama açısından kör cahilliktir. Belki hesaba vurulamaz. Fakat inşaata mağlup olunduğu zaman, deniz kıyılarının hem parasal açıdan, hem kent planlama açısından büyük ekonomik zararlara neden olduklarını şimdiye kadar öğrenilmesi gerekirdi.
Türkiye’de kent planlaması ve uygulama, inşaatçıların boynumuza geçirdiği demir zincirdir. Diyelim Yassıada’da birkaç inşaatçı para kazanıp ellerini ovuşturmuşsa, “bu sözde plan uygulamasında, milyonlarca İstanbullu’nun denizden yararlanma şansını yitirmesi” demektir. İstanbul, turistlere göstereceği ve kente para kazandıracağı bir kaç plaj ve parktan mahrum kalmıştır.
Utanılacak cehalet
Utanılacak bir cehalet gösterisinin sonsuza kadar süren modelini cahil halka ve yabancılara sunmak, İstanbul ya da vatan sevgisi gösterisi olamaz. Bunun ispatı kolaydır. Herhangi bir müteşebbis turizmciye bu kıyılar kiraya verilse, kentin sağlayacağı geliri hesap edebilirsiniz. Yaşadığı sürece devlete büyük gelir getirecek bir adaya bina yapmak inanılmayacak bir davranıştır.
Bu garip ve anlaşılmaz manipülasyonların alt yapısını soran bir muhalefet partisi, bir üniversite, bir plancı var mı?
Bu açık olgu Türkiye’nin neden ekonomik krize girdiğini açıklıyor. Türkiye sanayi devrimini yapamadığı, tarımsal üretimini yükseltemediği ve deniz kıyılarını planlayamadığı, yüksek eğitiminin düzeyini, sanayileşmeye yol gösterecek bir konuma getiremediği için, 80 milyon insanı doyuracak üretim yoğunluğuna erişemiyor. Çağdaş uygarlık düzeyi sadece üretimle elde edilemez, çağdaş eğitim ve öğretim de gereklidir.
Partililerin ve yandaşların para sahibi olması, geri kalanların hiç olmazsa, sanayileşmeye yardımcı olacak bir öğretim yapma şansı bulması, durumu biraz da olsa acıklı olmaktan uzaklaştırabilir. Bunu gerçekleştirmek için yeni projelerden gelen gelirin, çağdaş sanayileşmeye arka çıkmasını sağlayacak programlar gerekir.
Bu gibi olgularda hükümeti suçlamak anlamsızdır. Gerçi böyle uygulamalarda bir iki kişinin kârlı çıkması geri kalmış ülkelerin şimdilik kaderi gibi gözüküyor. Fakat ülkenin nüfusu arttıkça, fakir halkın karın tokluğuna oy vermeyi kabul etmesi düşünülemez. Birkaç yıl sonra karın tokluğuna oy verecek halk kalmayacak.
İletişim ve kentli insan
Bu bağlamda yeniden değerlendirilmesi gereken bir durum daha var: Fakir köyden gelen halk ve onların çocukları modern teknolojinin etkisinde daha çok kalacaklar. Daha çok tüketici olacaklar. Sanayi geliştikçe piyasaya sunulan ürünler daha çekici olacak. Bunlar psikolojik olarak da, kişinin eğitim düzeyi ne olursa, etkili olacak. İnsanlar yandaş televizyon ve gazete ile terbiye edilemeyecek, istenen kalıba sokulamayacak.
Kentte doğmuş köylü çocuklarının, davranışlarının ne olacağını bilmek olası değil. Modern teknoloji ve onun dürttüğü ya da tarif ettiği dünya vizyonu, bizim bilemeyeceğimiz bir şey. Onu üreten toplum, bizim toplumun ulaşamayacağı bir uygarlık aşamasında. Bu günkü iletişim dünyasında, birkaç yıl sonra dünya haberlerini kontrol etmek olanaksız olacak.
Dünya toplumlarının, kapitalist zengin ülkelerin kontrolüne geçip geçmeyeceği konusunda bir şey söylemek olanaksızdır. Fakat Çin zaten, Mao’nun komünist rejiminden Amerikan-Çin kapitalist ortaklığına geçebildiğine göre dünyanın geleceği konusunda bizim toplumun bir öngörü geliştirmesi hayal bile edilemez.
Daha iyi anlaşılabilecek başka bir yorum, dünya sisteminin doğasını ve boyutlarını anlamaya çalışmaktan çok, kendi durumumuzun nasıl gelişebileceğini bütün olanaklarıyla , bilimsel bir araştırma konusu yapmaktır.
Eğer, gelecek on yılımızı hangi politik kurgunun içinde olacağını kestiremezsek Eyüp Sultan’da uygun bir adak adamamız gerekecek.
Doğan Kuban
Doğan Kuban'ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 130. sayısında yayınlanmıştır.