Bilim tarihimizde bir kuyrukluyıldız

Tevfik Uyar
Bilim tarihimizde bir kuyrukluyıldız

"O bir kuyrukluyıldızdı, hepimize değdi geçti"Cahit Arf

***

Tarihler 11 Kasım 1967'yi göstermektedir. Az önce TÜBİTAK (O zamanki adıyla T.B.T.A.K) bilim ödüllerinin kimlere verildiği açıklanmıştır. Ödül sahiplerinden bir konuşma yapması beklenmektedir. İlk gelen, katı hâl fiziği alanındaki çalışmalarıyla ödüle layık görülen, Türkiye'ye henüz bir kaç ay önce dönmüş bir fizikçidir. Bir kaç yıl önce Viyana'da Uluslararası Atom Enerjisi kurumu adına çalışırken herkesin hayranlıkla takdir ettiği hitabet yeteneğini de kullanarak, kararlı bir ses tonuyla şöyle tamamlar konuşmasını:


“Temel bilim ve araştırmanın memleketimiz için bir lüks olduğu doğru değildir. Endüstrileşmek yoluyla gelişmeye karar vermişsek, bunun dayandığı teknik bilgiyi ilelebet dışarıdan <<anahtar teslimi>> alabileceğimizi sanmamalıyız. Teknolojinin bir ülkenin kendi bünyesinde yerleşmesi, o topluma mâl olması ne ile mümkündür? Bunu bilim ve araştırma ortamını yaratmadan başarmış bir ülke tanıyor musunuz?

Önümüzde iki şık var:
- Yarının her nasılsa çıkacak tek tük Türk bilim adamını aynı soruları tartışmaya mahkûm etmek
- Yahut da çocukluktan beri gördüğü destek ve teşvikle tabiî zekâları ve kabiliyetleri değerlen en Türk gençlerinin toplumlarına hizmet eden umutlu ve inançlı insanların gönül rahatlığıyla yarnının üniversitelerinde, araştırma merkezlerinde, laboratuar ve evet, fabrikalarında çalışmaları için gerekli ortamı bugünden hazırlamak.

Bu iş bir yılın, on yılın işi değildir. Fakat yarına inanıyorsak, Türk toplumunu bugünkü zorunlukların ötesinde görebiliyorsak, daha dün aziz hatırasını andığımız ve “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir; ilim ve fennin dışında bir mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir” diyen büyük adamın sezisini hakikaten değerlendirebiliyorsak, bu ikinci şıkkı seçmeye mecburuz.”

***

1924 yılında Ankara'da doğdu. 1928-1930 yılları arasında subay olan babasının o dönemde Türkiye'de yeni kurulan Jandarma teşkilatı’na bir emsal olarak İtalyan jandarmasını incelemek üzere İtalya’ya  gönderilmesi nedeniyle, 4-6 yaşları İtalya'da geçti. Henüz beş yaşında İtalyanca yazıp okuyabilir hale geldi.

Babası 1930 yılında döner dönmez ona bir yıl Fransızca dersi aldırdı. Galatasaray Lisesi'nin ilkokul ikinci sınıfından başlatıldı. İki üst devresi Feza Gürsey’le ömür boyu sürecek dostluğu burada başladı. On beş yaşındayken okulun kütüphanesini idare etmekte, düzenlemekte, roman ve şiir koleksiyonunu her hafta zenginleştirmekteydi.

İTÜ'de elektrik mühendisliği okurken yurt dışı bursu kazandı ve İngiltere'de okumayı hak etti. O sırada İngiltere savaşı en şiddetli haliyle yaşıyor, hemen her gün bombalanıyordu. Korkmadı. Savaş nedeniyle Akdeniz kapalı olduğu için yanındaki diğer beş Türk öğrenciyle, Adana, Halep, Şam, Beyrut, Kahire, oradan Aden ve nihayet İngiliz askeri konvoyuyla Doğu Afrika üzerinden İngiltere'ye tam üç buçuk ayda gitti. Londra'da elektrik mühendisliği eğitimine başladı.

