Hikâyenin aslı

Tanol Türkoğlu
Hikâyenin aslı

Aslı Erdoğan Fransız bir gazeteye röportaj veriyor. Erdoğan ile görüşen gazeteci, onun ağzından çıkmayan kimi kelimeleri, herhalde bunu demek istiyor diyerek, başlığa kadar taşımakta bir hata görmüyor. Hikaye burada bile bitebilirdi. Ama öyle olmuyor. Bir Belçika gazetesi, Fransız gazetesinin başlık ve içeriğini yeterli görmemiş olacak ki yeni şeyler katarak röportajı sütunlarına taşıyor. Doğru olup olmadığını teyit etmeden aç kurtlar gibi konuya atlayan Türk medyacılar da bunu kendi sütunlarına taşıyor. Sonuç: Aslı Erdoğan görüldüğü yerde linç edilecek bir figür haline getiriliyor.

Türk olsun olmasın tüm dünyadaki gazeteciler eğer medyanın görevinin artık kamuoyunu gerçeklerle aydınlatmak olmadığını, reyting alabilmek için akıllarına ne gelirse yazmak olduğunu kabul ediyorlarsa, bunu tüm dünyaya bir manifesto ile duyursunlar; herkes bilsin! Kimse bunları düzeltmeye çalışmasın! Sinirlenmesin! Lanet okumasın! Eline kalemi alan kendi tarafının propagansını yapıyor diye bilsin. Bitsin bu iş!

Asıl olan, medya denilen şeyin görevinin kamuoyunu gerçeklerle aydınlatmasıysa, gazeteciler işlerini doğru yapsın. Bu medya kanallarının yöneticileri ya da sahipleri de bu kurallara uymayan insanlara gazetecilik yaptırmasın!


Malum, bilgi dünyada en değerli şey haline geldi. Nasıl olur da insanlar, özellikle de kamuoyunu aydınlatıcı görevlerde çalışanlar doğru bilgiye bu denli sırtını döner? O Fransız gazeteci “herhalde bunu demek istemiştir” diye Erdoğan’ın ağzından nasıl bir kelime kullanır? Kendi yorumu ise “ben bu şekilde anladım” diye yazsaymış ya. Peki Belçikalı gazeteci? Acaba o neyi baz alarak, konuyu etnik ayrımcılığa getirecek düzeye çekebilmiş?

Avrupalı bu gazetecileri bir nebze anlayabiliyoruz diyelim. Onlar kendi ulusal ya da toplumsal paradigmalarına göre yorum yapmakta bir sakınca görmüyorlar. Peki Türkiye’deki medya kanallarının, gazetecilerin bu akışa kendini bırakmalarının nedeni ne? Dürüst olmak gerekiyor. Bunun gazetecilikle bir ilgisi yok. Bunun Aslı Erdoğan’ın kendisi ile bir ilgisi var. Bırakıp gitti ya ülkesini, arıza ya, doğru bildiğini söylemekten çekinmiyor ya bunun faturasını kesmeyi kendilerine görev addediyorlar. Kraldan çok kralcılar. Aksi durumda kralın (kendi patronu, kendi okur kitlesi) gazabına uğramaktan korkuyorlar olsa gerek. Peki bu korku gerçekleşirse ne olur? Çaptan düşerler. Köşelerini kaybederler. Güzel maaşlar alamazlar. Yani bütünüyle kişisel sebepler. Bunun erdemle ya da mensubu olunan ülkenin değerleriyle hiçbir ilgisi yok!

Zaten akıl sağlığını yitirenler sadece ayrılmak istiyor diye karısını öldürenler değil. Üç beş kişinin kendi kişisel çıkarlarını korumak için gerçeği eğip bükmeleri kamuoyunun toptan akıl sağlığını zedeliyor. Son otuz senedir görüyoruz. Toplumu bu tür kişisel amaçlara kurban edip yozlaştıranlar içinden, bedel ödeyen bir kişi bile çıkmadı. Yok olup gittiler ama sanılmasın ki yok olmaları her şeylerini kaybettikleri anlamına geliyor. Sadece bir kenara atıldılar. O atıldıkları yerde de o zamana dek topladıklarını yiyerek erdemsiz hayatlarını yaşamaya devam ediyorlar. Büyük olasılık telefonun ucunda aportta bekliyorlar. Biri arasa hemen eski işlerine dönmeye hazır!

Tanol Türkoğlu / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 188. sayısında yayınlanmıştır.

Tanol Türkoglu