Ülke tarihinin en büyük (ikinci) depremini yaşadık. Uzaktan bakınca acizlik içinde isyanlardayız; ağlıyoruz. Tonlarca betonun altından bakınca ise donuyoruz, ölüyoruz! Ahlaksızlığımızı, çatlamış ar damarımızı ört bas etmek üzere geliştirdiğimiz sistemler, yaptığımız kanunlar-yönetmelikler beklendiği üzere işe yaramadı.
Sorun sistemde değil insanda! İnsan da yukarıdan aşağı doğru ne gördüyse onu yapıyor; on yıllardır! Birisi örneğin anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz demişti. Kırk sene sonra bugün işine gelmediği için Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını talep eden parti liderlerine geldi dayandı iş! Muhalefetteyken büyük depremin altından kalkamayan hükümete-devlete demediğini bırakmayanlar bugün iktidardayken son sığınak olarak kadere yaslanıyor!
Depremden sonra yaşananlara bakınca şu tespitleri yapmak yanlış olmayacaktır: Öncelikle devletin ilgili birimlerinin verimli bir şekilde olaya müdahale edebilmesi en az 24 saat sürüyor. Olması gerektiği gibi müdahale için ise 72 saat. O nedenle depremde enkaz altında kalacaksak eğer, dileyelim ki hemen oracıkta ölelim. 72 saat can çekişmekten iyidir! İkincisi yıkıntıları bir an önce kaldırıp en hızlı bir şekilde yeni beton projeler yapmak, binlerce ölü ya da enkaz altında can çekişenlerden daha önemliymiş gibi geldi bana. Bu durumda bir tür suçluluk duygusu yayılıyor içime: Enkaz altında kalarak işi zorlaştırıyorum. Hafriyat çalışmaları gecikiyor! O arada şu üç beş on lirayı da alıp susmalıyım! Tabii alabilirsem! Bakalım ülkenin farklı yerlerinde olup da o on lirayı almak için olmadık hile hurdaya kaç kişi başvuracak. Pandemi sırasında var olmayan şirketlerinde çalıştırmadığı işçiler için devlet desteği alan “işini bilen milletvekilleri” bunun için de bir yol bulacaktır.
Kamu üst yönetiminin ürettiği tek dert kurmuş oldukları merkezi yönetim sisteminin hantallığının-eksikliğinin-inisiyatifsizliğinin yarattığı yavaşlık değil. Kendilerinden daha hızlı olanları cezalandırmayı da ihmal etmiyorlar! İnsancıklar sosyal medya üzerinden organize olurken araya giren üç beş dijital vandal ile mücadele etmek yerine, interneti yavaşlatmak gibi bir tepki gösterebiliyorlar. Yükselen reaksiyona karşı bu kez sosyal medya firmalarını da suça alet edip, işi kitabına uydurmaya çalışıyorlar! Dezenformasyona karşı bu denli hassassanız, hiçbir katkıları olmayan yardım araçlarının üstüne kendi pankartlarını asan atanmış kamu yöneticilerinizi ya da partidaşlarınızı da cezalandırabilecek misiniz?
Hesap-verebilirlik sorumluluğunu ortadan kaldırmış bir kamu yönetimi ile gündelik çıkarı için buna ortak olmuş vatandaş ikilisi. Her büyük problemde yakayı ele vermemek üzere hedef şaşırtmak için ellerinden geleni yapıyorlar; belli ki yapmaya devam edecekler. Bul birkaç “İngiliz uşağı”; onlara çamur at!
Politize olmak, Antik Grek’e dayanmaktadır ve “şehirli olmak” demektir. Şehirde yaşayan anlamında değil. Şehrin yönetimi konusunda duyarlı olmak manasında. Şehir o dönemde devlet ile eş anlamlıdır. Şehirli olmaya çalışan ülkemiz 12 Eylül sağ olsun kırk senedir feodal mantalitede, apolitik bir yaşam sürdürdü; apolitik bir kuşak yetiştirdi. Bakalım nereden vuracağı belli olmayan Y ve Z kuşakları da selefleri gibi feodaliteye mi saplanıp kalmış; yoksa şehirli olabilmişler mi? Bir sonraki seçimler bunun bir göstergesi olacaktır!
Tanol Türkoğlu
*Bu yazı 16.02.2023 tarihli HBT Dergi'nin 359. sayısında yayınlanmıştır.