Rüya neredeyse herkesin ilgisini çeken bir konu çünkü hepimizin onları deneyimleme biçimi farklı. Efsanelerde ve dinlerde rüya, geleceği bilme, tanrıyla irtibat kurma, aydınlanma ya da kendini fark etme aracısı olarak her zaman bir işleve sahip. Psikanaliz içinse rüyalar öyle kilit konumda ki, bilinçaltının tüm gizleri orada saklı. Kimileri rüyalarını hiç hatırlamıyor ya da hiç rüya görmediğini düşünüyor. Kimileriyse rüyalarının büyük kısmını hatırladığı ve hatta rüyalarının seyrini kontrol edebildiğini söylüyor. Eğer normal dağılıma bakacak olursak, insanların geneli rüyalarının pek azını hatırlıyor.
İçeriği ve işlevi bir yana, rüya görmenin hangi işleve yönelik evrimleştiği de elbette sinirbilim araştırmacılarının merak ettiği hususlardan biri. Bu alanda yeni öğrendiğim bir teori beni çok heyecanlandırdı. Teoriye ilişkin muzip soruysa şu: Rüya görmemizin nedeni Dünya'nın kendi ekseni etrafında dönüşü olabilir mi?
Bu soruyu David Eagleman’ın “Canlı Devre” kitabında ilk gördüğümde benim de aklıma ilk olarak “Nasıl yani? Bu işin dünyanın dönüşünün yarattığı ya da ondan kaynaklanan astronomik kuvvetlerle bir ilişkisi mi var?” sorgulaması gelmiş olsa da, Eagleman’ın gece gündüz döngüsüne referans vermesi bence her şeyi daha ilginç kılıyor… Henüz başka gezegenlerde yaşam nasıl ilerliyor bilmiyoruz ama bizim gezegenimizin kendi ekseni etrafındaki dönüşü nedeniyle ortalama 12 saati karanlık, 12 saati aydınlık bir ortamda varoluşumuz vücudumuzdaki pek çok mekanizmanın işleyişini belirlemiş durumda. Peki gerçekten rüya da bunlardan birisi olabilir mi? Eeagleman’ın kitabında aktardığı bu teori bizzat kendisine ait ve teorisini desteklediğini düşündüğü argümanlar da şöyle:
Bildiğiniz üzere körler, diğer duyularda gören insanlara göre daha becerikliler. Çünkü beynin görmeyle ilgili alanları bir süre sonra diğer duyu alanları tarafından işgal ediliyor. Aslında nöroplastisitenin bir sonucu bu; zira beyinde odaklandığınız becerilere ait alanlar zamanla alanını genişletiyor ve beyin adeta yeniden proglamlanıyor… Duyular arasındaki “alan kapma savaşı” da bunun örneklerinden. fMRI ile yapılan gözlemlei net olarak bunun böyle olduğunu gösteriyor. Şüphe yok.
Araştırmacılar normal görüşe sahip insanlarda bunun hızını merak etmişler ve laboratuvar ortamında gözlerini bağladıkları deneklerin görsel korteksinin işitsel ve dokunsal alanlarca işgalinin ne kadar sürede başladığını ölçmeye çalışmışlar. Bu hız beklenenden çok yüksek: 40 ila 60 dakika. Yani gözlerimizi kullanmamaya başladığımız anda görme korteksi geçici olarak yerini diğer duyulara bırakmaya başlıyor. Gece karanlığında kamp yaparken ya da elektrikler kesildiğinde bir süre sonra kulaklarımızın hassasiyet göstermeye başlaması sanırım kişisel olarak da deneyimlediğimiz olgular olmalı. Fakat bir noktadan sonra bu durum geçici olmaktan çıkıp kalıcı değişikliklere yol açabilir ki “plastisite” kavramı aslında bunu anlatıyor. Plastik malzemeler, belirli koşullar altında (mesela yüksek sıcaklıkta) şekil verdiğinizde, soğuduğu zaman bunu koruyabilen malzemelerdir… Beynin de böyle bir durumu mevcut.
Nitekim, Dünya kendi ekseni etrafında döndüğü için ortalama günün yarısı karanlıkta geçiyor (bazı türler bunun büyük kısmında uyuyor). Peki, bu ortamda görsel korteks hemen her gün gerçekleşen bu hızlı işgal altında kendini nasıl koruyabilir ki? İşte rüyanın evrimleşmesinin olası yanıtlarından birisi bu! Rüya görelim diye görme korteksine yayın yapan küçücük yapı "lateral genikulat çekirdek" doğrudan doğruya görme korteksine bağlanıyor. İşlevsel olarak aşırı özelleşmiş görünüyor yani. Bu teoriyle uyumlu.
Her ne kadar insanların rüyalarını hatırlamalarında bireysel farklılıklar bulunsa da normal dağılım bize rüyalarımızı genelde hatırlamadığımızı ya da pek azını hatırladığımızı gösteriyor. Çünkü rüya görme sırasında hipokampus ve prefrontal korteks etkinliği düşük. Bu da teoriyle uyumlu zira "rüya görmenin amacının onu hatırlamamız ile ilgisi olmadığı" yönünde bir gösterge olarak yorumlanabilir.
Dahası, rüya gördüğümüz REM uykusu safhası yaşla birlikte azalıyor. "Beyin bölgelerinin birbirini işgal etme, ya da kendini yeniden programlama becerisi (nöroplastisite)" de yaşla birlikte azaldığına göre, bu paralellik de teoriyle uyumlu. Eagleman’ların çalışmasında türlerin REM uykusu safsahasında geçirdikleri süreyle, nöroplastisite becerilerinin ilişkili olduğunu gösteren bulgular var. Başka bir deyişle, tamamlanmamış ve yüksek nöroplastisite ile doğan türlerde (insan, dağ gelinciği, ornitorenk) REM safhası, tam gelişmiş doğan türlere göre (kobay, koyun, zürafa) sekiz misline kadar daha uzun olabiliyor. Yani nöroplastisitesi yüksek canlılarda “rüya görülebilecek zaman” epey uzamış görünüyor -ki korunabilsin-.
Kısacası teorinin özeti şu: Rüyanın evrimleşmesinin amacı karanlığa mahkum olunan gece boyunca görme gibi önemli bir beceriyi diğer duyulara kaptırmamak olabilir...
Bence müthiş bir bakış açısı.
Dr. Tevfik Uyar / @tevfik_uyar
Kaynak: David Eagleman, "Canlı Devre", Domingo Yayınları
Orijinal makale: https://www.biorxiv.org/content/10.1101/2020.07.24.219089v1