En önemli sorun(umuz)

Tanol Türkoğlu Y
En önemli sorun(umuz)

“En önemli ama en önemli sorunumuz” nedir? Doğan Kuban Hoca Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin zaman zaman düzenlediği beyin fırtınası toplantılarında en çok bu soruya cevap aranmasını salık verir.

Düşünüldüğünde “Eğitim şart!” türünde kendini tablodan soyutlayıcı cevapların işaret ettiği “cehalet”in en önemli, kök sorunumuz olamayacağı tespit edilecektir. Giderek daha netleşiyor ki ülkemizin en önemli sorunu topluma yön veren entelijansiye (okumuş, aydın-entelektüel kategorisine girenler) ile sokaktaki vatandaş arasında kapanmayan bir uçurumun söz konusu olması.

Bu uçurum kaçınılmaz sonuçlar üretebiliyor. Örneğin entelijansiye yaşadığı çağa, topluma yabancılaşıyor. Bu yabancılaşma giderek çağı ve toplumu kendisinden aşağı görmesine sebebiyet veriyor; hiçbir şeyi beğenmiyor. Ayrıca ego ve kibir patlamasına neden oluyor. Şişen kibir, ego sürekli o düzeyde korunması gereken bir değer halini alıyor. Öyle ki alttan alta ortalamanın entalijansiye sınıfına terf etmesini köstekleyici yaklaşımlar bile sergilenebiliyor.


Şimdiki zamanın içinde yaşamanın ötesini dikkate alma imkanları giderek daralan geniş kitleler ise anlık dertleri, koşulları, gerekleri içinde boğulurken latif ve zarif olma sürecini ıskalayarak hayatını tamamlıyor ve izleyen kuşaklara benzer kesifikte bir miras bırakıyor. Bunun en bariz göstergesi: Sadece kendini düşünmek!

Kapitalizm güdümündeki sanayi toplumunda geçer akçe sermaye-para olduğundan entelijansiye bu tavrını topluma kısmi olarak yansıtabiliyor, nihilizmin ve postmodernizmin derinliklerinde kaybolabiliyordu. Bilgi çağı ile birlikte “bilgi” olgusunun kendisi para kadar değerli hale gelince entelijansiyenin önemi arttı. Ancak bu durum kendisine fayda sağlayacak şekilde tek yönlü çalışmakta; topluma yararı ise sınırlı.

Bu bir yana çevre koşulları da yerinde saymadı. Postmodern aydın ya da entelektüel bakışını kendisine çevirip de toplumdan iyice soyutlanınca boşluk kaldırmayan sosyo-kültürel yapı ortaya yeni aktörler çıkardı. Sanayi toplumunda bu aktörler sermaye sahiplerinin içinden çıkıyordu; yani burjuva. Bilgi çağında ise “bilgi” olgusunu kullanma becerisine sahip herhangi birisi kıvrak zekalı, yüksel belagatlı karizmatik, burjuva-dışı olmak kaydıyla kitleleri peşinden sürükleyebilir hale geldi.

Bu sendrom aslında dünyanın pek çok yerinde varlığını hissettiriyor; sadece Türkiye’de değil. Her toplum ya da kültür kapitalizm dayağından kendi payına ne kadar düştüyse o kadarını yedikten sonra yakalandı-yakalanmakta bu “dolu”ya. Ülkelerin entelektüel, aydın kesimleri için yaşadıkları toplumu dönüştürmek, “kurtarmak” her zamankinden daha zor hale geldi.

Bu açmaz nasıl sonuçlanacak? Kısa cevap, global bir yıkımın yaşanması. Bu bir dünya savaşıyla da olabilir, meteor çarpması veya salgın hastalık benzeri “doğal” bir afetle de, K. Kore gibi “kontrol altında tutulamayan” birilerinin bir düğmeye basmasıyla da.

Ancak şunu ıskalamamalı ki bu tür çözüm modelleri de sanayi toplumu paradigmasından bakıldığında görülen şeyler. Oysa sanayi toplumu yıkılıyor. Gelmekte olan dijital devrim, öyle Atlantik’in iki yanında söylendiği gibi yeni bir sanayi devrimi evresi değil; müstakil bir devrim. Dijital devrimin kendi kültürü, kendi öncelikleri, kendi standardları, kendi normları, kendi paradigması var. Herşeyden önemlisi “dijital yerli” denilen kendi halkı!

Tanol Türkoğlu / [email protected]


Bu yazı HBT'nin 56. sayısında yayınlanmıştır.

Tanol Türkoglu