Yapay sezgi: Makinenin-robotun-yapay zekanın sezgisel gücü insanınkinden çok daha büyük olacak.
Makineden insan olmaz! İleri dijital teknolojileri yakından takip edenlerin en az yarısı “şimdilik” bu görüşte. Bunun temelinde yatan şey objektif veri olmaktan ziyade “böylesinin daha güvenilir” olacağı inancı. Neden diye sorulduğunda verdikleri cevaplardan anlaşılıyor. Robotların duygusu olacak mı? Robotlar aşık olacak mı? Üzülecek mi? Sevinecek mi? Bilince sahip olacak mı? Sezgileri olacak mı?
Bu olgulardan bazıları daha tam olarak tanımlanabilmiş bile değil. Bilinç ya da idrak tam olarak nedir? Sezgi derken ne tür bir süreçten bahsediyoruz? İnsan beyninin epistemolojik ya da benzeri bir “bilgi bulutu”na erişip oradan bazı bilgilere ulaştığı yönünde bilim insanlarının bir araştırması, kuramı, teorisi, mutabakatı var mı? İş metafizik olunca din insanlarının bu konuda yapacağı yorum olabilir (örn. islam geleneğindeki vehbi bilgi) ama bu konumuz dışında.
İnsan beyni ile ilgili olarak Descartes’tan beri süregelen sabit bir kabul vardı: İnsan beyni makine gibidir, belli bir yaştan sonra hiç değişmeden süregider. Oysa özellikle son 50 yılda yapılan bilimsel araştırmalar insan beyninin sürekli bir devinim-dönüşüm içinde olduğunu ispat etmiş durumda. Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi dekanı Prof. Dr. Türker Kılıç hocamızın da içinde yer aldığı uluslararası bilimsel araştırma ekipleri bugün insan beyninin nasıl çalıştığı yönündeki karmaşık-ağ tabanlı yapısını çözmeye uğraşıyor. Bilgi beyinde nasıl üretilir? Bilinç nasıl oluşur?
Şurası bir gerçek ki silikon-elektronik kökenli yapay zeka-robot ile karbon kökenli insan arasında yapılacak olası kıyaslamanın modeli üzerinde bir ön-kabul oluşturulması gerekmektedir. Kıyaslama sonuçlar itibariyle mi yapılacak yoksa sonuçlara götüren süreçler de kıyaslamaya dahil edilecek mi? Robot da bilgi-bilinç üretebilir hale geldiğinde, bu kez “ama onun bilgi-bilinç üretim süreci insanınkiyle aynı değil” diye sonuçlar red mi edilecek?
Bir makine bir insana “seni seviyorum” dediğinde, sevmenin-aşkın ne demek olduğunu anlamadığı-idrak edemediği nasıl ispat edilecek? İnsan aşkı nasıl idrak etmekte? İçimde kelebekler uçuşuyor gibi duygusal nitelemeler masaya getirilecekse o zaman din adamlarını da masaya davet etmek gerekir!
Rastlantı, sebep-sonuç döngüsünün detayını bilmediğimiz süreçlerin sonuçları için üretilmiş olan bir kavram değil mi? O sebep-sonuç döngüsü tüm detayına kadar tespit edildiğinde ortaya çıkan sonuca da artık rastlantı denemiyor. Kaos teorisi-kelebek etkisi kavramları biraz da buna işaret ediyor.
Benzer bir şekilde “sezgi” ya da “esinlenme” gibi olgular da detayına inilemeyen üretim sürecinin sonucunda ortaya çıkarılan bilgiye verilen isim belki. Makine dünyasında bu karanlık odaya en yakın teknik olgu belki de “rastgele”lik. Ki o bile özgün bir değişken (örn. günün saat-dakika-saniyesi) ile yönlendirilen sebep-sonuç ilişkisi.
Görünen o ki makinenin-robotun-yapay zekanın sezgisel gücü insanınkinden çok daha büyük olacak. Ancak onun ürettiği hiçbir çıktıya “sezgi” diyemeyeceğiz. Çünkü yeterince zaman verilirse neden öyle bir çıktı ürettiğini, sebep-sonuç ilişkilerini tek tek göstererek anlatacağı kocaman bir hikayesi olacak! Bize de Vizontele filminde televizyonun varlığını ilk defa öğrenen köyün mucidi Deli Emin’in yorumunu yapmak düşecek: “Radyonun resimlisi mi? Yaptılar mı sonunda? Şerefsizim benim aklıma gelmişti?”
Tanol Türkoğlu / tanolturkoglu@gmail.com