İklimsel değişiklik ve akıl

Doğan Kuban
İklimsel değişiklik ve akıl

Sevgili Okurlar,

Bu yazı iki farklı konu içeriyor. İlki aklın oluşumu üzerine fazla okumuş olmayanlara küçük bir açıklama ve insanın dünyayı anlama mekanizması üzerine. İkincisi, iklimsel değişikliğin sonuçlarını anlatmak ve toplumun aklını kullanmayı öğrenerek zor bir geleceğe hazır olmak üzerine bir deneme. Geleceğe korku içinde bakamayız, fakat bu durumu bilerek yeni kuşakların yaratıcı düşünce ve akılla hareket etmelerine yardımcı olmalıyız..

Bütün dünyanın geniş boyutta tartıştığı ve gelişmesini izlediğimiz bir evrensel tehlike var. Fakat toplumun aldırış ettiği yok. Varsa yoksa seçim ve iktidar. İktidar, toplum refleksinden önce ülkenin geleceğini tehdit eden ya da edebilecek durumları inceleyen mekanizmadır.


Bu yazı evrensel bir tehlike karşısında toplumu hazırlayacak tedbirleri düşünme ile ilgilidir. Bunun yanında, daha soyut olarak, Türk toplumunun içinde bulunduğu bilgisizlik ve umursamazlığın aşılması bilinci de yaşamsal bir gerekliliktir.

Akıl, düşüncenin somut bir söyleme dönüşmesidir. Beyin düşünme mekanizmasıdır. İnsanı öteki yaratıklardan ayıran, beyninin düşünme ve akla dönüş kapasitesidir. Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım.” cümlesi (ya da aforizması) beynin, insan yaşamının temeli olduğunu hatırlatır. İnsanın fare, tilki ya da aslandan farkı, düşünme kapasitesinin çok gelişmiş olmasıdır. Bunun yanı sıra dil de aklı yaşam vitrinine getirir.

İnsanda hayvanların hiç birinde olmayan bir özellik var: Beynin sınırsız düşünme kapasitesi. Hayvanlardaki gibi hiç değişmeyen, tekdüze bir yaşam programı insanda görülmez. Maymunlar kendi cinslerinden olanı öldürmezler. Filin, aslanın mahkemeleri, hapishaneleri yok. Yaşamlarını sürdürecek güdüleri var.

İyi ve kötü uzmanı bir beyin

Bizim beynimiz iyi ve kötüyü aynı mükemmellikte organize ediyor. Yarısı insan, yarısı hayvan. Hayvan yanı, insanlık bilinci ve ortak yaşama bilincidir. Aslanlar birbirlerini dünyadan ayırmak için savaş açmıyorlar. İnsanlarsa savaş açmak için kavramlar uydurup kendi türlerini öldürüyorlar.

İnsanın bilinci var. Fakat bu okumakla pek değişmiyor. Toplumsal yaşam çorbasının yapısını aklıyla karıştıran insanlara kuşku ile davranmamız gerekir. Bu da ilgi ve bilgi ister. Dünyadaki bütün olumsuzluklar her boyutta kötülükten, bazen örgütlü, bazen bilgisizlikten, bazen de umutsuzluktan kaynaklanır. Bunu anlamak için savaşları, ekonomik krizleri, ve küçüklü büyüklü toplumsal anlaşmazlıkları düşünün!

Sevgili Okurlar,

Bugün yeterince ilgi duymadığımız toplumsal rahatsızlıklar, yüzyıl başındaki felaketlerin dünyayı daha kötü tehlikelere düşürmesinden kaynaklanır. Bunların başında Türkiye’de henüz etkisini fazlaca görmediğimiz küresel ısınmanın, dünyada yaşamı sona erdireceği gerçeği var. Bu olguyu tekrarlamak gerek. Çünkü evrensel değişim bizim kontrol edebileceğimiz bir şey değil.

Dünyanın tümü küresel ısınmanın etkisini azaltmayı ve bunun nasıl yapılabileceğini düşünüyor.

Kentlere dökülmüş yoğun kalabalıkların, yaşadıkları doğaya yaptıkları öldürücü etkiler bütün dünyada tartışılıyor.

Bizim ülkemizde de daha geç olmadan bu tip analizlerin yapılması; sorunların ve çözüm önerilerinin tartışılması gerek.

Burada ilk sorun halkın karnını doyurmaktır. Anadolu gibi büyük bir ülkenin su kaynakları kuruduğu zaman ve devletin parasal gücü azaldıkça, ülke için çözümlenemeyecek sorunlar çıkacaktır. Paramız yetersiz olursa, muhtaç olduğumuz enerjiyi de satın alamayız.

İlk yapılacak tarım reformu

Oysa bizim ülkenin yeteri kadar enerji kaynağı var. Ne kadar hızlı adımlar atılırsa o kadar çok insanın fakir ve aç kalmasına engel olunabilir. Bütün bunları hızla yapmak için bütün halkın örgütlenmesi gerek. İlk yapılacak şey tarımsal reformudur. Parasız bir ülkenin dışarıdan tarım ürünü satın alması, kısa vadede avantaj gibi görülse de uzun vadede çok tehlikeli sonuçlar doğurur. Önce fakirler, sonra yaşlılar bu durumun kurbanı olacaktır.

Burada ilginç olan, Türkiye’nin içine düştüğü krizin çareleri ile küresel ısınmaya karşı ilk çarelerin neredeyse aynı nitelikte olmasıdır. Seçimde bu gelişmeler ve çarelerinden kimse söz etmedi. Çünkü entelektüel ortam buna olanak vermiyor. Avrupa’da bazı yazarların ‘demokrasi insanlara bekledikleri özgürlüğü getirmedi’ demeleri bir gelişmeyi dile getiriyor.

Herhangi bir ülkede kalabalıkların karın doyurmak için kentlere koşmalarının, ülke, kentler ve insanlık için büyük bir dengesizlik yarattığını kendi ülkemizde de izliyoruz. Kentleri geliştirmek için yapı üretimini halka göre planlanmak zorundayız. Fakat İstanbul gibi bir kentte, boş kalan arazilere gökdelen ve çarpık yapılar yapıldığından, bu durum tarlaların boş kalmasına ve işsiz kalacak milyonların kentlere akmasına neden olmuştur.

İnsan cinsi yok olabilir

Ülkemiz planlama, akıl ve bilgi istiyor. Toplumların şimdiye kadar ürettikleri yöntemler bilgiye dayalı. Toplum uygarlığı, bu uzun sürecin disiplinli çalıştırılmasına bağlı. Bu da toplum tarihinin yarattığı kültürün gelişmişliğine bağlı. Şimdi insan cinsinin yok olması söz konusu.

Yok olmadan gelecekteki kuşaklar için daha yaşanabilir bir ortam yaratmamız gerek. Bizden sonraki insanlığa, insani bir miras bırakmalıyız. Bu durumu tarihe bir ün bırakmak için değil, insanın kendi cinsine karşı yapacağı son bir jest olarak düşünebiliriz. Bu yazının içeriğini anlayanlara çok sorumluluk düşüyor. Kuşkusuz bu satırlar sadece bir hipotezdir. Tarih bazen eğri, bazen doğru bir hikayedir. Bundan sonrası için açlık ve susuzluk tehlikesinin Türkiye’de söz konusu olmaması gerek. Bizim yapabileceğimiz, bugünden başlayarak bir mutluluk ortamı yaratmak için geleceği planlamaktır.

Doğan Kuban

Doğan Kuban'ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 174. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban