Kestaneler üzüldü…

Özlem Yüzak
Kestaneler üzüldü…

Duyduğumda bu sözü önce anlamadım. “Kestaneler üzüldü” derken ne kastediyordu acaba? Fazla bekletmedi... “Kestane ağaçları” dedi “Her yer hızla betonlaştıkça, kestane ağaçlarının yaşam alanları giderek daraldıkça; hâlâ var olan ağaçlar da üzüldü, küstüler. Hastalık geldi sonunda...” Hafta sonu Bursa’daydım. Yeşil Bursa’nın yeşili çoktan gitmiş, yerini büyük beton binalar almış. Kestanenin diyarı, ipekçiliğin vatanı Bursa’da artık ikisi de neredeyse merhum. Kestane şekeri yine yapılıyor ama kestaneler Çin’den... Bursa ipeği adı altında yine satışlar var ama kumaş veya ipliği ham olarak Uzakdoğu’dan geliyor. Boyası veya desen baskısı Bursa’da yapıldıktan sonra satışa sunuluyor.

Rakamlara şöyle bir göz attım. Kestane üretimi yılda 20 bin tondan 3 binlere düşmüş (Türkiye geneli). Onun yerini Çin ve diğer ülkelerden (Bosna-Hersek, İspanya, İtalya, Özbekistan ve Yunanistan) kestane ithalatı almış. 2019 yılında kestane ithalatına toplam 1.7 milyon dolar ödenmiş. Bursa’nın Ulu Camii, Yeşil Türbesi gibi tarihi ve kültürel yapılar beton yığınlarının arasına sıkışıp kalmış. Üzülen sadece kestane mi?

İster Bursa’dan bak, ister Afyon’dan İstanbul’dan Artvin’den...Türkiye’nin acı gerçekleri bunlar. “Talanın, plansızlığın, hukuku tek yönlü harekete geçirmenin, ‘Ben yaptım oldu’nun” fotoğrafı...


Bundan 100 yıl önce Atatürk ve arkadaşları “özgür toplum” yaratma hedefini bugün üç ayaklı bir toplum modeli aldı:

- Hiç düşünüp sorgulamadan biat edenler.

- Yapacak bir şey yok deyip sessiz kalanlar ve kabullenenler.

- Karşı çıkan, muhalefet eden böyle yaptıkları için de her fırsatta baskıya engellemelere maruz kalanlar...

Ütopyalar zaman içinde distopyalara dönüştü. Hepimiz o distopyanın bir parçası haline geldik.

Baktım zamanın ruhu, haliyle edebiyata da yansımış. Okuduğum kitabın adı Plasebo: Bir Yalancı Mutluluk Romanı. Bir adada geçen, Plasebo adında seçilmiş bir liderin nasıl adım adım mekânları ve insanları kendi istediği şekle sokmasının öyküsü. Zaman içinde ada sakinleri olanları sorgulamamayı, kendi düzenleri bozulmadıkça seslerini yükseltmemeyi, geleceği düşünmeden sadece günü kurtarmayı yaşam şekli haline dönüştürürler. Ve sonunda öyle bir nokta gelir ki isteseler bile artık yapacak bir şey kalmamıştır. Roman şu cümle ile sona erer:

“Quid rides de te fabula narratur.” 

Çevirisi “Gülme, anlatılan senin hikâyen.”

AYAKTA KAL BOĞAZİÇİ

Plasebo zamanımıza dair bir laboratuvar anlatısı. Roman bitti, karşıma Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği’nin (BÜMED) yerinden zorla çıkarılması haberi çıktı. Şaka gibi dedim kendi kendime. Boğaziçi benim de mezun olduğum üniversite. Türkiye’nin en iyi en saygın uluslararası tanınırlığı en bilinen birkaç üniversiteden biri. BÜMED 1985 yılında kuruldu ve bugüne kadar sayısız öğrenciye burs imkânı sağladı, mezunlarına iş imkânı sundu, akademisyenlerin araştırma giderlerinden konut ihtiyaçlarına kadar birçok sorununa çözüm üretti. Rektörlük 7 Ocak’ta tüm mezunlarına attığı bir e-posta ile sosyal tesisin kira sözleşmesini yenilemeyerek mezunları kampustan uzaklaştırma kararı aldı. Boğaziçi Üniversitesi’nin tasfiyesi ve tabii tahribatı zaten iki yıl önce başlamıştı. Mesnetsiz suçlamalarla görevden alınan öğretim üyeleri, mükerrer oylarla dışarıdan görevlendirmeler, kapatılan enstitüler, işlevleri değiştirilen enstitüler... Üniversiteliler tam iki yıldır üniversitelerine verilen hasarın aslında tüm Türkiye’ye verilen geri dönülemez hasar olacağı bilinciyle kurumsal ilke ve değerlerini korumak amacıyla direniyorlar. Türkiye’nin geleceğini düşünen, Cumhuriyet değerlerine sahip çıkan her kişi ve kurumu Boğaziçi’ne desteğe çağırıyor ve “Türkiye’nin Geleceği için Ayakta Kal Boğaziçi” çağrısına katılmaya davet ediyorlar.

Sahip çıkılmazsa ne olur?

“Quid rides de te fabula narratur.” 

“Gülme, anlatılan senin hikâyen.”

Özlem Yüzak

Bu yazı 13.01.2023 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı.

Özlem Yüzak

Bilgi işçisi olarak tanımlıyor kendini... 15 yılı aşkın süredir Cumhuriyet Gazetesi’nde ‘Bilgi Toplumuna Doğru’ adlı köşesinde çağdaş dünyanın anahtarı olan bilgi, bilim ve eğitimin önemi üzerine yazıp duruyor. İnsanın doğa ve insan üzerinde kurduğu iktidardan dehşetli rahatsız; bu yüzden sürdürülebilir kalkınma, toplumsal cinsiyet, iklim değişikliği yine ilgi duyduğu alanlar arasında. “Kıskaçtaki İnsan ve İsyan” adlı bir kitabı bulunuyor.