Savaş bittiğinde Feza Gürsey ile Londra'da yeniden buluştular. O sırada mühendislik stajını yapmaktaydı. Bilim insanı olmak, temel bilimlerde çalışmak hevesinde olduğu için elektrik mühendisliği doktora konusunu, çok merak ettiği fizik konularıyla da ilişkili olması nedeniyle, o sıralar yeni keşfedildikleri için son derece popüler olan ‘yarı iletkenler’ olarak seçti. Queen Mary College'da başladı doktora çalışmasına.

Tez çalışmaları sırasında rastladığı kuantum fiziği aklını başından aldı. Feza Gürsey'e bu alanda bir şeyler yapmak istediğini söylediği sıralarda Queen Mary'de bu alanda ders verilmiyordu. Diğer Londra Üniversiteleri'nde ise dersler çoktan bitmişti ve treni kaçırmıştı. Sinirlendi, Gürsey’e "Kuantum mekaniğini yaratanlar derste öğrenmediler ya? Ben de kitaplardan çalışıp öğrenirim" deyip, bulduğu üç adet kitapla ortalıktan kayboldu. Feza Gürsey, böyle çetin bir konuda kendi kendine çalışarak yapabileceklerinin sınırlı olduğunu düşünürken, elinde bir kaç sayfa ile çıkar geldi. Daha üç ay önce kuantum fiziği bilmeyen genç bilim insanı, bundan böyle kitaplarda onun adıyla anılacak olan “Yabancı Atom Sapması Formülü”nü keşfetmişti (Gürsey onun bu çalışmasına, “Teorik fizik alanında Türklerin yazdığı ilk muhtıralardan biridir” der).

Doktora tezi savunmasına o zamanın en büyük katı hal fizikçisi Cambridge'ten Profesör Mott’un gelmesi Queen Mary College’ta fırtınalar kopardı. Tezi izleyen Mott, onu tebrik edip mutlaka fizikçi olmasını tavsiye etti.

Türkiye’ye dönüp Feza Gürsey'le aynı zamanda askerlik görevini yaptı. Askerlikte, kafasında kurduğu hayatla ilgili nizamın bir benzerini gördüğünden hiç zorlanmadı. Evlendi. Ankara’da, Bülent Ecevit’in de kurucuları arasında yer aldığı, edebiyat dışındaki sanatları konu alan ilk sanat derneği Helikon Derneği’nin üyelerinden ve sergi salonunun müdavimlerinden oldu. Sanatla da o kadar ilgiliydi ki, onun bilim insanı tarafını bilmeyenler onu bir kültür adamı, sanat eleştirmeni olarak biliyordu. Nitekim hem İngilizceden Türkçeye hem Türkçeden İngilizceye pek çok şiir çevirdi. Dergilere pek çok sanat eleştirisi ve makaleler yazdı. Müzik bilgisi de o kadar ileriydi ki İngiltere günlerinde bir Beethoven kulübünde seminer verebilecek kadar ilerleyecek, Viyana günlerinde de Obua öğrenip çalmasına kadar varacaktı.

Sarıyer Barajı için çalışırken enerji meselesiyle ilgilenmeye başladı. Elbette baktığı tek yer ufuktu: Memleketi Türkiye için daha ilerisi ne olabilirdi? Hidroelektrikten fazlasıydı elbette ve bu işin en ileri noktası nükleer enerjiydi. Hemen reaktör fiziği çalışmaya başladı. Kısa süre sonra Etibank’ın Atom Enerjisi Etüd Dairesi başkanı oldu. ODTÜ ve İTÜ’de reaktör fiziği dersleri vermeye başladı. Reaktör tiplerini görmek ve incelemek için vakit kaybetmeden Amerika’ya gitti. Döner dönmez arkadaşlarının da yardımı ile Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurdurdu. Gelişmekte olan ülkelerin tarihsel bir çizgiyi izlemek zorunda olmadan, aradaki adımları atlayarak gelişebileceğine inanıyordu. Ona göre Türkiye nükleer enerjide ilerlerse sanayisi de gelişirdi.

Reaktörler konusundaki çalışmaları da dikkat çekti ve kısa süre sonra Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun eksperlerinden biri olan kendini Viyana’da buldu. Gelişmekte olan ülkelere reaktörler hakkında danışmanlık vermeye başladı. Japonya, Pakistan, Finlandiya, İspanya gibi pek çok ülke, bilim politikaları geliştirirken kendisinin uzmanlığından faydalandı.

Fakat o temel bilim çalışmalarına geri dönmek istiyor, bilim idareciliği ile vakit kaybettiğini, geri kaldığını düşünerek üzülüyordu. Gönlünde bir an evvel temel bilimler alanında çalışmalarına dönmek, orijinal problemlerle uğraşmak ve buluşlar yapmak vardı. Çok zorlu bir karar verdi; tüm bilim idareciliği ve uluslararası politikacılığı, bu alandaki geliri ve kariyerini geride bıraktı; sıfırdan başlamak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne, Brookhaven laboratuvarına çok küçük bir maaş karşılığı gitti.

Gürsey’e göre onun planının üç adımı vardı ve bunları sırasıyla gerçekleştirdi. Önce, daha sonra çok samimi arkadaşı olacağı katı hâl fizikçisi Vineyard’ın çırağı oldu. Onunla bir yayın yaptı. Daha sonra da birlikte bir derleme makale yazdılar. Bu sayede genç araştırmacılarla aynı çizgiye geldi ve aradaki yılları telafi etti.

İkinci aşamada bağımsız bir araştırmacı kimliği kazanması gerekiyordu. Onu da endüstride karşılaşılan, orijinal bir problemi bulmak suretiyle kazandı: Kanallanma adı verilen, ışınların kristallerin içinde bazen doğruldu değiştirmesi olarak kabaca tanımlanabilecek bir fenomendi bu. Bu konuyu incelemeye başladı.

Nihayet planının üçüncü aşaması, bu alanda buluş gerçekleştirmekti. Bunu da yaptı! Kanallanma adı verilen bu fenomeni enine boyuna açıkladı, matematiğini ortaya koydu, yasalarını keşfetti. Physical Review Letters ve bazı başka dergilerde buluşlarını birer birer yayımladı. O sırada rekabet ettiği, Niels Bohr’un eski asistanı Danimarkalı Linhardt’tan daha önce ve daha doğru yapmıştı bunu. Bu buluşundan sonra bu konunun tek ismi oldu. Kanallanma konulu tüm kongrelerde danışma ya da düzenleme kurulunda yer aldı. Hemen her kongreye davetli konuşmacı olarak çağırıldı. ABD’de, ABD vatandaşı olmamasına rağmen tenürlük teklif edilen ilk yabancı oldu.

Lakin onun gönlünde Anadolu’ya dönmek vardı. Anadolu’ya dönmek ve bilim devrimi başlatmak… Düşünmeden döndü. 1967 yılında Türkiye’deydi. ODTÜ’de Fizik profesörü olarak göreve başladı. Fen ve Edebiyat Fakültesi’nde dekan vekili oldu. TÜBİTAK bilim kurulu üyeliğine seçildi. TRT’de katıldığı bir radyo programında şöyle söylüyordu:

"Bilim geliştikçe deney imkanları arttı. Artık ‘bilmek’ eskisi gibi, inanmak, öyle farz etmek, tartışmalarla yıkılmayan bir düşünce yapısı kurmak değil, doğrudan doğruya deneylerle fiziksel olayları birbirinden ayırmak ve sonuçları rakamlara, matematiğe ve diğer deney sonuçlarına uygun olarak anlamak demektir”.

