16 Mayıs Cuma akşamı Cemal Reşit Rey konser salonunda, Boğaziçi Akademisyenleri ve Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar derneğinin düzenlediği “Değişim Arifesinde Üniversite” etkinliği vardı. Geçen yazımda, açılış konuşmasını yapan Harvard Üniversitesi öğretim üyesi tarihçi Cemal Kafadar’ın söylediklerini ele almış, fikir özgürlüğü ile bilimsel özgürlük farkı üzerinde söylediklerini aktarmıştım. Bu yazımda da, ardından gelen iki panelde tartışılanlar üzerinde durmak istiyorum.
İlk panel, “Değişim Arifesinde Üniversite” başlığına ismini veren paneldi. Anayasa mahkemesi, yaklaşık bir yıl önce Cumhurbaşkanının üniversitelere rektör atamasına imkan veren Cumhurbaşkanı kararnamesini iptal etti; bu işi kanunla düzenlemek üzere meclise 4 Haziran 2025’e kadar süre verdi. Dolayısıyla bahsedilen değişim, bu: Üniversitelerin özerk ve özgür olmasını sağlayacak yeni bir kanun beklentisi.
Bu konunun değişik yönlerini değişik öğretim üyeleri ele aldılar; hukuki yönlerini tartıştılar. Ancak en doğru saptamayı İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu yaptı: “Türkiye’nin 200 yıllık demokratik birikimi sıfırlanmıştır; şu anda bir sistem kalmadı, sadece tek bir karar verici var” dedi. Maalesef dediği oldu: Toplantıdan birkaç gün sonra, iktidar partisi, kararnamenin metnini aynen bir torba kanuna koyarak meclise sundu. Kanunun gerekçesinde, “diğer kamu yöneticilerinin atama usulleriyle uyumlu olması için rektörlerin Cumhurbaşkanınca atanması amaçlanmıştır” deniyor. Yani üniversite kamuda herhangi bir genel müdürlük gibi görülüyor. Çok hayal kırıklığı yaratan bir yaklaşım. Oysa üniversiteler, anayasa ile özerklik tanınmış kurumlar.
İkinci panel, üniversite bileşenlerinin, yani öğretim üyeleri, idari personel, mezun ve öğrencilerin konuştuğu paneldi. Bu panelde, bir Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi, bir de lise öğrencisi konuştu. Lise öğrencileri, aslında üniversitenin önemli paydaşları. Gençliklerinin en güzel yıllarını, üniversite sınavına hazırlanarak geçiriyorlar. Onların ne düşündüğünü, üniversiteden ne beklediklerini duymak gerek: Onlar üniversitenin varlık nedeni.
Ece’nin söyledikleri
Lise öğrencisi Ece Su Sevil, öğrencilerin kaygılarını, şikayetlerini çok açık ortaya koydu: “Bize yıllarca aynı hikâye anlatıldı: 'İyi bir üniversiteye girersen hayatın kurtulur.' 'Okursan başarırsın.' Ama artık bu masalların sonunu kendi gözlerimizle görüyoruz. Diplomanın değersizleştiği bir ülkede yaşıyoruz. İyi üniversitelerden mezun olanların dahi işsiz kaldığı, bölüm fark etmeksizin asgari ücrette çalışmanın zorunluluk haline geldiği bir tablo bu. Üniversiteler bireyin kendini geliştirdiği yerler değil artık; piyasanın ihtiyaç duyduğu işgücünün üretildiği bantlar gibi çalışıyor. Okumanın artık güvenli bir gelecek vaadi kalmadı. Çünkü sistem zaten seni hayal ettiğin yere değil, sistemin yarattığı yollara savuruyor. Ve üniversiteler bugün bir özgürleşme değil, denetlenme alanına dönüşmüş durumda. Sorgulayan değil, biat eden öğrenci; özgür akademi değil, yandaş kadro; üniversite değil, siyasi şube gibi işleyen rektörlüklerle karşı karşıyayız.”
Ancak liseliler bu karamsar tabloyu kabul etmiyor. Ece Su Sevil, üniversiteden beklentilerini çok açık oraya koydu. Onu dinlerken, bir kez daha, “işte biz bu öğrenciler için varız; üniversite bu öğrenciler için var” dedik:
“Ben, geleceğin üniversitelisi olarak yalnızca iyi bir eğitim beklemiyorum. Ben, bir üniversitenin bana iş garantisi vermesini değil, bana dünyayı dönüştürecek fikri ve cesareti kazandırmasını istiyorum. Bugün bu ülkede üniversiteye gitmek bir “imtiyaz” değil, bir zorunluluğa dönüştürüldü. Çünkü başka çaremiz kalmadı. Ama biz bu zorunluluğu, bir özgürleşme hattına dönüştürmek istiyoruz. Ben üniversiteden sadece meslek değil, bir fikirle çıkmak istiyorum. Ezberle değil, sorgulamayla büyüyen bir zihinle.”
“Benim beklentim, bana söz hakkı veren, beni susturmayan bir üniversitedir. Bana 'geleceğini garanti altına al' diyen değil, 'geleceğini birlikte kur' diyen bir üniversitedir. Ben sadece bir meslek değil, bir yön arıyorum.”
Lale Akarun
Bu yazı, HBT Dergi 476. sayıda yayınlanmıştır.