Dostları Feza Gürsey, Cahit Arf, Kemal Kurdaş ve Erdal İnönü onun tüm idealleriyle Türkiye'ye dönüşünü büyük sevinçle karşılamışlardı. Türkiye, makus talihini bu kadrolarla yenecek, bilimdeki geri kalmışlığını bu şevk ve enerjiyle giderecek, teknoloji alanında Batı'yla olan farkını böyle kapatacaktı.

***

Tüm bu yukarıda saydığım başarıların ve sözlerin sahibi Fizikçi Hüseyin Cavid Erginsoy’dur. Yazımın girişinde aktardığım konuşmayı yaptıktan 25 gün sonra, 1967 yılının bir Aralık akşamında, daha Türkiye'de birinci yılını doldurmamışken, henüz 43 yaşındayken kalp krizi sebebiyle vefat etti. Erdal İnönü'nün evinde gerçekleşen elim hadise, Anadolu'da bilim devrimi yapmak için memleketine dönen bu değerli bilim insanını aramızdan alıverdi.

Gürsey, Brookhaven laboratuvarının bile yerini doldurmakta zorlandığı bir katı hâl fizikçisinin Türkiye için ne kadar büyük bir kayıp olduğunu düşünmemizi istiyor, 1968’de yazdığı bir yazısında… İnanılmaz büyük olmalı. Tahayyülümüze sığmayacak kadar. Kim bilir, bir gece aramızdan ayrılmasaydı fizik ve nükleer enerji alanında neler katacaktı öğrencilerine. Onun öğrencileri de şimdi kim bilir Türkiye'ye nasıl katkıda bulunacaklardı.

O gitti... Maalesef bizler, TÜBİTAK ödülleri konuşmasında bahsini ettiği birinci şıktan öteye geçme şansını defalarca teperek daha pek çok aydının kemiklerini sızlattığımız gibi onun da sızlattık.

Bildiğiniz üzere yarın 23 Nisan. Bu milleti özgürlüğüne kavuşturma, çağdaş memleketlerin vatandaşlarıyla aynı hak, refah ve mutluluğa ulaştırma idealleriyle bir araya gelenlerin Büyük Millet Meclisi'ni açtığı günün yıl dönümü. Bu vesileyle, ideal sahibi tüm gelmiş, geçmiş ve gelecek fikir ve bilim insanlarının Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutlarım.

Tevfik Uyar / @tevfik_uyar

Kaynaklar:

  • "1967 Yılı Bilim Ödülleri", Bilim ve Teknik Dergisi. 2. Sayı, Kasım 1967.
  • Gürsey F., "Cavid Erginsoy'un Arkasından", Bilim ve Teknik Dergisi. 2. Sayı, Ocak 1968.
  • Gürsey F., "Granit ve Servi", Bilim ve Teknik Dergisi. 15. Sayı, Ocak 1969.
  • "Granit ve Servi", Işıkla Yazılmış Öyküler, TRT Belgeseli, 2002.


Tevfik Uyar

İstanbul Teknik Üniversitesi Uçak Mühendisliği bölümünden mezun olmuştur. Yüksek Lisans ve Doktora derecelerini İstanbul Kültür Üniversitesi İşletme Yönetimi Anabilimdalı'ndan almıştır. Çalışmaları risk algısı, belirsizlik altında karar verme ve emniyet yönetimi üzerinedir. Açık Bilim'in kurucusu, Yalansavar editörü ve Herkese Bilim Teknoloji Dergisi yayın kurulu üyesi olan Uyar, "Astrolojinin Bilimle İmtihanı", "Safsatalar: Aklın Kırk Haramisi" gibi popüler bilim kitaplarının, “Tek Kişilik Firar”, “Kızıl Sürgün” gibi bilimkurgu eserlerin yazarı, "İrrasyonel", “Yalancılar ve Sahtekarlar Ansiklopedisi”, "Başkalarının Aklı" gibi kitapların çevirmenidir.